21.11.2017 - 15:56 | Son Güncellenme:
Willie Parker ... on yıl sonra onlardan intikam için geldi.The Hit 1984 İngiliz yapımı psikolojik gerilim filmidir. Türkiye'de sinemalarda gösterildiğine dair bir kayıt bulunmayan bu suç filminin adı Türkçe'de kiralık katilin hedefi gibi bir anlama gelmektedir.İngiltere'de birlikte banka soydukları çete arkadaşlarını ele verme ve mahkemede aleyhlerinde ifade verme karşılığında serbest bırakılan ve artık yeni kimliğiyle İspanya'da yaşayan eski bir gangsterin (Terence Stamp), on yıl sonra intikam isteyen eski 'dostları' tarafından İngiltere'den gönderilen iki profesyonel katil (John Hurt ve Tim Roth) tarafından yakalanması ve geri götürülmesi sırasında yaşananların anlatıldığı bir tür yol filmi olan "The Hit"in Avustralya'da basılan bir sinema afişinde kullanılan tanıtım sloganı şöyleydi: "Kadere doğru bir yolculuk" Yönetmenliğini Stephen Frears'ın yaptığı filmin senaryosunu Peter Prince yazmış, başlıca rollerinde İngiliz sinemasından John Hurt, Terence Stamp, Tim Roth ve Avustralyalı Bill Hunter'ın yanı sıra İspanyol sinemasının iki ünlü oyuncusu Laura del Sol ve Fernando Rey oynamışlardır. Müziklerini Paco de Lucía'nin yaptığı filmin jenerik müziğini Eric Clapton bestelemiş ve yorumlamıştır.
Hikâye bir cinayet davasındaki yargıcın jüriye talimatlar verdiği kapanış konuşmasının sonrasında başlar. Amerikan yasalarına göre jürinin kararı (suçlu ya da suçsuz) oybirliği ile alınmalıdır. Oybirliği ile alınmamış olan karar jürinin kendini feshetmesi ve davanın yeniden görülmesi anlamına gelir. Jürinin karara bağlaması gereken konu şehrin fakir bölgesinde yaşayan bir çocuk zanlının babasını öldürüp öldürmediğine karar vermektir. Jüri ayrıca sanığın suçlu bulunması halinde uygulanacak cezanın idam olacağı (elektrikli sandalye) konusunda bilgilendirilir. Sonrasında on iki jüri üyesi davayı tartışacakları ve birbirlerinin kişiliğini tanıyacakları jüri odasına girerler. Filmin bundan sonraki konusu jüri üyelerinin, bazı durumlarda önyargılara dayanan, oybirliğine ulaşma yolunda karşılaştıkları zorluklar etrafında döner. 8. jüri ilk oylamada farklı bir görüş bildirir. Sekizinci jüri delillerin ikinci dereceden olduğunu ve çocuğun adil bir tartışmayı hakettiğini belirtir. Sorgulamaya, sadece iki cinayet tanığının olmasının güvenilirliği ve kesinliği, cinayette kullanılan bıçağın belirtildiği gibi eşsiz olmaması (cinayette kullanılan bıçağın aynısını cebinden çıkararak diğer üyelere gösterir) ve diğer şüpheli durumları göz önüne alarak başlar.
İkinci Dünya Savaşı sırasında Guadalcanal da savaşan bir grup Amerikalı erkeğin değişmelerinin, acı çekmelerinin ve kendileriyle ilgili önemli keşifler yapmalarının öyküsü. Film Pasifik adalarında Japonların ilerlemelerini durduracak olan, savaşta anahtar görevi görmüş çatışmalardan birini arkaplanına almış. Ama öykü, bunun ötesinde, hayatta kalmak için savaşan, korkunç stres altındaki insanların aralarında gelişen güçlü bağların arasında dolaşıyor.
Berlin polis müfettişi Lohmann, bir dava üzerinde çalışmaktadır. Tüm ipuçlarının tek bir adamı, akıl hastalığı nedeniyle yıllardan beri hastanede yatan Dr.Mabuse’yi, işaret ettiği bir dava…Nazi propaganda bakanlığı tarafından sakıncalı görülerek yasaklanan, psikopat amaçlara sahip bir suç imparatorluğunu anlatan film. 1933′de çekilmiş olan bu filmi, Lang aynı setleri kullanarak filmi bir kez de farklı oyuncularla fransızca çekmiştir. Film Almanya’da 1952 yılına kadar yasaklı kalmıştır…
Viena’da Amerikalı, genç bir kadın, aşırı dozda ilaç alarak intihar girişiminde bulunur. Kadın hastahanede tedavi altına alınır. Bu sırada bir polis memuru hastanın sevgilisinde bir şeylerin doğru gitmediğinden şüphelenerek, genç kadının Amerikalı profesör sevgilisinin geçmişini araştırmaya başlar ve biz filmdeki geri dönüşler vesilesiyle kadının intihara kadar uzanan olaylar zincirine tanık oluruz; alkol problemi, profesörle olan fırtınalı ve tutkulu cinsel yaşamı, birtakım korkuları ve Çek asıllı kocasından yabancılaşmaya başlama süreci...
1942 İngiliz askerinin de Jack Celliers bir Japon esir kampında geliyor.Kamp disiplini, şan ve şeref sağlam bir inanca sahip Yonoi tarafından yönetiliyor.Ona göre, mahkumlar korkak ve müttefik.Mahkumlar, tercüman John Lawrence, biri ama, düşünme japanese şekilde anlatmaya çalışan bir hain olarak kabul edilir.
Yapımı : 1989 - ABDTür : Belgesel, TarihSüre: 80 Dak.Yönetmen : Al ReinertOyuncular : Buzz Aldrin, Jim Lovell, Richard Gordon, Alan Bean, Michael Collins
Phillip Glass’ın unutulmaz müzikleriyle belleklere çakılan Koyaanisqatsi, görüntülere dair bir festivali çağrıştırıyor. 1983 yılı itibariyle devrim niteliğinde olan film hayatın imgesel dengesine(ve dengesizliğine) yakılan bir ağıt niteliğinde. Görüntüden görüntüye geçerek, sonunda tüm görüntülerin tek bir görüntünün yansımasından ibaret olduğunu ispatlamaya çalışan film, tabiat bilimleriyle ve sosyal-antropolojiyle bağlarını sıkılaştırıyor.Otuz yıldır hayatın anlamını görüntülerin toplamından çıkarsamaya çalışan yönetmen Godfrey Reggio'nun en iyi belgeseli olan Koyaanisqatsi; doğa ve medeniyet arasındaki çelişkiyi ortaya koyan, Powaqqatsi ve Naqoyqatsi ile beraber oluşan bir üçlemenin ilk ayağını teşkil ediyor. 6 yılda toplanan görüntüleri ve 3 yılda hazırlanan müzikleriyle, hiçbir diyalog içermemesine rağmen gelmiş geçmiş en etkileyici belgesellerden biri olduğuna şüphe yok.
Amerikalı sigara kaçakçısı Guy Van Stratten (Robert Arden) ve kız arkadaşı Mily (Patricia Medina), tekneleriyle demir attıkları Napoli limanında gece yarısı bir cinayete şahit olurlar. Konumları gereği uzak durmaları gerekirken bıçaklanan ve ölmek üzere olan bir adamın (Grégoire Aslan) yardımına koşarlar. Olay yerine gelen polisler oradan uzaklaşmaya çalışan tahta bacaklı bir şahsın peşinden giderlerken adam son nefesinde Stratten'ın ve kız arkadaşının kulağına iki isim fısıldar: Gregory Arkadin (Orson Welles) ve Sophie (Katina Paxinou). Cinayet zanlısını vuran polisler geri döndüklerinde Stratten'ı da teknesinde ele geçirdikleri sigaralar nedeniyle tutuklarlar ve teknesine de el koyarlar.
San Francisco'da yaşayan bir diş hekimi olan John McTeague, en yakın arkadaşı Marcus'un kız arkadaşı olan Trina ile tanışır ve ikisi evlenirler. Nikah törenlerinden kısa bir süre sonra Trina 5.000 dolar tutarında piyangoyu kazandığını öğrenir. Bunu öğrenen Marcus kıskançlık refleksiyle John'un lisansız bir şekilde dişçilik yaptığını ihbar eder. Böylece John ve Trina çifti maddi anlamda oldukça zor zamanlar yaşamaya başlarlar. Yoksulluk içinde olmalarına rağmen Trina kazandığı paraların tek bir kuruşunu dahi harcamamaya kararlıdır. John ise zamanla alkol batağına saplanır. Yaşadıkları bu zorluklar her birini trajik bir sona sürükleyecektir.