04.12.2017 - 17:30 | Son Güncellenme:
Roma 'nın banliyösünde yaşayan çevirmen Vittoria (Monica Vitti),sorunlarla geçen bir geceden sonra yazar olan nişanlısı Ricardo (Francisco Rabal)'dan ayrılır ve Roma'ya bir borsa bağımlısı olan annesini ziyarete gider.Burada borsa simsarı Piero (Alain Delon) ile tanışırlar.Bir materyalist olan Piero ile mutsuz ve boşvermiş Vittoria arasında başlayan yakınlaşma ikisinin de yanlızlıklarına son vermez.
Edmund, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra harabe olan Almanya'da yaşayan küçük bir çocuktur. Babası yatalak olduğu için, kardeşleriyle beraber eve ekmek getirme görevi ona kalmıştır. Türlü türlü hileler ve hırsızlıklarla ailesinin karnını doyurmaya çalışan küçük Edmond, günün birinde bir öğretmeni tarafından keşfedilir. Ancak öğretmenin onun beynini yıkayıp, ondan her anlamda faydalanmaktan başka bir amacı yoktur.
Cassavetes'in başyapıtlarından biri olan Etki Altında bir Kadın?da Gena Rowlands ile Peter Falk üç çocuğu olan orta sınıf bir aileyi canlandırır. Akıl sağlığı düpedüz bozulan bir kadını oynayan Gena Rowlands, filmde hayatının performansını sunmuştur. Mabel Longhetti alt-orta sınıftan Los Angeles'lı bir evkadınıdır; kişilik duygusu öylesine zayıftır ki, kendini sadece kocasının sevgisi ve çocuklarının bağlılığıyla tanımlar. Kocası Nick, bir inşaat ekibinin şefidir; coşkulu bir yapıya sahip, insanlarla birlikte olmayı seven bir tiptir. Mabel umutsuzca onu hoşnut kılmak ister ve yalnız olduklarında bunu yapar da. Uyuşurlar ve birbirlerini severler. Ama çevrede insanlar varsa, Mabel biraz kaçık bir hal alır. Nasıl davranması gerektiğinden emin değildir, çünkü kim olduğundan emin değildir. Mabel çevresindeki her tür etkiye karşı savunmasızdır; güvensizdir, hiperdir, maniktir. Fazlaca güler ve kendini zorlar. Etrafta başkaları olduğunda iyi değildir. Bu yüzden de kocası sonunda yapması gerektiğini düşündüğü şeyi yapar ve onu bir akıl hastanesine yatırır. Peki o ne olacaktır? Nick de Mabel kadar çılgın, hatta belki ondan da çılgın değil midir?..
Marion (Janet Leigh) ve sevgilisi Sam (John Gavin), evlenmek istedikleri halde, evlilik için yeterli paraları olmadığı için evlenemezler. Marion’un patronu banka hesabına yatırması için 40 bin dolar verince, Marion parayı çalar ve Phoenix’i terk eder. O geceyi yol üzerinde bir motelde geçirecektir. Marion ile arkadaş olan motelin genç sahibi Norman Bates (Anthony Perkins), Victoria döneminden kalma büyük bir konakta, hasta ve zor bir kadın olan annesiyle birlikte yaşadığını anlatır ve Marion’u eve davet eder. Marion gece yatmadan önce duş alırken yaşlı kadın ansızın ortaya çıkar ve duştaki Marion’u bıçaklayarak öldürür. Dakikalar sonra ortaya çıkan Norman büyük bir soğukkanlılıkla yerdeki kan izlerini temizler ve Marion’un cesedini kucağına alarak, kızın arabasının bagajına yerleştirir. Sonra da arabayı yakındaki göle doğru sürerek gölün çamurlu sularının cinayet kanıtlarını yutmasını izler. Kaybolan kızı izleyip, bulmayı üç kişi üstlenmiştir. Lila (Vera Miles), Sam ve parayı bulmakla görevlendirilen sigorta müfettişi Arbogast (Martin Balsam)… Arbogast’ın araştırmaları onu motele götürür. Orada Norman ile konuşur ama Norman’ın onu annesiyle tanıştırmayı kabul etmemesi kuşkularını çoğaltır ve yaşlı kadınla konuşmak için eve gizlice girer. Merdivenlerden ilk kata çıkar ama tam adımını döşemeye attığı anda bıçaklanarak öldürülür ve cesedi merdivenlerden aşağı yuvarlanır. O sırada Lila ve Sam, kasabanın şerifinden Norman Bates’in annesinin öldüğünü ve sekiz yıl önce gömüldüğünü öğrenirler. Motele giderler. Lila evi aramaya kalkışınca, ölümden zor kurtulur. Mücadele sonunda, Norman’ın çift kişilik taşıyan, şizofrenik birisi olduğu ve ölmüş annesini temsil ederken de insan öldürmeye eğilimli bir manyak olduğu açığa çıkar. Alfred Hitchcock'un başyapıtlarından biri olarak kabul efdilir.
Filmde, birçok maceracının yaptığı gibi Klondike Altına Hücumu hareketinde Alaska'ya altın aramak için giden "Küçük Serseri" Şarlo'nun buradayken çektiği sıkıntılar, düştüğü komik durumlar, hırstan gözleri dönmüş insanların zaaflarını görmesi ve bu arada aşkı bulması anlatılmaktadır. Filmin en unutulmaz sahnelerinden biri de kendi gibi iki altın arayıcıyla birlikte kar fırtınasının ortasında uçurumun kenarına sürüklenmiş bir kulübede mahsur kaldıkları sahnedir. Ayrıca yemek niyetine "ayakkabısını yediği" sahne de akıllara kazınan ve sinema tarihine geçen sahnelerden biridir.
Edmundo ve Lucía de Nobile, kendileri gibi seçkin olan dostları için evlerinde bir yemek daveti verir. Yemeğin başlamasına yakın belirgin bir sebep olmaksızın kendilerini huzursuz hissetmeye başlayan hizmetçiler, çeşitli bahaneler bulup birer ikişer evi terk etmeye başlarlar. Yemek başladığında, başuşak Julio (Claudio Brook) dışında tüm yardımcı personel evden ayrılmıştır.Yemek sonrası saat iyice ilerler; ancak neredeyse yirmi kişiyi bulan konuklardan hiçbiri evden ayrılmaya niyetli değildir. Hepsi bir bahane bularak geceyi orada geçirmek ister. Ev sahipleri bu duruma bir hayli şaşırsa da onları ağırlamak zorunda kalır. Herkes salonun geniş bir bölümünde uykuya dalar. Ertesi gün aslında ordan gitmek istemediklerini değil, bir şekilde gidemediklerini fark ederler. Belirgin bir sebep olmadığı halde kimse salondan dışarı çıkmak istemez. Bu durum kısa sürede herkesi zor durumda bırakacak, açlık, susuzluk ve pislik nedeniyle sinirler iyice gerilecek; sık sık tartışmalar yaşanacaktır.Evdekilerin durumu kısa süre sonra dış dünya tarafından da fark edilir ama kimse evin bahçesinden içeriye girip onlara yardım edemez. Mantıklı bir sebep olmaksızın Edmundo Nobile ve konukları evde hapis kalırlar. Dışarı çıkmaları için gerekli şartların oluşması birkaç gün sürer ve bazı konukların ölümü, intiharı, kavgaları içerisinde bu süre bir hayli meşakkatli geçer. Bu seçkin gruptaki kişilerin bir kısmı iradeli bir tavırla insanca davranmakta ısrar etse de grubun büyük bir kısmı toplumsal baskının zayıfladığı bu olağanüstü şartlar altında kaba, saldırgan ve bencil olacaktır.
Olaylar 1944 yılında Nazi Almanyası'nın kontrolünde Kuzey İtalya'da kurulmuş kısa ömürlü bir kukla devlet olan ve "Salò Cumhuriyeti" olarak da bilinen faşist İtalyan Sosyal Cumhuriyeti'nde geçer. Şehrin ileri gelen seçkinlerinden dört sefih 9 kız 9 da erkek 18 genç insanı yakalayıp bir şatoya kapatırlar. Beraberlerindeki 4 yaşlı fahişe ile birlikte 120 gün boyunca bu genç kölelere bir dizi fiziksel, ruhsal ve cinsel işkence uygularlar.
Birçoklarına göre Tarkovsky’nin en derinlikli eseri olan Ayna, yönetmenin kendi yaşamından yola çıkarak aşk, anılar, bağlılık ve belki de hayatın kendisi üzerine şiirsel bir film. Tarkovsky’ninki olup olmadığı belirsiz, orman içinde bir kulübede, II. Dünya Savaşı’nın öncesinde, yönetmenin eski karısı, annesi, babası, kendi ve ebeveynlerinin kuşakları arasında gidip gelerek anlatılan bir rüya, Ayna’nın yansıttıkları.Efsanevi yönetmenin anne ve babasının gerçekten iştirak ettiği film, ailenin evlerinin eskiden bulunduğu aynı yere hakikaten inşa edilen bir kulübede çekildi. Baba Tarkovsky şiirlerini kendi sesiyle okudu. Anne ise kameranın karşısına geçti.Eleştirmenler Tarkovsky’nin aslında bu filmi Solaris’ten önce çekmek istediğini ancak Sovyet sansürcülerden ürktüğü için politik olarak daha az ristli olan filmi öne aldığını söylerler.
Bresson'un kral arthur efsanesini yorumlayarak Lancelot'un üzerinden anlattığı filmidir
Filmin baş kahramanı bir eşektir ve doğduğunda ilk sahipleri olan çocuklar tarafından bir oyun olarak vaftiz edilirken Balthazar ismi verilmiştir. Filmde Balthazar'ın doğumundan ölümüne kadar olan çileli öyküsü ve ona paralel olarak olayın geçtiği köyün ve oradaki yaşamın öyküsü 'resmedilir'. Eşek kimisi şefkatli kimisi zalim çeşitli sahipler arasında el değiştirdikçe ve onlardan eziyet gördükçe bir anlamda yüklerini çektiği bu insanların günahlarını da çeker.