06.02.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Müjde Işıl - Pandemi başlamadan önce felaket filmleri bizim için başımıza asla öyle şeylerin gelmeyeceğinin güvencesiyle koltuğumuzda heyecanla izlediğimiz, hop oturup hop kalksak da “amma da abartmışlar” deyip keyif aldığımız yapımlardı. Ama pandemi bütün algımızı altüst etti. Artık biliyoruz ki bir virüs tüm dünyayı bir hapishaneye çevirebilir. Bundan böyle filmlerdeki felaket olasılığı, gerçekleşebilir gibi geliyor hepimize; her ne kadar uçuk kaçık fikirler olsa da…
Felaket filmleri deyince bir isim her zaman öne çıkıyor: Alman asıllı sinemacı Roland Emmerich. 90’ların hemen başında “Universal Soldier/Evrenin Askerleri” ve “Stargate/Yıldız Geçidi” ile Hollywood’a havalı bir giriş yaptı ama dünya çapında adını duyurmasını sağlayan 1996 tarihli “Independence Day/Kurtuluş Günü” oldu. Felaket filmleri genelde sevilen bir türdür ve iş yapar. Ama “Kurtuluş Günü” başka bir şeye dönüştü dünya çapında. Filmde, 2 Temmuz’da uzaylıların başlattığı istilanın dünyayı yok olma noktasına getirişine tanık olduk. Tabii ki felaket önce Amerika’dan başlamıştı. Amerikasız felaket, dünyanın felaketi olamazdı. Eskiden savaş pilotu olan ABD Başkanı’nın önderlik ettiği filo, tam da ABD’nin bağımsızlık günü olan 4 Temmuz’da dünyayı kurtarıyordu. Emmerich, 2016’da devam filmi de çekti ama ilk filmin şovunun yerini dolduramadı.
Kıyametin merkezi Amerika
2004 tarihli “The Day After Tomorrow/Yarından Sonra” ise Emmerich’in filmografisinde başka bir yerde durmakta. Çünkü bir nevi uyarı niteliği taşıyordu. İklim krizi ve küresel ısınmanın dünyayı yeni bir buzul çağına sokmasını anlatıyordu film. Felaketin merkezi elbette ABD idi, daha doğrusu biz Amerikalı insanların kurtuluş çabalarını izliyorduk. İnsanların donmaktan kurtulmak için kütüphaneye sığınması ve nihayetinde düşman devletlerin bile bu krizden ders çıkarıp iş birliğine gitme kararı, filmin bugün bile hâlâ tazeliğini korumasının ve felaket ihtimalinin uzak olmadığının kanıtı.
Filmlerinin senaristliğini de üstlenen Emmerich, 21 Aralık 2012'de kıyamet kopacağını zannedenler İzmir'in Şirince ve Fransa'nın Bugarach köyüne akın etmeden önce bu tarihi gözüne kestirmişti. Söylenceye göre Maya takvimi 21 Aralık 2012’de bitiyordu ve bu, kıyametin habercisiydi. Emmerich, 2012’nin filmini 2009’da vizyona soktu. “2012” tüm dünyada kopan kıyameti gösterse de merkezinde yine Amerikalı bir aile ve Amerika’nın simge anıtlarının, gökdelenlerinin, köprülerinin yok olduğunu gösteren sahneler vardı. Açıkçası, “Kurtuluş Günü”ndeki uzaylı istilası bile daha inandırıcı bir etki bırakıyordu ama olsun, Emmerich yine gişeyi fethetti ve kendini adadığı türü devam ettirdi.
66 yaşındaki Emmerich yemiyor içmiyor, dünya için sürekli yeni düşman düşünüyor. Bu hafta vizyona giren “Moonfall”da da yeni hedefini bulmuş. Evet, yeni kıyamet senaryosunda dünyayı yok olmanın eşiğine getiren felaket, ay. Dünyanın uydusu, yörüngesinden çıkıyor ve dünyaya çarpıp insanlığı yok etme notasına geliyor. Tabii ki dünyayı kurtarmak için yine Amerikalılar kolları sıvıyor. Emmerich “Moonfall”da sanki önceki kıyamet filmlerinin aşuresini yapmış gibi görünüyor. Bir yanda uzay var, bir yanda su baskınlarının yıktığı binalar, donan yeryüzü vs. Başka gelişmeler de var ama filmin sonunda dikkatli seyirciler, Emmerich’in “Armageddon”, “Gravity”, “Apollo 13” gibi favori kıyamet filmlerinden de izler bulacak “Moonfall”da.
“Don't Look Up” yorumu
“Moonfall”da ayın dünyaya yaklaşıp parçalanmasıyla oluşan cisimlerin yeryüzüne yağması, akıllara “Don't Look Up”ı getiriyor hemen. The Hollywood Reporter için son filmi “Moonfall” hakkında konuşulurken kendisine “Dont’t Look Up”ı nasıl bulduğu da sorulmuş. Emmerich de “The Day After Tomorrow” ile karşılaştırıp şu cevabı vermiş: “‘The Day After Tomorrow’ zamanının ötesinde bir filmdi. ‘Don't Look Up’ın ise bir şey yapabileceğinden emin değilim. Bu tür filmlerde insanları gerçekten çok ama çok korkutmalısınız. Filmin sonunda herkes oturup yemek yiyor ve hepsi bu. Sonra Meryl Streep ile çok komik bir sahne geliyor. Onca büyük oyuncu ve olup bitenler falan… Çok da umurumda olmadı doğrusu.” Ne diyelim, kendi felaketine güvenmek böyle bir şey olsa gerek.
Roland Emmerich’in en sevdiği felaket filmleri
“Felaket uzmanı” Roland Emmerich’in de bu türde favori filmleri var. En sevdiği felaket filmlerini şöyle sıralamış:
The Poseidon Adventure (Yön: Ronald Neame - 1972)
Titanic (Yön: James Cameron - 1997)
Armageddon (Yön: Michael Bay - 1998)
Deep Impact (Yön: Mimi Leder - 1998)
The Towering Inferno (Yön: John Guillermin - 1974)
The Impossible (Yön: J.A. Bayona - 2012)
World War Z (Yön: Marc Forster - 2013)
Apollo 13 (Yön: Ron Howard - 1995)
Gravity (Yön: Alfonso Cuarón - 2013)
Twister (Yön: Jan de Bont - 1996)