10.11.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL - Bu sene Cannes Film Festivali’nin açılış filmi olarak gösterilen “Jeanne du Barry”, tanıtıma ihtiyaç duymadan merak edilen bir filme dönüştü. Johnny Depp’in eski eşi Amber Heard ile olaylı davasının ardından seyirci karşısına çıktığı ilk filmdi. Üstelik filmde tamamen Fransızca konuşuyordu. Yönetmeni ve senaristi Maïwenn’in metoo karşıtı söylemleri de cabası… Bu skandalların gölgesinde seyirciyle buluşan yapım, her şeye rağmen görkemli bir dönem filmi olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.
Filme adını veren Jeanne du Barry, gayrimeşru bir birey olarak hayatın binbir zorluğuna katlanmaktan kurtulmanın çaresini, cazibesini kullanmakta buluyor. Bağlantıları sayesinde saraya kadar uzanıp Kral 15. Louis’nin karşısına çıkıyor. Ve Jeanne kısa sürede kralın gözdesi hâline geliyor.
Gölgede kalmış bir karakter
Maiwenn yazıp yönetip başrolü üstlendiği film Fransız Devrimi döneminde Marie Antoinette’in gölgesinde kalmış gerçek bir karakteri perdeye getiriyor. Röportajlarında filmi yapmaya Sofia Coppola’nın “Marie Antoinette” filmini izleyip de Asia Argento tarafından canlandırılan Jeanne du Barry’yi gördüğünde karar verdiğini söylüyor Maiwenn. Kendi filminde de bu karakterin saray kurallarına meydan okuyan, halktan biri olarak anlatmayı hedeflemiş. Giyim kuşamıyla, selamlamaya itirazıyla, saçlarının şekliyle otoriteye meydan okumasına vurgu yapmış. Hatta saraydan, hayattan, kızlarından bezmiş kralı yeniden yaşama bağlayan, bir nevi kurtarıcı olarak konumlamış kendini.
Söz ‘kurtarıcı’dan açılmışken Maïwenn’in kadın ve erkek temsilinde metoo karşıtı olmasının sonuçlarını da filmde görüyoruz. Filmde kral, veliaht, kralın yardımcısı başta olmak üzere pek çok erkek onu koruyup kollarken Jeanne’ın hemcinsleri tarafından dışlanmaya, alaya maruz kalması belki o dönemin ruh hâline uygun olabilir ama başkarakteri bir kadın olan filmde bugün daha derinlikli bir bakış açısına ihtiyaç var artık.
Bunun haricinde filmin kostüm ve dekorlarıyla başarılı bir dönem filmi olduğunu belirtmek gerekir. O dönemde, o şatafatta ve o kostümlerle yaşıyormuş hissi veriyor; bir Külkedisi masalını gösterişli şekilde perdeye getiriyor.
Son dönemde “Karayip Korsanları”nın sürmeli gözlerine kendini hapsetmiş görünen Johnny Depp, “Jeanne du Barry”de eski performanslarını anımsatan çeşitliliği 15. Louis’ye yansıtmış, rolünün altından başarıyla kalkmış. Filmde göründüğü süre pek uzun olmasa da seyircide, hikâyede daha baskın olmasını isteme hissini uyandırıyor. Maiwenn ise sıra dışı simasıyla karakterinin ilginç yaşamını birleştirmiş. Ama bir yandan da “bu filmi kendim için yaptım” tavrını gözümüze sokmaktan kaçınmıyor.
Kedi de olmasa
Süper kahraman filmlerinin ataerkil klişelerden kurtulması, yeni klişelerin önünü açtı. Neden tüm kahramanlar erkek, neden kadın eli değmiyor bu filmlere, neden sistem sadece tek ırkın hâkimiyetinde ilerliyor vs. gibi şikâyetler arttıkça kahramanlıklar kadın dayanışmasına dönüştü, ırk çeşitliliği sağlandı ama onun da tabiri caiz ise kendi pazarı oluştu. Kahramanları kadın yapıp hikâyeye farklı ırklardan karakterler eklenince bu da son moda süper kahraman klişesi oluverdi. “The Marvels” gibi…
2019 tarihli “Captain Marvel”ın devam filmi olan “The Marvels” sözünü ettiğimiz yeni moda klişelerin hepsini içeriyor. Süper güçlere sahip üç kadın kahramanın dünyayı kurtarma mücadelesini izliyoruz. Hint kökenli genç Kamala Khan ile Bollywood’a selam göndermeyi ihmal etmeyen film gelişigüzel senaryosuyla ne heyecan yaratabiliyor ne de mizahıyla gülümsetebiliyor. Brie Larson’ın Captain Marvel karakterindeki ömrü ne kadar uzun olacak, tartışmaya açık. Üç saate uzayan süper kahraman filmlerinin aksine 1 saat 45 dakika ile hayli mütevazı duran “The Marvels”, üç saatlik filmlerin hissedilmeyen sürelerine karşın vasat altı senaryosuyla çok ama çok uzun sabır testine maruz bırakıyor seyirciyi. Filmin hiç mi hatırda kalıcı tarafı yok? Var, o da kedi Goose ve sürprizleri… Onun varlığı, tüm oyuncuları solluyor.