25.08.2020 - 15:43 | Son Güncellenme:
İhsan Dindar - milliyet.com.tr
Sohbetimize Tiyatro Kooperatifi'nin idealleri ile başlamak istiyorum. Tiyatro Kooperatifi nasıl bir oluşum? Özellikle tüm insanlığa karamsar bir hava çöktüğü böylesi bir dönemde ne gibi faaliyetler yapıyorsunuz?
Yeşim Özsoy: Tiyatro Kooperatifi öncelikle 2018 Nisan ayında 15 kurucu tiyatronun insiyatifiyle alanımızı iyileştirmek, dayanışmayı güçlendirmek için kuruldu. Şu an 60 ortağı olan öncelikle İstanbul tiyatrolarını temsil eden ve aynı zamanda özel tiyatroların iyileşmesi, ayakta kalması ve sürdürülebilirliği üzerine çalışan bir yapı. Dernek, vakıf ya da girişimlerden farklı olarak ortaklarının eşit düzlemde bir araya geldiği bir yapı. Ayrıca sosyal bir kooperatif yani salt ticari bir ortaklığa dayanmıyor. Pek çok alanda çalışmalarımız var; hukuk/mevzuat, akademik, Anadolu’da yaygınlaşma/genişleme, çocuk birimi, sezon dışı sahneler, projeler ve dayanışma vs üzerine çeşitli çalışma grupları üzerinden ilerliyoruz. Yönetim Kurulu olarak gönüllü olarak çalışıyoruz, çalışma gruplarımızdaki arkadaşlar da öyle. Şeffaf, demokratik, bilgi akışkanlığı net ve eşitlikçi bir yapı kurmaya çalışıyoruz. Ağırlıklı olarak şu an için kadınlar tarafından yönetilen bir yapı olması da benim ayrıca hoşuma gidiyor ve çok farklı bir atmosfer ve çalışma yöntemi sağlıyor bize.
Bu dönemde ise son 3-4 aydır ayda bir gerçekleşen YK toplantılarının, haftalık bilgilendirmek telefonlarının yerini neredeyse tam zamanlı bir mesai gerektiren bir iş düzlemi aldı. Tiyatrolarımız güç durumda olduğu için. Açıkçası tüm yaptıklarımızı burada nereden başlayıp sıralasan bilemedim ama sanırım net olarak şöyle diyebilirim; öncelikle 14 Mart’ta Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın toplantı çağrısından beri devlet nezdinde öneri ve dosyalarımızı, görüşmelerimizi aktif olarak ilettik. Belediyelerle iletişim kurarak dertlerimizi ilettik, ne yapabiliriz üzerine düşünerek toplantılar yaptık, son zamanlarda açık hava sahnelerini aktive etmelerini için ayrıca tüm Türkiye belediyeleriyle iletişime geçiyoruz. Bunun dışında hukuk mevzuat alanında çalışan ayrı bir grubumuz var ki bu hem hukuksal tanımımız, haklarımız, vergi, sigorta ve ruhsat konusunda elde edebileceklerimiz üzerine ayrı bir çalışma. Üçüncü halka olarak özel sektöre yönelik olarak bizdeyerinayri.com üzerinden bir kampanya başlattık kendi ortaklarımız için. İleriye dönük bilet satarak şu anki sorunlara bir çözüm arayışının sonucudur bu çalışma. Uluslararası alanda ilerleyen projelerimiz var. İngiltere ile üniversiteler bazında dijitalleşme ve tiyatro üzerine. Üniversitelerle de irtibat halindeyiz yine alanın iyileştirmesi yönünde özellikle envanter oluşturma noktasında. Sanırım böyle özetleyebilirim.
7-15 Ağustos tarihleri arasında Sakıp Sabancı Müzesi'nde "Adı Sanı, İsmi Cismi" ismini taşıyan sahne etkinlikleri dü Bu yıl dördüncüsü düzenlenen etkinliğin öncelikle geçmişinden başlamak istiyorum. Ortaya nasıl çıktı? Önceki yıllarda nasıl bir konsept vardı?
Emre Koyuncuoğlu: Kuzgun Acar’ın “Kuşlar” diye anılan soyut duvar heykelinin restorasyonu sonrasında IMÇ’deki yerine asılmadan önce 2014’de Sakıp Sabancı Müzesi’nde bir süre sergilendi. O sırada ben, Yasemin Nur ve Sibel Horada, Sakıp Sabancı Müzesi’ne Kuzgun Acar’ın işlerinden esinlenerek önceden projelendirdiğimiz çok disiplinli bir performansı müzede gerçekleştirmeyi önerdik. Kuzgun Acar’ın işlerinden ve Metin Deniz, Mehmet Ulusoy gibi dönem sanatçılarıyla yaptığı sahne için işlerden esinlenerek, provalarını ve tasarımını da müzede yaptığımız “Punta Atmak” adında bir mask tiyatro gösterisini aynı zamanda sahnesini de Sakıp Sabancı Müzesi’nde kurarak sahneledik.
Bir sonraki yıl, Sakıp Sabancı Müzesi bizden yeni bir proje istedi. Bir dolunay gecesi için hazırlanmış “Gümüş Ay”ı yine Müze için projelendirip sahneledik. Çiğdem Borucu bu proje için müzik besteledi ve müzisyenlerle canlı bir performansı yönetti. Ben farklı şairlerin, edebiyatçıların; İstanbul, gece ve dolunay şiirlerinden/anlatılarından bir metin derleyip gösteriyi hazırladım. Yasemin Nur, Ai Wei Wei enstelasyonunun çevresine enstalasyon-sahneyi yerleştirdi ve kostümleri tasarladı. Zuhal Olcay da oyuncu/solist olarak yer aldı. Bu iki deneyimden sonra, Sakıp Sabancı Müzesi ve Sabancı Vakfı; bu tür gösterileri çoğaltmak ve yazın bir kaç gün süren etkinlikler yapmayı düşündüklerini söyleyince; mekana ait projeler üreterek başladığımız gösteri sanatları etkinliklerine, oyun, çağdaş dans performans seçkileri eklemeye başladık ve derken her yıl zenginleşen bir sahne sanatları festivaline evrildi.
Sanat yönetmenliğini üstlendiğim ilk Müzede Sahne 2016’da gerçekleşti. Diğer tüm sahne sanatları festivallerinden farklı olarak tematik bir gösteri sanatları festivali. Her yıl belli bir tema üzerinden gösteri sanatları alanındaki işlerden bir seçki sunan Müzede Sahne’nin bu yılki başlığı; özellikle pandemi döneminde daha da artarak çoğalan; şiddet gören, zorlanan, tehdit altında yaşayan ve hayatını kaybeden kadınların sesi olması amacıyla “Adı Sanı, İsmi Cismi’.
Kadına yönelik şiddet sorunu azalmak bi yana maalesef gün geçtikçe daha da trajik bir hal alıyor. Siz de bu sürece kayıtsız kalmayıp bu yılki temayı buna göre belirlediniz...
Emre Koyuncuoğlu: Evet, zaten öyle bir nesilden geliyorum ki, tam bugünkü mücadelenin ara halkası. Annemle birlikte bir kadın mücadelesinin içine doğdum ben. Benim dönemimin ise hep bir alt temasıdır, kadın hakları ve kadına yönelik şiddet. Ben gösteri sanatları alanında iş üreten bir sanatçıyım ve hep bu alanda bu sorunsal hayatım boyunca önceliklerimden olmuştur, çünkü bir yandan da kendi gerçeğimdir. O nedenle, özellikle İstanbul Sözleşmesi uygulansın denilen bir dönemde, İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın geri çekilmesi tartışmaları başlayınca, sanırım sahnede spot altına alınacak tema; “kadına yönelik şiddeti” ve kadının yaşadığı sorunları dert edinen oyunlardan yola çıkan bir tema oldu. Sabancı Vakfı’nın, Su-Gender’ın yaptığı işleri de biliyorum. Bu dönem genç nesil kadın kuruluşlarının, örgütlerinin aktif bir mücadele verdiği bu dönemde biz de Müzede Sahne’yi kadın oyunlarına, kadın oyun yazarlarına ve bu alanda farkındalık üreten sivil toplum platformlarına ayırarak bir başka sahne alanından dayanışma örneği göstermeyi ve bir arada ileride neler yapabilirizi konuşmayı amaçladık. Kadın derken tabii “beyan önemli”. Kendini kadın olarak beyan eden herkesten bahsediyorum. O nedenle, “Adı Sanı İsmi Cismi” gibi ironik bir başlık seçtik. “Adı Sanı İsmi Cismi”; bildiğim kadarıyla gösteri sanatlarında “kadın temalı” gerçekleşecek ilk festivali oldu. Kadın ve LBGTİ+ sanatçıların söyleyecek çok şeyi olduğunu biliyorum. Bu konuda ortada çok da iş var, o nedenle bizden sonra da genişletilmiş tanımıyla “kadın temalı” etkinliklerin arkasının geleceğine inanıyorum.
Pandemi sürecinde tiyatro sahneleri zor günler yaşadı. Aylarca hiçbir oyun sahnelenemedi. Bu dönemde yaşanan sorunlara da geleceğim ama öncelikle Sakıp Sabancı Müzesi'nde sahnelenen temsillerle başlamak istiyorum. Nasıl bir seçki hazırlandı? Bu seçkinin hazırlanması aşamasında hangi kriterler gözetildi?
Emre Koyuncuoğlu: Kriterlerimizin temelini koşullarımız belirledi. Salgın dönemi ve de mekanın koşulları. O nedenle Tiyatro Kooperatifi’nden oyun önerileri isterken; özellikle sahnede 3 kişiyi geçmeyecek, az dekorlu (yani bir saatte sökülebilir ve bir saatte kurulabilir) 1 saati geçmeyen oyunların başvurmalarını istedik. Yani öncelikle koşullar ön seçkiyi oluşturdu. Daha sonra başvurulardan oyunları temamıza uygun ve birbirini tamamlayan, yani kadın temasına farklı perspektiflerden bakan, bu yönde içeriğe sahip oyunlarla görüşmelerimiz başladı. Ekipler 6 aydır iş yapamadıklarından çok dağınık durumdaydılar. Tarih uygunluğu olan ve İstanbul’da olan ekipleri programımıza alıp, etkinliğimizi gerçekleştirdik.
Ayrıca; Sabancı Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Mükemmeliyet Merkezi (Su-Gender) işbirliğinde panel ve söyleşi ile birlikte Boğaziçi Üniversitesi Cinsel Tacizi Önleme Komisyonu, Okan Üniversitesi Cinsel Tacizi Önleme ve Destek Çalışmaları Komisyonu, Susma Bitsin, Mor Çatı ve Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun yer aldığı paneller de ücretsiz olarak gerçekleştirildi. Söyleşilerde özellikle kadına şiddet, taciz ve hak arama konuları, kadının sahnedeki temsiliyeti irdelendi.
Bu noktada sahnelenen oyunlara ilgi nasıldı? İnsanlar kalabalık etkinliklere gelme konusunda herhangi bir tedirginlik yaşadı mı?
Emre Koyuncuoğlu: İlgi aslında kapasite üstüydü. Biz satışları Covid-19 nedeniyle belli rakamlara ulaşınca kapattık. Öncelikli olarak Sakıp Sabancı Müzesi marka olarak güven veriyor, ama ayrıca bakanlığın tüm dikkat çektiği hususlara, ortamın mesafeli ve steril olması gibi konulara oldukça özen gösterdik. Kulisler, tuvaletler özel olarak yeniden elden geçti. Başta herkes tabii ki tedirgindi. Hem seyirci hem de oyuncular. Gelseler de o tedirginliği görebiliyorsunuz ama zaman içinde gerekli önlemleri gördükçe rahatlıyorlar. Duygusal olarak çok motive edici geri dönüşler aldık. Oyuncular ve ekiplerde altı ay sonra sahneye çıkmanın mutluluğunu ve bir karanlık dönem geçiyor galiba hissini hemen alıyorsunuz. Sektör için çok itici bir güç oldu. Seyirciden de çok geri dönüş aldık. Ortak dertleri paylaşarak toplumsallaşabilmek, insan değerlerini hatırlayarak toplumsallaşabilmek, takdir edebilmek, değer üretimine tanık olmak, birlikte eğlenebilmek tabi çok motive eden duygusal olarak bir toplumu ayağa kaldıran dinamikler. Artık bu ülkenin tiyatrosunun, toplumumuzda “bir ihtiyaç” haline geldiğine bu sürede tanıklık ettim.
Yaz boyunca farklı mekanlarda açık hava tiyatro gösterileri devam ediyor. Ancak önümüzdeki süreçte havaların soğumasıyla bu etkinlikler sürdürü Kapalı mekanlarda bu tip etkinliklerin düzenlenmesi yönünde ise hala bir çekimserlik var. Önümüzdeki sonbahar ve kış ayları hakkında öngörünüz nedir?
Yeşim Özsoy: Benim şahsi öngörüm zor geçeceği yolunda. Mekanların açılmasıyla ilgili bir genelge var. Kurallar dahilinde yüzde 60 kapasiteyle açabilecek tiyatrolarımız. Bunun yanı sıra hijyen kuralları vs ile ekstra maliyetlerle karşılaşırken ayrıca seyircinin kapalı mekanlara gelme konusundaki çekimserliğiyle de boğuşacaklar. Tüm bunlar alanı ciddi anlamda etkileyecek. Açıkçası açabilirsiniz demekle bitmiyor iş. Bu süreçte tiyatroların ayakta kalabilmesi için daha ne yapılabilir ve ayrıca hijyen konusunu nasıl daha iyi geliştirilir şu an bunları araştırıyoruz. Ben kendi tiyatrom GalataPerform adına bu dönemi bir değişim dönüşüm dönemi olarak tasarlamaya çalışıyorum ve bahar 2021e kadar bildiğimiz anlamda tiyatro yapmayacağım yüksek ihtimal. Farklı seyir teknikleri ve dijitalleşme üzerine ağırlık veriyoruz. Ama çoğu tiyatro sezonu açmak üzere hazırlığını yapıyor. Öyle ya da böyle bu virüsle yaşayıp evrileceğiz. Bunun için savunma yöntemleri ve çözümler oluşturmak şart.
Bundan sonrası için özellikle sonbahar ve kış aylarında Tiyatro Kooperatifi olarak ne gibi çalışmalar yapmayı planlıyorsunuz?
Yeşim Özsoy: Açıkçası çok yoğun bir çalışma temposundan çıktık ve hala nefes almamız mümkün değil. Zaman ilerledikçe problemler de kronikleşiyor. Elimizden geldiğince özellikle vergi konusunda indirim gibi kredi konusunda ısrarcı olup talepleri yetkili kişilerle iletişimimiz koruyarak iletiyoruz. Bunun dışında hijyen ve oynayan tiyatrolarımızdaki kurallar konusunda neler yapılabilir onu düşünüyoruz. Birlikte dayanışarak ayakta durmanın yollarını araştırıyoruz. Ortak depo, ortak mekan gibi formülleri işletmeye çalışarak ciddi maddi ve manevi birliktelik alanları yaratmaya çalışacağız. Çünkü ekonomi konusunda ciddi sıkıntılar olacağını hissediyoruz. Sadece bizim alanımızda değil genel olarak Türkiye’de ve genelde. Bazı elde ettiğimiz konuların üzerine daha fazla gitmeyi ve yeni formüller üretmeyi istiyoruz ayrıca.
Müzik camiası pek konseri kaydetmeye ve sonrasında bunları biletli bir şekilde özel erişimle dinleyicilere sunmaya başladı. Gelecek dönemde internetten izlenebilecek oyunları görecek miyiz?
Yeşim Özsoy: Bu süreçte zaten dünyada tüm tiyatrolar oyunlarını çevrimiçi paylaşmaya başladılar. Önce arşivler açıldı sonra bu tip projeler başladı. Türkiye’de aynı durum söz konusu oldu. Biraz daha çekimser bir bakış açısı var ama bu konuya. Çünkü tüm sanat dallarına göre canlı olanın vurgusuyla yaşayan bir alan bizimkisi. Yine de teatral olanı her yerde bulmak mümkün. Tiyatro bu dönemden kendini bu anlamda da geliştirerek ve evrilerek çıkacaktır diye düşünüyorum ben. Tüm dünyada olacağı gibi bizde de olacaktır.
Bu yıl, ayrıca; mesleki alanda özel tiyatroları temsilen tiyatro sektöründeki üretim ve uygulama süreçlerinin iyileştirilmesi ile profesyonelleşmesini hedefleyen Tiyatro Kooperatifi’ni destekleyen Müzede Sahne’nin programı, salgının ağır etkilerini yaşayan ve zor zamanlardan geçen sahne sanatlarıyla “dayanışma”nın önemine dikkat çekti.
Emre Koyuncuoğlu: Dünyada ve tabi ki ülkemizde sahne sanatçıları salgın nedeniyle büyük bir kriz yaşarken Sakıp Sabancı Müzesi ve Sabancı Vakfı, Müzede Sahne etkinliğiyle ve yıllar içinde oluşan açık alan deneyimiyle bir öncülük yapmış oldu. Covid 19 salgını nedeniyle daha çok açık alanlarda sanatsal buluşmaların gerçekçi olduğu bir dönemde, açık havada etkinlikler nasıl olur, kimlerle, ne şekilde buluşmalar olmalı, sektör nasıl desteklenmeli tartışmaları sürerken Müzede Sahne etkinliği somut bir örnek olarak Tiyatro Kooperatifiyle dayanışarak, hem alanda etkinliklere start verdi hem de bir arada duruşların olabilirliğini gösterdi. Kültür sektörünün üreticileri, destekçileri ve emekçileriyle birlikte bize mücadele etme ve değerlerimizi koruma ve dayanışma adına bir araya gelme fırsatı doğdu. Bu yıl ilk kez gerçekleşen bir birlikteliğe imza attık ve bu anlamda bizden sonraki etkinliklere örnek oluşturduk. Covid 19 döneminde bir araya gelmiş 60 tiyatro topluluğunun temsilcisi olan Tiyatro Kooperatifi ile birlikte belli kıstaslar belirleyerek bir dayanışma örneği oluşturduk. Kıstaslar açık ve netti. Ayrıca Tiyatro Kooperatifi’nin #BizdeYerinAyrı kampanyasını da destekleyerek etkinliğimizde yer alamayan tiyatrolara da ulaşmayı amaçladık.
ihsan.dindar@milliyet.com.tr