03.10.2017 - 11:07 | Son Güncellenme:
Evliliğin sonsuza dek sürmesini sağlamak için bu gruba giren çift; masum görünen bu oyunun sonunda işler içinden çıkılmaz bir hal alınca bir bilinmezin içine giriyorlar.
Kitabın sorgulamaya çalıştığı evliliğin sınırları, sürdürülebilirliği, güvenilirliği gibi konular göze çarpıyor.
Yazdığı metinlerle dünya çapında bir üne kavuşan Michelle Richmond, "Evlilik Sözleşmesi" kitabı özelinde Uğur Ugan'ın sorularını yanıtladı.
Uğur Ugan: Günümüzde en çok tartışılan konuların başında evlilik geliyor. Kitabınız ise bu konuyla ilgili yazılmış gerilim dozu yüksek dikkate değer bir metin. Öncelikle sizi evliliği bir takım kurallar çerçevesine dozu artan bir oyun haline düşündürmeye iten şey ne oldu. Evlilik doğası gereği sıkıcı bir şey mi?
Michelle Richmond: Her toplumun kuralları var, ama parçası olduğumuz en önemli kurumlardan birinin
–evliliğin– çok az kuralı var. Gerçi büyük çoğunluk insanların eşlerine sadık olması
gerektiği konusunda hemfikir, ama başarılı bir evlilik için herkesin kabul ettiği belirlenmiş
kurallar yok. Çoğumuz evliliğin ancak içine girdikten sonra ne yapmamız gerektiğini
keşfetmeye çalışıyoruz. Evlilik Sözleşmesi meraktan ortaya çıktı. Evliliğe çok katı kurallar
koyarsan ne olur diye merak ettim. Ceza hukuku, içinde bulunduğumuz toplumun
düzenli bir şekilde işlemesini sağlayan mekanizmanın bir parçası. Çoğumuz suç işlemek
istemiyoruz, ama buna eğilimli olma ihtimali olanlar için kanunlar bir sınır görevi görüyor
ve çoğu zaman caydırıcı oluyor. Ama evlilikte geçerli kurallar sadece kendi ahlak
anlayışımız ve eşimizle yaptığımız, konuşulmuş ve konuşulmamış anlaşmalar. Bu kitapta
eğer evlilikle ilgili çok katı kurallar ve düzenlemeler, güçlü bir organizasyon tarafından
bize dayatılan kurallar olsaydı ne olurdu sorusunun cevabını bulmak istedim. Peki bu
kuralları çiğneseydik o zaman ne olurdu?
Kesinlikle evliliğin sıkıcı olduğunu düşünmüyorum! Sanırım her şey ara sıra yeni
heyecanlarla beslemezsen bir süre sonra sıkıcı olmaya başlar, ama her zaman
partnerinle yapabileceğin yeni şeyler bulabilirsin; yeni yerlere gidebilir, yeni hobiler
edinebilirsin. Ama aynı zamanda bazı ritüelleri tekrar etmenin de farklı bir keyfi
olduğunu düşünüyorum, beraber sevdiğiniz yerleri baştan ziyaret etmek, aşkınızın ilk
zamanlarında beraber keşfettiğiniz bir şarkıyı dinlemek, ilk karşılaştığınız veya
nişanlandığınız yere tekrar gitmek gibi. Beraber eski günleri yad etmek de önemli. Evliliği
heyecanlı kılan şeylerden biri de birbirinizi gençken de tanıyor olmanız, şimdiki
hallerinizin farklı versiyonlarıyken. Partnerin bir anlamda seni genç tutuyor, çünkü kocan
ya da karın seni tam da ilk âşık olduğunuz zamanki halinle hatırlıyor.
Evliliğin hayatta kalabilmek için oyunlara ihtiyacı olmasa da her şey bir oyuna çevirdiğin
zaman daha ilginç bir hal alır.
U.U: Batı'da aile kavramının günden güne zayıfladığını düşünüyor musunuz? Birey olmak insanları yalnızlaştırıyor mu?
M.R.: Bir bakıma Batı dünyasında ailenin bugüne kadar hiç olmadığı kadar önemli olduğunu
düşünüyorum. Ailecek beraber vakit geçirmek çok önemli, babaların ailenin gündelik
hayatında, evde çok daha önemli bir rolü olması da. Elbette aile bireylerinin beraber ne
kadar çok vakit geçirebilecekleri o ailenin sosyoekonomik statüsü ile de çok alakalı.
Yüksek gelirli ailelerin beraber geçirebilecekleri çok daha fazla boş vakitleri var, yoksulluk
bu anlamda pek çok aileye zarar veriyor. Ama Amerikan toplumunun gittikçe daha büyük
bir bölümü, insanların ailelerini ayakta tutabilmek için ücretli aile izni, doğum izni ve
çocuk bakım parası beklediklerini ve buna ihtiyaç duyduklarını kabul ediyor.
Amerika’da karşılaştığımız en büyük zorluklardan biri hükümeti aile dostu politikalara ve
bu yönde kanunlar çıkarmaya ikna etmek; özellikle hükümetteki üst düzey insanların
çalışan anne babaları, okul öncesi eğitimi ve sağlık güvencesini önemsemedikleri bu
dönemde.
U.U: Mutluluğun ölçütü evlilik mi? Dünyayı gezmek, bir çok aktivitelerde bulunmak ve özgür yaşamak dururken insanlar neden evlensinler? Siz evliliği kendine konu edinmiş bir yazar olarak evliliği öneriyor musunuz?
M.R: Evliliğin herkes için mutluluğun en önemli kriterlerinden biri olduğunu söyleyemem ama
on yedi yıldır evli olan biri olarak evliliği kesinlikle öneririm! Evlilik sevdiğiniz şeyleri bir
başkasıyla paylaşmanın ve onlardan beraber zevk almanın bir yolu. Kocam ve ben
beraber seyahat etmeyi, film seyretmeyi, okuduğumuz kitapları tartışmayı, müzik
dinlemeyi ve tabii oğlumuzu beraber yetiştirmeyi çok seviyoruz.
İyi bir beraberlik söz konusuysa evlilik sizi kısıtlamaz; içinizdeki potansiyeli ortaya
çıkarmanıza, kendinizin olabileceğiniz en iyi versiyonu olmanıza yardım eder. Evlilik en
iyi, partnerler birbirlerinin hedeflerini ve hayallerini destekledikleri zaman işler. Mesela
kocam benim bütün kitaplarımı ben daha yazarken okur, hatta ben yazmaya başlamadan
aklımdaki hikâye hakkında konuşuruz.
Eve geldiğinizde sıkıntılarınızı paylaşabileceğiniz birinin olması da mutluluğu beraberinde
getirir; hasta olduğunuzda ya da zor bir dönemden geçtiğinizde yanınızda birinin olması
da çok önemli. Elbette tüm bunlara sahip olmak için evli olmanız gerekmiyor! Ama evlilik
söz konusu kişinin uzun bir süre sizin yanınızda olacağına dair bir nevi garanti sağlıyor, iyi
günde ve kötü günde, mutlulukta ve mücadelede. Zorluklarla tek başınıza mücadele
etmek zorunda olmadığınızı bilmek son derece rahatlatıcı bir his!
U.U: Amerika'da evlenenler ve aile kuranlar daha mı saygıyla karşılanır? Avrupa'ya nazaran evlilik daha yaygın mı? Doğu'yu da dikkate alarak kültürlerarası evlilik farklarını nasıl yorumlarsınız?
M.R: Evliliğin Amerika’da Avrupa’dan daha yaygın olup olmadığını bilmiyorum, ama bence
geleneksel olarak Amerika’da otuzlarının sonlarına gelmiş insanlar eğer evliyseler daha
“yetişkin” ve sorumluluk sahibi sayılıyorlar. Ama insanlar gittikçe daha geç evleniyor.
Ülkenin büyük bir kısmında kimsenin yirmi beş yaşında evlenmesi beklenmiyor artık.
Evlendiğimiz zaman ben yirmi dokuz, eşim otuz altı yaşındaydı. Bu neredeyse yirmi yıl
önceydi. Bugünlerde insanlar daha da geç yaşlarda evleniyorlar. İnsanlardan bir evliliğe
dalmadan önce hayatlarını kiminle beraber geçirmek istediklerine karar vermek için
etraflıca düşünmeleri bekleniyor. Aynı zamanda birçok erkek ve kadın evlenmeden önce
eğitimlerini tamamlamak, kariyerlerinde belli bir yere gelmek istiyor.
Doğu’da farklı mı bilmiyorum, ama Batı’da çocukların da olduğu evlilik kurumu en önemli
aile kurumu olarak görülüyor. Yani biriyle evlenince doğduğunuz, anne babanızın ve
yetişkin kardeşlerinizin yaşadığı şehirden farklı bir şehre ya da eyalete taşınmanız gayet
normal. Önceliğiniz ve esas sorumluluğunuz eşiniz ve yetiştirdiğiniz çocuklar olmalı. Pek
çok insan yaşlanan anne babalarına ve geniş ailesine yakın yerlerde yaşıyor, ama sizden
illa öyle yapmanız beklenmiyor. (Elbette Amerika’da insanlar yaygın bir şekilde anne
babaları yaşlanıp yardıma muhtaç hale geldiklerinde onların yanına, doğdukları şehirlere
geri taşınıyor.)
Mesela benim anne babam çok uzakta yaşıyor, ama ben kocamla onun anne babasına
sadece 1,5 kilometre uzaklıkta yaşıyorum; onları, kocamın kardeşlerini ve oğlumun
kuzenlerini çok sık görüyoruz. Herkes için durum farklı ama ülke çok büyük olduğu ve insanlar sürekli işleri yüzünden taşındıkları için büyük aileler coğrafi olarak çok farklı bölgelere dağılabiliyorlar.
Belki bazı insanlara garip gelecek ama Batı’da evli bir erkeğin ya da kadının anne
babasının evliliklerine karışmasına izin vermesi son derece sağlıksız bir hareket olarak
görülüyor. Mesela bir adamın karısı ve annesi tartışıyorsa adamın kesinlikle karısının
tarafını tutması bekleniyor! Evlilikte uyum ve dengeye çok büyük önem veriliyor.
U.U: Bir dönem Türkiye'de de yayınlanan Amerikan dizilerinde insanlara mutlu aile portreleri çizilirdi. Aile kavramının çatırdaması toplum düzeni için bir sorun mu? Amerika'da bu durum nasıl?
M.R: “İdeal mutlu aile” konseptinin son derece aktüel ve popüler olduğunu düşünüyorum.
Hâlâ ailelerin beraber yemek yemesi, beraber tatile çıkması ve önemli konular hakkında
oturup konuşması çok önemli. Kadınlar bundan on yirmi yıl öncesine göre erkeklerle çok
daha eşit bir konumda, erkeklerden evde çok daha aktif bir rol oynaması ve
sorumlulukları paylaşmaları bekleniyor, tabii kadınlardan da maddi sorumlulukları
paylaşmaları bekleniyor. Bu düzenin birçok açıdan daha mutlu aileler yarattığını
düşünüyorum, çünkü erkekler çocuklarıyla eskiden olduğundan çok daha fazla zaman
geçiriyor ve sorumluluklar genel olarak çok daha eşit dağılıyor.
Elbette televizyondaki aileler çok da gerçekçi sayılmaz. Ben büyürken Amerika’da çok
popüler bir televizyon dizisi vardı, Michael J. Fox’un başrolünde oynadığı Family Ties. Bu
dizide aile arasında ufak sürtüşmeler, kavgalar oluyordu ama her şey otuz dakikanın
sonunda tatlıya bağlanıyordu. Bazı açılardan Family Ties dizisinde temsil edilen aile, ideal
aile sayılıyordu. Nesiller arasındaki farklılıkların çok bariz olduğu bir aileydi, ama fikir
ayrılıkları bir yana her zaman bir araya gelerek birbirlerini destekliyorlardı. Hâlâ bu
dizinin bazı açılardan çok iyi dersler veren tatlı bir dizi olduğunu düşünüyorum.
Bugünlerde burada Modern Family dizisi oldukça popüler. Bu dizinin başarılı olmasının
nedeni, sanırım farklı aile tiplerini göstermesi. Dizide kendinden çok daha genç farklı
etnik kökenden gelen bir kadınla beraber olan ve onun çocuğunu yetiştiren boşanmış
yaşlı bir adam, evlatlık çocuklarını yetiştiren gay bir çift ve geleneksel bir aile var.
Hepsinin kendilerine ait mücadeleleri, aşmaları gereken zorluklar var ama sonunda tıpkı
seksenlerin Family Ties’ında olduğu gibi, hepsi birbirini destekleyip kolluyor.
U.U: Bir evliliği bir sözleşmeye bağlı kılmak kişiler arasındaki güvensizliğin bir sonucu mu?
M.R: Evlilik Sözleşmesi’nde, “Sözleşme” güvensizliği aşırı bir boyuta taşıyıp üyelerini gizlice
gözetliyor. Orla, yani “Sözleşme”nin yaratıcısı; tıpkı toplum gibi evliliğin de kendi
kanunları olması gerektiğini düşünüyor. Ben şahsen mutlu bir evlilik için kitaptaki gibi bir
sözleşme gerektiğini düşünmüyorum, aslına bakarsanız “Sözleşme” Jake ve Alice için
bayağı problem yaratıyor, onların başını derde sokuyor. Güvensizlik dışarıdan bir
kurumun müdahalesi ile çözülebilecek bir mesele değil, evliliğin içindeki iki kişinin bizzat
bu sorunla yüzleşmesi gerekiyor. Güven olmadan iyi bir evlilik neredeyse imkânsız.
U.U: Evlilik bir reçeteye ya da kitapta olduğu gibi bir sözleşmeye mecbur bırakılacak kadar sorunlu bir şey mi? Kişiler kendi aralarında mutlu olacak kuralları belirleyemezler mi? Evlilikle beraber aşk değerini yitiriyor mu sizce?
M.R: Kesinlikle her evli çiftin kendi kurallarını koyması gerektiğini düşünüyorum! Ayrıca
çiftlerin kendi evliliklerine uyarlayabilecekleri ufak tefek alışkanlıkların daha mutlu
olmalarına yardımcı olacağını düşünüyorum. Sözleşme’nin kurallarından bazıları aslında
son derece mantıklı: partnerine gün içinde mesajlar yollamak, fırsat bulabildiğin zaman
beraber ufak bir tatile çıkmak, birbirine çok pahalı olmayan ama üzerinde düşünülmüş hediyeler almak. Sözleşme’nin hatası bunları kural olarak tanımlaması ve bu kurallara uyulmadığında ceza vermesi. Kurallar bazen bunaltıcı olabilir ve ters tepebilirler. Ama bu
ufak hoşlukları gönüllü yapmak, sadece partnerini mutlu etmek istediğin için yapmak, her evliliğe iyi gelir!
U.U: 20th Century Fox’un film haklarını aldığı Evlilik Sözleşmesi’nin filme uyarlanacağı haberi geldi. Kitabınızın filme uyarlanacak olması sizi heyecanlandırdı mı? Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?
M.R.: Evlilik Sözleşmesi’nin filmi çekileceği için çok heyecanlıyım. Senaryoyu ben yazmıyorum
ama senaristin ve yönetmenin kendi bakış açılarını hikâyeye nasıl katacaklarını görmek
için sabırsızlanıyorum. Pek çok okuyucum bana yazarak bu kitaptan harika bir film
çıkacağını söylüyor ve bu beni çok heyecanlandırıyor, seyircinin tepkisini görmek için
sabırsızlanıyorum!
U.U: Bir romanın filme uyarlanmasına nasıl bakıyorsunuz? Sizce bir film kitabından daha üstün olabilir mi?
M.R: Film kitaptan o kadar farklı ki, tamamen farklı bir sanat dalı. En ilginç uyarlamalardan
bazıları kitaba çok sadık kalmıyor. Mesela Spike Jonze’un yönettiği Tersyüz uyarlamalar
hakkında muhteşem bir filmdi. Uyarlandığı kitaba, Susan Orlean’ın The Orchid Thief
[Orkide Hırsızı] kitabına sadık kalmak yerine çok akıllıca bir şekilde orijinal bir eseri
senaryolaştırmanın ne kadar zor olduğunu anlatıyor. 1993 yapımı Robert Altman’ın
Sosyeteden İnsan Manzaraları filmi de Raymond Carver’ın altı hikâyesinden ilhamla
yapılmış, bir başka oldukça garip ama muhteşem uyarlama.
Kitaplardan uyarlanan filmlerin söz konusu kitaplardan genelde daha iyi olduklarını
düşünmüyorum, ama elbette öyle de olabilirler!
U.U: Türkiye'deki okurlarınıza neler söylemek istersiniz?
M.R.: Merhaba, dostlar. Evlilik Sözleşmesi’ni okuduğunuz için çok teşekkür ederim! Kitabım
Türkiye’de raflarda olduğu için çok onur duydum. Umarım sizi evlilik, aşk ve tarikatlar
hakkında ilginç tartışmalar yapmaya teşvik eder.
Dünyanın her yerindeki okuyucularımdan haber almaktan büyük keyif alıyorum. Eğer
kitabımı arkadaşlarınızla veya partnerinizle okuyorsanız lütfen benimle fotoğraf paylaşın!
Fotğraflarınızı #TheMarriagePact veya #MichelleRichmond hashtag’leri ile Twitter veya
Instagram’da paylaşabilirsiniz.
Instagram’da adresinde
veya
Facebook’ta: https://www.facebook.com/AuthorMichelleRichmond/ adresinde bulabilirsiniz.