Kültür SanatGELİYORLAR, GELDİLER

GELİYORLAR, GELDİLER

01.11.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Sonbahar kapıyı çalmak üzereyken müzik piyasası da yeni yeni albümlerle doldu. Klasik cazın, rock’ın, soul’un ve blues’un üstüne 2000’leri ekleyen gençler, rock’ı pop’a, hip hop’ı funk’a bulayaraktan geliyorlar...

GELİYORLAR, GELDİLER

GELİYORLAR, GELDİLER

Sonbahar kapıyı çalmak üzereyken müzik piyasası da yeni yeni albümlerle doldu. Klasik cazın, rock’ın, soul’un ve blues’un üstüne 2000’leri ekleyen gençler, rock’ı pop’a, hip hop’ı funk’a bulayaraktan geliyorlar...
BERRİN KARAKAŞ
YAZ bitti. Şimdi elde çay, ev ortamında keyif yapma zamanı. Sonbaharın kasvetiyle başa çıkmanın çaresi de kuşkusuz müzik. Öyleyse; hüzün severlere hüzün, hiç gelemeyenlere funk verelim. Alternatif bol. Özellikle İngiltere’nin puslu havasından kasılıp gitarlara sarılan yetenekli arkadaşlar habire üretiyorlar. Durum böyle olunca, bu aralar dinleyebileceğimiz yeni albümleri oturup seçelim dedik.
Açılışı Cardigans grubunun solisti Nina Persson’ın ilk solo albümü "A Camp" ile yapıp, ardından 50’lerin en önemli prodüktörü Don Costa’nın kızı Nika Costa’nın "Everybody Got Their Something"ine geçelim.
Bazı kadın vokaller vardır. Nezleli nezleli çıkar sesleri. İşte Nina Persson onlardan biri. İsviçreli heavy metal delisi iki adam Peter Svensson ve Magnus Sveningson’un 1990’da kurduğu Cardigans grubunun bu kadar ünlü olmasının altında da bu ses yatıyor. Bu yüzden Nina Persson solo albüm yapmakla pek iyi etmiş. Grup ilk başlarda country pop tarzı takılsa da, ilerleyen senelerde yalnızca bir pop grubu olmadığını ispatladı. Ama A Camp’in ikinci şarkısı "I Can Buy You"da olduğu gibi country havası hâlâ ağır bir şekilde hissediliyor. Albümün 4. parçası "Such a Bad Comedown" ile Marilyn Monroe’ya, "Hard As a Stone" parçasıyla da P. J. Harvey’e dönüşüyor Persson. Parçalar arası yumuşak ritimlerden, hard gitar ve bateri solalarına geçiş oldukça fazla. Bu arada albümün son parçası "The Bluest Eyes in Texas", "Boys Don’t Cry" filminin soundtrack’inden haberiniz olsun.
Şimdi de MTV’nin yeni seksi gülü Nika Costa’ya geçelim. İnsanın Dinah Washington, Tony Bennett, Sarah Vaughan gibi starlarla çalışmış prodüktör bir babası olunca demek ki ortaya Nika Costa gibi biri çıkıyor. Doğal olarak ilk 45’liğini 7 yaşında yapıyor Costa. Milan’daki Don Costa orkestrası ile "On My Own"u söylüyor. Çocukluğu babasının stüdyosunda; Quincy Jones, Sly Stone gibi ünlülerin arasında geçiyor. Herkes Nika Costa’dan Frank Sinatra’nın torunu diye bahsediyor ama değil. Sinatra’nın sadece babasının çok yakın arkadaşı olduğunu söylüyor bir söyleşisinde. Olsun; ona göre Frank Sinatra herkesin büyükbabası. Nika Costa için Tina Turner ile dişi Michael Jackson arası bir tarz dersek abartmış olmayız herhalde. İlk kez dinleme fırsatı bulduğumuz "Everybody Got Their Something" albümünde yok yok. Funk, soul, hip hop, rock, elektronik dans ve tabii ki blues... Mesela albümün ilk parçası "U.B Jesus"; hangi enstrüman, nasıl kullanılmış bir türlü anlamıyorsunuz. Kesin olan bir şey var ki; o da Costa’nın hiç kimselere benzemeyen kendine ait tarzı... Kendisi de bunun farkında. Bu kadar çıtır popçunun arasında tarzını yaratmış olduğunu söylüyor. Müziğinden fazlaca belli olmasa da hayli duyarlı bir insan Costa. Kocasının albümü için hazırladığı "Master Blaster" şarkısını Jacques Chirac’ın Güney Pasifik’te yaptığı bomba denemeleri üzerine ölen balıklar için yazmış. Bir Etta James ve Aretha Franklin hayranı oluşu da onun hakkında bir şeyler söyler sanırım. Esasen Tommy Hilfiger’ın reklam spotunda söylediği şarkı ile keşfedilmiş Costa. Böyle bir dönemde hiç de şaşırtıcı bir durum değil tabii.
Hazır açılışı kadın vokallerle yapmışken Donald Duck ve Alicia Keys birleşimi "siyah" ses Macy Gray’in ikinci albümü "The ID" e geçelim. Gray için artık söyleyecek çok fazla bir şey var mı bilmiyorum. 1999’da çıkardığı "On How Life Is" ile onu yeterince tanıdık. Öyle görülüyor ki "The ID" de ilk albüm gibi yılın albümü listelerinde en baştaki yerini alacak. Bu arada efendi soul’cu Erykah Badu, hip hop diyarlarının has elemanı Mos Def ve Red Hot Chili Peppers’ın John Frusciante’si albümde konuk sanatçılar olarak bulunuyorlar. "Related To a Psychopath", "Sexual Revoluation" gibi şarkılarla Gray yine 70’lerin klasik soul ve R&B’sinden bugüne çığlık çığlık geçiyor. 5. parça "Sweet Baby" ise Grayvari bir blues balladı. Kendine ait psychedelic discosoul dilinin bas bas bağırdığı 8. parça "Don’t Come Around"u da unutmayalım.
Bu kadar kadın vokal yeter diyorsanız hemen geleceğin Radiohead’i olarak görülen İngiliz grup Muse’a geçelim. Coldplay grubu için de böyle denmişti ve bence bu geyik artık sıktı. Muse’un kapağına bakınca aklınıza hemen Radiohead geliyor. Tasarımlar aynı, stil aynı. Dertler de sanki aynıymış gibi gösterilmiş. Muse da "Origin of Symmetry" albümü ile kafayı simetriye takmış oluyor. Ama tabii ki bir tane Thom Yorke var. Yeni klipleri "Knives Out"u seyrederseniz ne demek istediğimi daha kolay anlarsınız. Sonuçta geleceğin Radiohead’i diye bir şey yok. Üstelik adamlar taş gibi; hepsi yaşıyor. Ne oldu ki gelecekteki versiyonlarını aramaya başladık. Sadece prodüktörleri aynı deyip konuyu kapatalım ve daha fazla sinirlenmeyelim.
Bir yeni albüm de neşeli şarkılar grubu Cake’den. Kendilerini "I Will Survive" ve "Perhaps Perhaps Perhaps" parçalarının yorumlarından hemen hatırlarsınız. İkisi de 1996 "Fashion Nugget" albümlerinin tüm dünyada olduğu gibi, bizde de en çok tutan parçalarıydı. Grubun son albümleri "Comfort Eagle"da diğer üç albüm gibi komik kritiklerle dolu. Avrupa aristokrasisinden, klasik opera şarkıcılarına kadar... Perküsyonlar, davul, bas ve trompet gibi enstrümanlarla taşlamacı bir bando havası veren bu neşeli çocukların albümünü edinmenizi tavsiye ederim. Sırada boş neşe dolu grup Jamiroquai var. 70’lerin disko funk’ını bu güne taşımaya çalışan ama aslında pek de beceremeyen bir grup Jamiroquai. Yeni ve 5. albümleri "A Funk Odyssey" neredeyse diğerleriyle aynı. Yani grubun solisti Jason Kay İngilizlerin komik şapkalı adamı olmaktan öteye gidememiş. Tekrar tekrar aynı şeyleri dinlemeye niyetliyseniz pekala albümü edinebilirsiniz. Ben olsam o parayı hiç değilse yeni bir şeyler dinlemek adına Amerikalı grup "Alien Ant Farm"ın son albümü "Anthology" ye ayırırım. En azından içinde nefis bir Michael Jackson; "Smooth Criminal" yorumu var. Alient Ant Farm’ı bu seneki MTV video ödülünün açılışında izlemişsinizdir. Yani bu ara kendileri "independent rock" kulvarlarında bayağı tutuluyor. "Anthology" biraz fazla gürültülü olduğundan 20 yaş üstü insanları biraz kasabilir ona göre. Albümün aranjörlüğünü de David Campbell yapmış haberiniz olsun.

GELİYORLAR, GELDİLER
Şimdi de dört Alman ve bir İrlandalıdan oluşan grup Reamonn’a geçelim. İlk single’ları "Super Girl" ile ortalığı ayağa kaldıran grup "Tuesday" albümünden ikinci single "Josephine" ile geliyor. Şarkı masalsı bir çocuk şarkısı gibi başlayıp birden sertleşiyor ve sonra yine aynı yumuşaklığa geri dönüyor. Bu arada grubun Almanya’da "Dream No 7" diye bir albümü daha var. Çok çok seviyorsanız bir şekilde internet yoluyla edinebilirsiniz.
Yazıya son vermeden birkaç yeni haber verelim. İngiliz grup Travis’in Stanley Kubrick’e adadığı "The Man Who" albümleri ve grunge müziği 2000’lerde başarıyla icra eden Creed’in ilk albümü; " My Own Prison" kaset formatında Sony’den çıktı. Bir de Universal ve Radyo Eksen’in birlikte hazırladığı "Smash Rock" toplaması var yeniler arasında. Portishead’den, Blink 182’ye, Smash Mouth’dan Cold’a kadar tam 16 parça.