11.11.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL
MÜJDE IŞIL- 2020 sadece pandeminin hayatımızı allak bullak ettiği bir sene değil, ani kayıplarla şaşkına döndüğümüz bir dönemdi de… Perdenin Black Panther’i Chadwick Boseman’ın 44 yaşında vefatı işte bu döneme denk geldi. 2016’da kolon kanseri teşhisi konduğunu ve bunu gizli tuttuğunu, 28 Ağustos 2020’deki vefatıyla öğrendik. Sadece seyirci ve sevenleri değil Marvel evreni de şaşkındı çünkü ortada devam ettirilmesi gereken bir seri vardı. Önceleri Black Panther’in başka bir oyuncu tarafından canlandırılması ve devam ettirilmesi düşünüldü, ailenin görüşü alındı. Sonunda bu karakterin sinema yolculuğunun Chadwick Boseman ile sona ermesine, onunla özdeşleşmiş karakterin başka bir oyuncu tarafından ya da dijital olarak canlandırılıp yeniden şekillendirilemeyeceğine karar verildi. Ve böylece perdeye, ilk filmdeki hemen hemen aynı ekiple ve “anısına” ruhuyla yapılan “Black Panther: Wakanda Forever/Black Panther: Yaşasın Wakanda” geldi. Üstelik Marvel Sinematik Evreni’nin 30. filmi olarak…
Hatırlanacağı gibi ilk film Prens T’Challa’nın, Birleşmiş Milletler’deki patlamada ölen babasının yerine, kral olmaya layık olduğunu ispatladığı bir güç sınavını geçmesiyle başlamıştı. “Black Panther: Yaşasın Wakanda” da Kral T’Challa’nın vefatı ve cenazesi ile açılıyor. Bundan sonra Wakanda ülkesinin tahtına ana kraliçe Ramonda oturuyor. Prenses Shuri abisinin yasını tutarken teknolojik araştırmalarına devam ediyor. ABD ve Fransa’nın başı çektiği Batılı güçler ise Wakanda’daki vibranyum madenine göz dikmiş durumda. Bu madeni ele geçirmek için verdikleri uğraş, Talokan halkıyla herkesi karşı karşıya bırakıyor.
Bir yerine çok kahraman
İlk film, süper kahraman klişelerini siyah karakter üzerine kodlayıp türe bir yenilik getirmemesine rağmen özellikle Amerika’da pek sevilmişti. Chadwick Boseman’sız ve tek bir süper kahraman olmaksızın yeni hikâyenin nasıl kurulacağı sorununa, stüdyo tarafından şöyle bir çözüm bulunmuş: Yönetmen Ryan Coogler ve senaryoyu beraber yazdığı Joe Robert Cole, tek ve ana kahramanın macerası yerine birden fazla karakterin öne çıktığı ve kadınlar üzerine kurulu bir hikâye ile ilerlemiş.
İlk bakışta, tek kahraman yerine çoklu kahraman ve kadınların gücü teması mantıklı bir karar gibi görünüyor. Farklı ırktan ya da Batılı fark etmez, dünyayı kurtaran erkek klişesinden boğulmadan bugünlere gelebildik çok şükür. Lakin sırf kadın kahramanlar olacak diye üstün körü yazılmış senaryolara da başyapıt diyemeyiz. “Black Panther: Yaşasın Wakanda”nın senaryosu iki arada bir derede kalıyor açıkçası. Filmin güçlü kadınlar olgusunu etkin şekilde kullandığı yerler de var ama genelde “hikâye başka türlü yürümeyecek” diye tek boyutlu yazılmış kadın karakterler göze çarpıyor. İşte bu noktada çoklu karakter kullanımı hikâyenin odağını dağıtıyor ve parça parça, bölünmüş hikâyelerin birbirine iliştirildiği, üç saate yakın bir seyir ortaya çıkıyor.
İşin politik tarafına gelince… Batı’nın sömürge geçmişine atıf yapan, “intikam duygusu kötü bir şeydir” gibi ilkokul seviyesinde ders veren film, aslında çok sorunlu bir yerden kuruyor hikâyeyi. Batı’nın Afrika gibi ötekileştirdiği bir kıtanın hayali ülkesinin halkı ile Avrupalı sömürgeciler tarafından katledildikten sonra okyanus altında özgür bir ulus kurmuş, bir başka “öteki” halk olan Talokanları birbiriyle savaştırmak, masumane bir kurgu gibi gelmiyor doğrusu. Üstelik Batı dünyası rahat rahat köşesinde otururken… Yok eğer filmin, “siz birbirinizle savaşırken Batı, zenginliklerinizi sömürüyor” gibi bir eleştirisi var ise o zaman da Batı’ya saldırma hırsıyla suçladığı Talokan kralını haklı çıkarmış oluyor.
Filmin müzikleri, senaryosundan daha iddialı zira Rihanna’nın imzası var. Yıllar sonra müziğe geri dönen Rihanna, Tems ile birlikte Chadwick Boseman anısına bu film için “Lift Me Up”ı yazıp seslendirmiş. Bu güzel şarkı, filmin bitiş jeneriğinde yer alıyor. Filmin ek finalinde ise kül yutmaz sinemaseverlerin tahmin edebileceği ama yine de izleyince duygusallaştıran sürpriz bir sahne var.