09.10.2020 - 11:18 | Son Güncellenme:
İhsan Dindar - milliyet.com.tr / ihsan.dindar@milliyet.com.tr
İnsanlık 100 yıl aradan sonra yeniden küresel bir salgını hatırladı. Aylardır tüm dünya Covid-19 salgını ile mücadele ediyor. Haliyle bu süre zarfında salgına dair literatür de gelişmeye başladı. Sizin derlediğiniz "Salgın: Tükeniş Çağında Dünyayı Yeniden Düşünmek" da bu kitaplardan biri. Böyle bir derleme fikri ortaya nasıl çıktı?
Pandemi hepimizi şaşkına çevirdi ve bir virüsle beraber pek çok şey üzerine düşünmeye başladık; hem de hiç olmadığı kadar... hem de belki ilk defa sadece kendi geleceğimizi değil, dünyanın geleceğini de. Dolayısıyla meselenin özünü sadece bir virüsün nerede, nasıl doğduğuna; dünyaya ne şekilde, ne hızla yayıldığına bakarak anlamak mümkün değildi. Evet, Covid-19’un düşündürdüğü pek çok konu var ve bunların çoğu onlarca, hatta yüzlerce yıldır meselemiz bizim. Konuyu çok yönlü boyutlarıyla ele alan; bilim, tarih, siyaset, ekonomi, çevre, toplumsal cinsiyet, sosyoloji, psikiyatri, felsefe, medya, edebiyat, sanat perspektifinden düne, bugüne ve yarına bakabileceğimiz bir kitap yapma fikri böyle doğdu.
Kitapta Paul Auster'dan Bekir Ağırdır'a çok geniş bir yelpazede, farklı mesleklerden insanlar bulunuyor. Bu isimlerin belirlenmesinde ne gibi kriterleri ve kaygıları göz önünde bulundurdunuz?
Dediğim gibi, meseleyi çok yönlü ele almak istedik. Derlemeye yazılarıyla katkıda bulunan yazarlar kendi uzmanlık alanlarında uzun zamandır takip ettiğimiz, duygu ve düşünce dünyalarına güvendiğimiz "sembol figürler". Onların bu süreci nasıl değerlendirdiğini merak ettik. Örneğin Bekir Ağırdır’ın merceğinden baktığımızda nasıl bir görüntü bekliyordu bizi? Salgın tarihini Nükhet Varlık nasıl anlatırdı? Pandemi ve beraberindeki ekonomik krize dair Selva Demiralp’in analizleri neydi? Bilim Akademisi üyelerinden Önder Ergönül’ün bilim alanında vurgusu ne olurdu? Küresel bir salgın üzerinden küreselleşme olgusunu, Fuat Keyman’ın kalemi bugün nasıl yazardı? Maske savaşlarına şahit olmuşken bir Avrupa fikrini Emre Gönen nasıl değerlendirirdi? İoanna Kuçuradi’nin felsefe ve insan hakları perspektifinden pandemi bize ne söylerdi? Melda Yaman kadın hak ve özgürlükleri bağlamında, Melek Göregenli ise “sosyal mesafe”lenme konusunda neye dikkatimizi çekerdi? Tecrit ve gözetleme toplumunda kolektif eylem ve protestoya dair Ayşen Uysal’ın bakışı neydi? Bir edebiyatçı olarak Paul Auster karantina döneminde neler hissetti? Derlemede onların objektifinden baktığımız yirmi değerli yazarımız var.
Elbette isimleri belirlemek pek kolay olmadı. Ama kitabın her aşamasında Can Yayınları ekibinin büyük emeği ve desteği var. Hepimiz sesini duymak istediğimiz yazarları birbirimizle paylaştık, yazarlara ulaşmak konusunda yardımlaştık. Yazarlar arasından da gelen konu başlığı önerilerini dikkate aldık; örneğin İlker Kayı’nın ele aldığı ve hepimiz için çok önemli olan halk sağlığı konusunu Fatih Artvinli olmasaydı atlayabilirdik. Kitapta yer almak istediği halde vakit darlığı nedeniyle mümkün olmayan yazarlar da var, Terry Eagleton ve Mehmet Ö. Alkan gibi ama onların başarı ve iyi dilekleri bizimle.
Hayata dokunan pek çok alandan bir başlığın konu edinildiği kitapta beni Gülcan Özer'in yazısında geçen "Çok hızlı yürüdük, ruhumuz geride kaldı" kısım beni çok etkilemişti. Kitapta genel manada sizi en çok etkileyen kısım hangisiydi?
Bu soruyu yanıtlamak zor, tüm yazılar içinde dediğiniz manada bir birinci seçemem. Aslında hem mesleğim gereği hem de akademik saiklerle ağırlıklı olarak kurgu dışı yani bilimsel ağırlığı olan metinler okuyor, değerlendiriyorum. Hepimizin bildiği üzere bu pek duygu yoğun bir tür değildir. Ne var ki Salgın kitabındaki tek tek, ayrı ayrı her metnin, düşündürdüğü kadar okurun duygu dünyasına da dokunabildiğini düşünüyorum. Yazarların sesini içeriden duyabildiğimiz için belki. Okuru dünyayı yeniden düşünmeye davet edecek olan da bu samimi sestir kanımca.
Gülcan Özer’in yazısında geçen ruhumuzun bedenimizin gerisinde kaldığı tespitini ben de çok çarpıcı buldum. Aslında bu diğer yazılarda da vurgulanıyor. Örneğin Kuçuradi, “Corona virüsü salgınının dünya insanlarının birçoğuna hatırlattığı bir şey de, geniş çapta unutulmuş bir değerlilik yaşantısı olan minnet duygusudur”, diyor. Çevre-ekoloji konusunu ele alan Mine Yıldırım ve Onur Akgül, bazı yaşamlar –hele ki bir sürü salgın, soykırım ya da savaş yaşamışken- “ihmal edilebilir, gözden çıkarılabilir, çıkar için yenebilir, kesilebilir, parçalanabilir” kılındığı müddetçe adil ve özgür bir yaşamın hiçbirimiz için mümkün olmayacağını söylüyor. Ruhumuzu nasıl ve nerede unuttuğumuza da dikkat çeken yazarlarımız var. Foti Benlisoy’a kulak verecek olursak, “Bir olay olarak felaketi, onu koşullayan ve yaratan felaketli koşullardan ayırmak mümkün değil,” derken “sadece nedenlerin değil, sonuçların da siyasal” olduğunun altını çiziyor; salgın ve beraberindeki ekonomik krizin kapitalizmin daima ihtiyaç duyduğu “yarıtıcı yıkım”a karşı bizleri uyarıyor. Kriz anlarının değişim için fırsatlar yarattığını hatırlatan Evren Balta, ulus devletin ve küreselleşmenin ne yönde ilerleyeceğini seçeceğimiz yolun belirleyeceğini söylüyor. Yani hepimiz değişimin özneleriyiz aslında. Bunu fark etmemiz gerek. Dünyayı yeniden düşünmenin; kendimizi, eylemlerimizi, seçimlerimizi de düşünmeyi gerektiğini bilmek gerek. Bunu değerli buluyorum. Socrates’te de Yunus Emre’de de dibine kadar okuduğumuz bu değil miydi? Kendini bilmek... Bu anlamda Salgın da bir ayna... kendine, ruhuna, ruhunu nasıl geride bıraktığına!, dünyadaki yerine, dünyaya bakma kitabı. Sonuçta bu dünyada bir arada yaşıyorsak hem dünyaya hem birbirimize hem de kendimize karşı sorumluluğumuz yok mu? İklim krizi bir başka coğrafyanın sorunu değildi hiçbir zaman ya da Avustralya’daki dev orman yangınları başka bir gezegende yaşanmadı. Evsizlerin, açlık sınırında yaşayanların, mültecilerin yani Bauman’ın tabiriyle “ıskartaya çıkmış hayatların” kaçının Covid-19’dan öldüğünü belki asla tam olarak bilemeyeceğiz. Öte yandan aşırı tüketim ya da tükenmişlik sendromlarıyla şerbetlenen hayatlarımız da var. İçinde yaşadığımız çağda Dünya’nın da ruhumuzun da kaynaklarını tükettik, tüketiyoruz. Tükenme bize şunu söyler: “Artık yok”. Öyleyse olması için var etmek gerek. Bu da emekle, arzuyla, dayanışmayla ve önce kendimiz, sonra da dünya üzerine düşünmekle mümkün.
Kitabın içinde ufuk açıcı ama insanlığın geleceğine dair bir o kadar da sarsıcı makaleler var. Kitaptaki son makale Görgün Taner'e ait ve o diyor ki "toplumun geleceği sanatla kurulacak" Sizce bu pandemi sonrası nasıl bir gelecek bekliyor bizleri?
Pek çok kişi gibi ben de artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünüyorum. “Salgın-sonrası”nın kamusal ve özel hayatımızda ayrı ayrı etkileri olacaktır. Belki Covid-19’un meşruiyet kaynağı olduğu uygulamalara bile karşılaşacağız ve bedenlerimize takılacak olan çipler, drone’larla gözetlenen kentler, yüz tanıma sistemleriyle donatılan toplu ulaşım araçları totaliter rejimlerin hegemonik araçlarına dönüşecek. Orwell’den hatırladığımıza benzer bir resim tahayyülü bu. Ama bizler değişim dümenini iyicil olana kırabiliriz. Bu bizim elimizde. Karantina sürecinde bir arada olabilmenin, dostlarımıza sarılabilmenin, sokakta özgürce yürüyebilmenin ne kadar önemli olduğunu fark edebildiysek ya da nadiren karşılaştığımız karşı komşumuzun orada ve hayatta olduğunu bilmek bizleri rahatlattıysa bu değişim fırsatını iyi kullanmak lazım. Amacı hep daha çok kazanmak, daha çok harcamak ve sürekli tüketmek olan “sahiplenici birey”den farklı bir “birey” anlayışı bu. Evinin dışında ve kendinden uzakta olan hiçbir hastalığın, adaletsizliğin, sorunun umurunda olmadığı bireyler olmaya devam edebilir miyiz artık? Bu anlamda, evet, bir empati ve “biz” duygusunun canlandığını düşünüyorum ben de. Bunun peşinden gitmeliyiz. Herkes için daha eşitlikçi, daha adil, daha özgür bir dünya düzenini kurmamız gerekiyor. Bu anlamda Görgün Taner’e katılıyorum, sanat çok güçlü bir alan: Sanatın evrensel diline ve kapsayıcılığına ihtiyacımız var. İnsan eliyle konmuş sınırları kaldırmaya da...
"Tellekt’te benzeri yayınlar görmeye devam edeceğiz"
Yine Tellekt'ten geçtiğimiz yıl Lee McIntyre'ın "Hakikat Sonrası" kitabını Türkçeye kazandırmıştınız. "Salgın" kitabında da Yenal Bilgici'nin bu konu hakkında bir yazısı var. Hakikat sonrası kavramı son dönemde epey güncellik kazanmış durumda. Tellekt'te benzeri yayınları görecek miyiz?
Tellekt için kavramlar, kavramlara nasıl yaklaştığımız önemli. Kavramlar içinden konuşmak, kavramlar üzerinden tartışmak, soru sormak da. Hakikat sonrası, kendi kavramının üzerine kurulu bir kitap. Keza Nesne Yönelimli Ontoloji ya da Hipernesneler. Matematiksel İmha Silahları “büyük veri” kavramının eleştirisi. Zamanın Düzeni, zaman kavramına fiziğin olduğu kadar felsefenin içinden de bakan bir metin. Örneğin, çok yakında okurla buluşacak olan Kökenler, Dünya’yı ve insanın tarihini “köken” kavramı üzerinden ele alacak. Tellekt’te benzeri yayınlar görmeye devam edeceğiz.
Sözü Tellekt'e getirmişken oradan devam etmek istiyorum. Kısa sürede kimileri tarafından belki de "ağır" sayılabilecek kitapları okurla buluşturdunuz. Fırsatı yakalamışken sormak istiyorum; Tellekt'in nasıl bir yayın politikası ve hedefi bulunuyor?
Tellekt, 2019 yılında yayın hayatına başladı. Fizikten felsefeye, genetikten ekolojiye pek çok alanda dünyada süregiden teorik tartışmaları ele alan, sosyal ve beşeri bilimler alanında güncel ve eleştirel tartışmaları içeren; aynı zamanda kamusal, entellektüel ve estetik kaygılarımıza yanıt arayan metinler arıyor ve bunları kültür hayatımıza kazandırmayı hedefliyor.
Salgın her şeyi olduğu gibi kaçınılmaz bir şekilde yayıncılık sektörünü de etkiledi. Bu süreçte yeni çıkaracağınız kitaplarda bir erteleme ya da iptal yaşadınız mı?
Karantina sürecinde kısa bir süre bekledik ve kitap basmadık ama kitapları yayına hazırlamaya devam ettik. Hatta eskisinden daha büyük bir hızda ve kendimizi daha çok kitaba verircesine... Sanırım böyle dönemlerde kitaplara daha çok sığınıyoruz. Bu süreçte online kitap satışlarının artması da bunun bir göstergesi olsa gerek. Haziran ayından beri hız kesmemecesine kitap çıkarmaya devam ediyoruz.