25.12.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seray Şahinler - Pera Müzesi, 2022’yi bu yıl kaybettiğimiz çok önemli bir sanatçıyı anarak uğurluyor… “Paula Rego: Hikâyelerin Hikâyesi” adlı sergi geçtiğimiz haziran ayında kaybettiğimiz figüratif sanatı, eserleriyle yeniden tanımlayan Portekizli sanatçı Paula Rego’nun yapıtlarından kesitler sunuyor. 87 yaşında yaşamını yitiren Rego, sanatının tüm evrelerini temsil eden eserlerini son olarak Tate Britain’da düzenlenen retrospektifte sergilemişti. Bu yıl Venedik Bienali’nde de bir işi yer aldı. Rego’nun son durağı İstanbul.
Çocukluk yıllarından itibaren resimle yanıp tutuşmuş belli ki Rego. İçine doğduğu Salazar rejimi ise onun hikâyesinde belirleyici unsurlardan olmuş. 1952’de öğrenciyken, Rego’ya yalnızca öğretim kurallarına göre kesinlikle yasak olan hikâyeleri resmetme izni verilmiş. Hocaları ciddi işleri erkek öğrencilerin yapacaklarını düşünerek onun ‘şapşal bir genç kız’ olduğunu söylemiş. Rejimin baskısı, erk, güç, kadına yönelik tutum, o yıllarda Avrupa’da baskın olan kürtaj meselesi hayatı boyunca sanatına hep konu olmuş.
Düzeni ters yüz eden işler
Sergide yer alan sanatçının yağlı boya, pastel, karakalem ve akrilik resimler ve yerleştirmeler Rego’nun kişisel ve toplumsal mücadeleyi odağına alan 1960’lı yıllara ait erken dönem işlerini, 1990’larda ürettiği tek figürlerden oluşan, güçlü anlatımlara sahip büyük boy resimlerini ve 2000 yılından sonra ürettiği katmanlı sahnelerden oluşan çalışmalarını sunuyor.
Her resim kuşkusuz ki bir hikâye anlatır fakat Rego’nun eserleri birden çok hikâyeyi barındırıyor. Bu eserler üzerine sayısız hikâye anlatabilirsiniz. Sizi ters yüz eden kocaman yüzlere, renklerin yarattığı estetik ama bir o kadar da kaotik tablolara bakarken, kumaş üzerine tasvir edilmiş bir savaş sahnesini seyrederken, kâğıt üzerine pastel boyayla yapılmış ‘depresif’ kareleri izlerken zihninizde onlarca hikâyeyi kurgulayabilir, hayattaki her şeyin birbiriyle nasıl ilintili olduğunu düşünüp parçaları birleştirebilirsiniz.
Her resim Rego’nun ruhuyla sesleniyor izleyiciye. Onun düş dünyasında yazılmış, hiyerarşiyi tepetaklak eden eserler bunlar. 1944 tarihli “Otur” adlı eser her ne kadar itaatkâr bir metinlemeye sahip olsa da sanatçının özgür ruhunu temsil ediyor. Sanatçı da zaten “Favori temalarım güç oyunları ve hiyerarşiler. Her zaman işleri tersine çevirip, kadın kahramanlarla aptalların yerini değiştirerek kurulu düzeni alt üst etmek istiyorum” diyor.
Eserlerin Rego’dan izler taşıdığını belirtmiştim. “Operalar” serisindeki “Aida” ve “Traviata” adlı tablolarda sanatçının hamileliğini ailesine açıkladığı andan itibaren yaşadıklarını bir senfoni tadında izliyoruz. 1212 yılında düzenlenen Çocuk Haçlı Seferleri’ne atıf yaparak “Bir kültür nasıl olur da savaşa gitmeleri için çocuklarının beyninin yıkar” sorusunu irdelediği “Ksar El-Kebir Savaşı” ise Rego’nun sosyopolitik ‘derdini’ en iyi anlatan eserlerden. Serginin en çarpıcı işlerinden biri “İbadet Odası.” 2008-2009 tarihli eser, Londra’daki Foundling Museum’un bir sergisi için yapılmış. Referansı ise 1739 yılında Thomas Coram’ın kurduğu Britanya’daki terk edilmiş çocuklara yönelik ilk kurum olan Foundling Hospital. Yarı heykel yarı resim olan bu iş, yüzyıllarca çocukları nasıl terk ettiğimizin, iki yüzlülüğümüzün çocukların esirgenmesine nasıl sekte vurduğunu hatırlatıyor.
Küratörlüğünü Alistair Hicks’in üstlendiği sergi 30 Nisan’a kadar ziyaret edilebiir.