16.10.2024 - 07:01 | Son Güncellenme:
Vildan Merve Korkmaz - “Bir eseri duvarların içine geri koymak suç olur muydu” diye soruyor Banksy. Sormakta da haklı çünkü eserleri, iç mekâna ait olamayacak kadar kamuya mâl olmuş eserler. Kamusal sanat olarak ortaya çıkan, toplumsal mesajlar, eleştiriler ve halkın sesi olmayı kendine amaç edinmiş sanat anlayışı bu tavır. Her ülkeye ve döneme göre değişen üsluplara sahip olsa da ortada buluştuğu bir konu var; sanat kimseye ait olamaz, sanat herkesin. Sanat o önünden geçtiğimiz sokağın bir parçası, bazen de o yıktığımız duvarın.
Banksy, Avrupa ve Amerika’da savaşın yıkıcılığının sesi olmuş ve bunu kimseye göstermeden yaptığı yerleştirmelerle nihayete erdirmiş. Ama peki o sanat artık kamuya ait olmazsa hâlen sanat mıdır? Yıllar sonra açtığı ilk sergide kanıt olarak sakladığı bazı eşyaların ve şablonların galeride yer almasıyla kendini sorguluyor.
Kime göre, neye göre
Kime göre ve neye göre değişir sanatın algısı, hangi kriterler karar verir sanatın sanat olabileceğine? Bir zamanlar vandalizmle yüz yüze geldiği suçlamalar şimdi kamusal sanatın en büyük üretimlerinden sayılıyor. Kendisine sorduğu soru gibi aynı soru gündeme geliyor yeniden; sanat ikiyüzlü mü o zaman?
Değişen sanat algısı sanatın kabullenebilirliğini de etkiliyor olacak ki Banksy’nin kendini korumak için sakladığı ‘sanat eseri niteliği taşımayan şablonları’ artık bir eser olarak galeride sergilenmeye değer. Peki ne olabilir bunun sebebi? Zamanında sorun olarak görmediğimiz veya görmekten kaçındığımız sorunları göz önüne getirmek olabilir. Ya da o sorunların gerçekten sorun olduklarını kabullenmenin zamanının gelmiş olması. Ancak o eserler kamudan yani sokaktan alınıp sanatın yalnızca bir ücret karşılığında görülebileceği alana girince hâlen bir eleştiri olabilir mi?
Banksy bu sorulara kendi de cevap arıyor gibi ancak daha genel bir sorun bu. Sanat gerçekten kime aittir ya da kamusal sanat sadece sorunların ve savaşların mı temsilcisi olmalı? Bu sorulara bir cevap niteliğinde Türkiye kamusal sanat örneği yerinde olacaktır.
Eyüboğlu çiftinin işleri
Türkiye’deki kamusal sanat üretimine gidersek, toplumun sesi olmuş ve yeni arayışların temsilci konumunda Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Eren Eyüboğlu’nun mozaik işlerini görebiliriz. Her iki sanatçı da Anadolu’yu karış karış gezerek halkın hayatlarını, geleneklerini kamuya taşıdılar. Ansızın karşımıza çıkan mozaik panoları ile bazen uluslararası arenalarda Türkiye’yi, bazen de uzak kaldığımız ama sanatın kaynağı olan yereli gösterdiler.
Kamusal sanat anlayışıyla üretilen eserlerin hedefi herkese eşit derecede erişmek ve taşımak istedikleri mesajları anlatmak oldu. Konumlarından ayrılan eserler taşıdıkları anlamdan kopar mı ya da vadesi mi dolar mı? Banksy’nin belki kendi isteğiyle kapalı bir alana koyduğu işleri bunu sormasına sebep olurken zamana direnemeyen ve ‘kamudan’ ayrılan eserler de mecburen anlamlarını kaybetmek mi zorunda kalırlar? Kendi zamanlarının sesleri oldular ama artık zaman yeni işler mi istiyor? Bu da kamusal sanatın bulması gereken cevaplardan.