Kültür SanatEdebiyatın Akdenizli kahramanları

Edebiyatın Akdenizli kahramanları

03.11.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Edebiyatının unutulmaz kahramanlarına göz attığımızda, öyle bir beşibiryerde ile karşılaşıyoruz ki; şaşmamak imkansız. Hepsinin en belirgin özelliği Akdenizli olmaları. Akhielleus'un gözüpekliğinde, Don Kişot'un yel değirmenlerine karşı savaşında, Othello'nun kaynayan kanında, Zorba'nın bilgeliğinde ve İnce Memed'in hakkını arayışında hep Akdeniz'in eli var. Homeros Akhilleus'u, Shakespeare Othello'yu, Cervantes Don Kişot'u, Kazancakis Zorba'yı ve Yaşar Kemal İnce Memed'i Akdeniz'de doğurtmaya karar verdilerse bir bildikleri olmalı...

Edebiyatın Akdenizli kahramanları

DÜNYA EDEBİYATININ, ORTAK NOKTASI AKDENİZ OLAN BEŞ BÜYÜK KARAKTERİ... Akdeniz'de yaşayan her kavim, her topluluk bir damla bırakmış, birikip umman olmuş bu kültür. Bu toprakların, bu suların insanlarının coşkusu, heyecanı, enerjisi ve renkliliği mitolojiden çağdaş edebiyata, en önemli yapıtları üretmiş. Akdeniz hem bir denizin hem bir bölgenin adı. Ama en çok da büyük bir kültürün adı. Öyle bir kültür ki, binlerce yıl boyunca ne savaşlar ne katliamlar ne de afetler engel olabilmiş dünyaya hükmetmesine... Birçok medeniyet burada doğmuş, burada yeşermiş, sonraki kuşaklara sözel ve kültürel mirasını burada iletmiş. Bu yılki TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı'nın teması "Edebiyatta Akdeniz, Akdeniz'de Edebiyat" olarak belirlendiğinde önce bocaladık. Bu muazzam kültürün neresinden tutsak, neredeyse bütün dünya edebiyatına karşılık gelen Akdeniz edebiyatına nasıl bir çerçeveden baksak bilemedik.Sonra bu coğrafyadan çıkmış karakterler geldi aklımıza ve gördük ki, edebiyatının en unutulmaz kahramanlarının içinde öyle bir beşli var ki; ortak özellikleri Akdenizli olmaları. Homeros Akhilleus'u, Shakespeare Othello'yu, Cervantes Don Kişot'u, Kazancakis Zorba'yı ve Yaşar Kemal İnce Memed'i Akdeniz'de doğurtmaya karar verdilerse bir bildikleri vardır elbet... Bu, hikayeleri birbirinden farklı dönemlerde ve farklı yerlerde geçen edebi kahramanları birbirine bağlayan heyecan, tutku, tezcanlılık ve idealizm, ola ki doğdukları coğrafyadan geliyordur. Binlerce yıldır kahraman yetiştiren Akdeniz'den...Bu beş kahramanın hikayelerine ve karakterlerine bakınca da bu kültürün ve coğrafyanın üzerlerinde ne kadar etkili olduğu görülüyor zaten. Akhielleus'un gözüpekliğinde, Don Kişot'un yel değirmenlerine karşı savaşında, Othello'nun kaynayan kanında, Zorba'nın bilgeliğinde ve İnce Memed'in hakkını arayışında hep Akdeniz'in eli var.Tek tek bu karakterleri inceleyip hikayelerini hatırladığımızda daha da belirgin oldu damarlarındaki bu ortak kan. Edebiyatın Akdeniz'e, Akdeniz'in edebiyata katkısı olan beş büyük karakter bu ay Milliyet Kitap'ın dosya konusu oldu. ORTAK NOKTA AKDENİZ Edebiyat tarihinin en cesur savaşçısını sorsalar kimi söylersiniz? Sanırım herkes bir isimde birleşir: Akhilleus (nam-ı diğer Aşil). Homeros'un "İlyada"da anlattığı o yiğit kahraman... Öyle ki Azra Erhat "Mitoloji Sözlüğü" adlı eserinde "İlyada"nın aslında Troya şehrinin değil, Akhilleus'un destanı olduğunu söyler: "İlyada bu kahramanın bir eylemiyle başlar, bir eylemiyle biter." "İlyada" destanı, "Söyle, tanrıça, Peleusoğlu Akhilleus'un öfkesini söyle" diyerek başlar. Kimdir bu öfkesine destan yazılan adam? "İlyada" ne kadarını anlatmıştır Akhilleus'un yaşamının? İlkçağın başından beri hakkında üretilen söylenceler nasıl bir adamı tarif eder?Ölümlü Peleus ile ölümsüz su perisi Thetis'in oğludur. Thetis, Nereus ile Doris'ten doğan 50 tanrıçanın en güzelidir. Hera tarafından büyütülür, güzelliği ile hem Zeus'u hem de deniz tanrısı Poseidon'u büyüler. Zeus onunla evlenmek ister ancak Prometheus bir sözüyle içine kurt düşürür: "Eğer Thetis, Zeus'tan bir çocuk doğurursa o çocuk babasından güçlü olacaktır." Zeus bu sevdadan vazgeçer böylece ve Olimpos tanrıları aralarında bir karar alır; Thetis bir ölümlü ile evlenecektir. Seçilen koca ise Phthia Kralı Peleus olur. Ne var ki Thetis'in gönlü bu ölümlü adama razı gelmez, çocukları kendisi gibi ölümsüz olsun ister. Peleus ile Thetis çiftinin birçok çocukları olur, hepsi de ölümlüdür doğal olarak. Ama Thetis'in planı, doğan her çocuğunu kendisi gibi ölümsüz yapmaktır. Geceleri kocası uyurken çocukları tanrıların ölümsüzlük iksiriyle yıkayıp tılsımlı ateşe tutar.Ama altı çocuk da dayanamaz, ölür. Yedinci çocukları Akhilleus'a da aynı şeyi yapmak üzereyken Peleus fark eder durumu ve Thetis'in topuğundan tutup yakmaya çalıştığı oğlunu alır, karısını ise evden kovar.Bir başka efsaneye göre ise Thetis, Akhilleus'u Styx nehrine batırır aynı amaçla. Bebeği suya batırırken topuğundan tuttuğu için, Akhilleus'un topuğu hariç her yeri ölümsüz olur. Ancak topuğundan yara alırsa ölebilir. Akhilleus, babasının isteğiyle yarı at yarı insan Kherion'un yanında yetişir. Kheiron onu avladığı arslan, domuz ve kurt ilikleriyle besler, bu sayede henüz küçücük bir çocukken bile en ağır mızrakları, kılıçları kaldırabilecek kadar güçlü olur Akhilleus.Akhalar'ın en büyük kahramanı Akhilleus'u, Homeros'un "İlyada"sına taşıyan ise Truva Savaşı olur. Savaşın başarısı da başarısızlığı da bu yiğit savaşçıya bağlıdır. Ancak kendi yazgısı trajiktir. Savaşa gitmeden once annesi Thetis bir kehanette bulunur oğluna:"İki ayrı kader götürecek beni ölüme Burada kalır, savaşırsam Truva çevresinde / Tükenmez bir ün var, dönüş yok. / Dönersem yurduma, sevgili baba toprağına / Ünüm olmasa da çok yaşayacağım." İLYADA ONUN DESTANI Ne de olsa serde yiğitlik yatar, ölümü yani Troya Savaşı'nı seçer Akhilleus. "İlyada," on yıl süren Troya Savaşı'nın son birkaç haftasını anlatır. Paris tarafından kaçırılan güzel Helene'i geri almak ve bunun acısını çıkartmak üzere Agammemnon önderliğinde toplanan dev Akha ordusu, Troya'ya saldırır. Akhilleus, yalnızca gücü, savaşçılığı ve kaba kuvveti simgelemez elbette. Gururlu, onurlu, inatçı, alıngan, çetin, hırslı bir damdır aynı zamanda. Ancak Azra Erhat'a göre Homeros'un sanatı bu karakterden yana olsa da yüreği Akhilleus tarafından öldürülen Hektor'dan yanadır. Bu sayede Homeros onu iyi ve kötü yönleriyle olabildiğince gerçekçi anlatır "İlyada"da. Karşıt eğilimlerin çarpıştığı gerçek bir insan oluverir Akhilleus. Zaferlere sevindiğinden çok can dostu Patroklos'un ölümü ve sevgilisi Briseis'in elinden alınmasına öfke duyar. Akdenizliler'e özgü o heyecan, tutku, tepkisellik Akhilleus'da gani gani mevcuttur. Tabii merhamet de. Hektor'u öldürdükten sonra babası Priamos oğlunun cenazesini vermesi için yalvarır Akhilleus'a. Acımasız sanılan bu adam Priamos'u avutmakla kalmaz, Hektor'un ölüsünü bizzat yıkar ve cenazeye hazırlar.Ancak annesi Thetis'in kehaneti doğru çıkar. Akhilleus, Troya Savaşı'nda geri dönemez. Paris tarafından tek ölümlü noktasından, topuğundan vurulur. Ve yine kehanet uyarınca adı binlerce yıl aynı hayranlıkla anılır. Yalnızca Akdeniz'in değil, bütün dünyanın en büyük kahramanlarından biri olur. MERHAMETLİ SAVAŞÇI Don Kişot, yaratıcısı Cervantes'in anlatımına göre İspanya'nın ''Altın Çağı''nda yaşayan ve o dönem için epeyce ihtiyar sayılacak 50. yaşını süren, hayatta yenilgiye uğramış bir İspanyol asilzadesidir. En büyük özelliği ise çok ama çok okumaktır. Birçokları için bir kaçıktır o. Yel değirmenlerine karşı savaşır hatta bu durumu kendisinden yüzyıllarca yıl sonra bile boşu boşuna mücadele etmekle eşanlamlı hale gelir. Kimileri için ise ideal bir romantiktir. İspanya'da, Meça şehrinin yakınlarında yaşar Don Kişot. Devamlı şövalye romanları okuyarak geçirir vaktini. O kadar çok okur ki artık kendini o şövalyelerden biri olarak görmeye başlar ve zırhını kuşanıp yollara düşer. Tıpkı romanlardaki gibi bir de prenses seçer kendine: Aldonz Lorence, nam-ı diğer Dulcinea.Yolda karşısına çıkan bir hanın sahibine şövalyeliğini ilan ettirir, hancı ise Don Kişot'a en önemli eksiğini hatırlatır: bir seyis. Böylece kendisi kadar ünlü roman kahramanı Sanço Panza girer hayatına. İkilinin yoluna bir ovaya yayılmış yel değirmenleri çıkar ilkin. Don Kişot bunları dev sanarak üzerlerine yürür, ancak yel değirmenin kanadına takılıp kendini yerde bulur. Artık en büyük düşmanı bu 'dev' yel değirmenleridir. YEL DEĞİRMENİ ŞÖVALYESİ Yolculuk boyunca köylüleri tarafından bulunup geri götürülür Don Kişot, ama vazgeçmez. Kaçar, şövalyeliğinin gereklerini yapmak için çabalayıp durur. Onun Akdenizliliği, vazgeçmemesindedir biraz da.Don Kişot'un ölümü, kendine alternatif bir dünya yaratmak, hayatı biraz daha yaşanır kılmak için uğraşırken kantarın topuzunu kaçıran bir adamın sonudur. Köylerine dönerlerken Don Kişot, Sanço Panza'ya "Bütün yaptıklarımın delilik olduğunu anladım. Benimle alay ettiklerini şimdi anlıyorum" der. Artık ölüm döşeğine geldiğinde papazla konuşup Allah'ın ona aklını yeniden bağışladığını ve artık şövalye öykülerine inanmadığını söyler. Kısa süre içinde de ölür.Yazıldığı dönemde Don Kişot'un kaçık olduğuna inanıldı. Daha sonraki dönemlerde ise duyarlı, romantik bir hayalperest olduğu düşünüldü. Modern dönemde psikiyatrlar onu şizofreni çalışmalarında örnek olarak bile kullandılar. Don Kişot dünya üzerinde o kadar etkili oldu ki, ''Quixote''tan türeyen 'quixotic', 'Quixotism' ve 'quixotry' kelimeleri Oxford'un İngilizce sözlüğünde yer aldı. Anlamları ise ''gerçek olamayacak hayaller peşinde koşmak"tı. Bu sözcük, en çok hangi coğrafyanın insanları için kullanılıyor bugün? Don Kişot'un hayalperestliğinin ve özgür ruhunun yaşadığı topraklarla ilgisi var mıydı acaba? KAÇIK MI ROMANTİK Mİ BİR HAYALPEREST Mİ? Toroslar'dan Akdeniz'e uzanan Dikenliözü'nün beş köyünden biri olan Değirmenoluk'un köylüleri, buradan hiç çıkmazlar. Köylerine has törelerle sürdürürler yaşamlarını, bu töreleri belirleyen ise Abdi Ağa'dır. Ne dışarıdan biri gelir köye ne de herhangi biri Abdi Ağa'ya itiraz eder.Değirmenoluk'un güçlü kuvvetli, yiğit delikanlılarından birinin adı da Memed'dir. Abdi Ağa'nın tarlasını sürmekle görevli Memed, gördüğü zulme dayanamaz, bir gün her şeyi bırakıp başka köye kaçar ve oranın ağası Süleyman'a sığınır. Her ne kadar Memed'in bu isyanı bütün köyün hayallerini süslüyorsa da, annesini bile bırakıp giden Memed'in köye dönmesi artık pek mümkün değildir.Bir gün onu gören bir tanıdık bu haberi Abdi Ağa'ya yetiştirir. Ağa da gidip Memed'i alır. Yine tarlasında çalıştırdığı Memed'i cezalandırır.Memed'in yolu bir gün kasabaya düşer ve ağaların hükümdarlığının da zulmünün de olmadığı bu hayatı keşfeder. Artık geri dönüş yoktur Memed için, Akdeniz gözükaralığı bir kez daha kendini gösterir ve sevgilisi Hatçe'yi alıp kaçar köyden. Ancak Ağa'nın adamları izlerini sürer. Hatçe yakalanır, Memed ise yaralanır ve bir eşkıyanın yanına sığınır.Abdi Ağa Hatçe'yi cezalandırmak için ona bir tuzak kurar ve onu hapse attırır.Köyde olanları öğrenen Memed, köylüleri de Abdi Ağa'ya karşı gelmeleri konusunda yüreklendirir. Abdi Ağa Ankara'ya telgraf çeker ve Memed'in gizlendiği yeri ihbar eder. Jandarmalarla Memed'in arasında çatışma çıkar. Tam bu sırada Hatçe doğum yapar. Memed eşi ve çocuğu için teslim olur fakat bu esnada Hatçe vurulur. Memed'in dünyası yıkılır. MECBURLARIN SİMGESİ Olaylardan Abdi Ağa'yı sorumlu tutan Memed köye gelir ve Abdi Ağa'yı vurur. Köylü bayram ederken Memed atını dağlara doğru sürer ve o günden sonra Memed'den haber alınmaz. Bir 'mecbur' insandır Memed yazarına göre. Ama Akdenizli kanı onu mecburiyetine isyan etmeye götürür. Yaşar Kemal, üzerinde yaşadığı toprakların binlerce yıllık geleneğinden aldığı mirasla yazar "İnce Memed"i. Binlerce yılın söylencelerinin etkisi vardır kaleminde. Dört cilt yazar Yaşar Kemal İnce Memed'i ve onu öldürmeye kıyamaz. Şöyle anlatır kendi yarattığı karakteri: "Dünya öküzün boynuzlarının üstünde durmuyor, mecbur insanların sırtında duruyordu. Bu dünyayı yaratanlar, dünyayı dünya yapanlar mecbur insanlardı. Ölmüşler, öldürmüşlerdi".Yalnızca Türk edebiyatının değil, çağdaş dünya edebiyatının da en etkileyici karakterlerinden biri olur Akdenizli Memed. İSYANCI KAN Bir başka Akdenizli savaşçıya geçelim şimdi de: Othello. Shakespeare'in büyük kahramanlarından biri olan Othello, Akdeniz'in güneyinden, Fas'tan gelen bir komutandır. Görev yeri ise bir başka Akdeniz ülkesi, Kıbrıs... Kara teniyle de tanınan Othello, hem halk hem de devlet tarafından çok sevilir. Venedik'in ileri gelenlerinden birinin kızına, Desdemona'ya âşık olup evlenene kadar da sürer bu sevgi. Ancak evlilik, dedikoduları ve ardından türlü ayak oyunlarını getirir.Dostu gibi görünen rakibi Iago, Othello'yu Desdemona'nın onu aldattığına ikna eder ve edebiyat tarihinin en büyük kıskançlık hikayelerinden biri çıkar ortaya. Aşkından ve kıskançlığından gözü dönen Othello, büyük aşkı Desdemona'yı boğarak öldürür. AÇIK YÜREKLİ MAĞRİBİ Her ne kadar Shakespeare'in en büyük karakteri Hamlet ile duygularının içinde boğulmak konusunda benzerlik gösterse de, Othello'nun en büyük farkı harekete geçebilmesidir. Hamlet gibi ağır bir İngiliz değildir çünkü, kanı kaynayan bir Akdenizlidir o. Hırsını da coşkusunu da sonuna kadar yaşar.Öfkesi kendisine değil, dışarıya dönüktür. Othello da tıpkı Akhilleus gibi önüne geleni yakıp yıkan bir karakterden fazlasıdır. Aşk onun hayatının merkezinde yer alır, tutkuya dönüşmüş bir aşk... Ona öfkeyi ve saldırganlığı veren de bu aşkın yarattığı acıdır.Othello, kendini denetlemesini Batı'da varlığını sürdürebilmek için sonradan öğrenen bir Doğuludur, Iago onu şöyle tarif eder:"Hayret, öfkeli ha! Savaşta gördüm onu / Top güllelerinin askerlerini toptan havaya uçurduğunu / Kolunun dibinden öz kardeşini toptan havaya uçurduğunu / Olacak şey değil öfkelenmesi!" Ancak bu kontrol mekanizması bizzat Iago tarafından sekteye uğrar. Othello'nun dürüstlüğünü zayıf noktası olarak görür Iago:"Mağripli ise mert ve açık yürekli,Dürüst sanır budala, dürüst görünenleri de,Burnuna halkayı geçirdin mi Götürsün istediğin yere." Bir yandan da kendi içine kapalı, iç dünyasını başkalarına açmayan gizemli bir adamdır. Desdemona bile aklından geçenleri anlayamaz. Othello'nun öfkesi birdenbire yönelir tek aşkına ve önce onu sonra kendini öldürür. Kıskanç ve gözü dönmüş bir kocanın vahşeti gibi algılansa da, gerçek bir şövalyenin trajedisidir Othello. Tıpkı Akhilleus gibi Othello da merhametini fiziksel gücüne kurban etmiştir. AŞK, HAYATININ MERKEZİNDE 20. yüzyıl Akdenizlisini en çok simgeleyen edebi karakter Zorba'dır desek çok mu iddalı olur?Akdeniz havzasının, bu kültürü en çok simgeleyen topraklarında, Yunanistan'dan çıkar; bir büyük ustanın, Kazancakis'in kalemiyle şekillenir Aleksi Zorba. Zorba, romanın anlatıcısıyla Pire Limanı'nda karşılaştığı andan itibaren hem anlatıcının hem de bizim hayatımızı değiştirir. Anlatıcı (ki aslında romanın yazarı Nikos Kazancakis'in ta kendisidir), kendisine bundan sonra "Patron" diyerek hitap edecek bu adamı bir yolculuğa çıkmaya ikna eder. Yalnızca mekan değiştirmezler, her noktada anlatıcının ruhu da değişir, Zorba sayesinde. Yaşamını sorgulamış, sonunda özgürlüğünden başka her şeyin geçici olduğuna karar vermiştir Zorba. BİR RUH KILAVUZU Yazar tanıdığı, bildiği bir adam olduğunu söyler Aleksi Zorba'nın. O, "Bir ruh kılavuzu, Hintlilerinki gibi bir gurudur" Kazancakis'e göre. Hayatı sevmeyi ve ölümden korkmamayı öğretmiştir yazara. "Hayatımda tanıdığım en rahat ruh, en sağlam vücut, en özgür haykırış onundu" dediği adamı kitabıyla ölümsüzleştirir Kazancakis.Yazarın olgunluk dönemi ürünü olan "Zorba" romanı, onun kendisiyle giriştiği bir tür sessiz hesaplaşma olarak da değerlendirilir. "Zorba" aracılığıyla Kazancakis, özyaşamının yenilgiler ve soru işaretleriyle dolu hesabını tutar. Bu açıdan bakınca "Zorba ne kadar Kazancakis?" sorusu da Aleksi Zorba'nın Akdenizliliğine kanıt gibidir.Özgürlüğün simgesidir Aleksi Zorba... Tıpkı 17. yüzyılda kaleme alınmış Don Kişot gibi, çağdaşı İnce Memed gibi... BİR GURUDUR ZORBA.. 26. TÜYAP İSTANBUL KİTAP FUARI'NIN ONUR YAZARI METİN AND... Tek kişilik kumpanya Metin And Yalnızlığına ve kendi dünyasına ne kadar da düşkün olduğunu her fırsatta dile getirmekten vazgeçmiyor. "Bıktım, sıkıldım," diyor. 80. yaşında 26. TÜYAP Kitap Fuarı'nın Onur Yazarı seçilmesiyle, evindeki telefon ve kapı zilinin daha çok çalmaya başlaması, istemese de bazı konukları geri çevirememesi ve biricik kızı Nilüfer Esra'ya bile yasaklı salonunu mecburen bu konuklara açması onu bunaltmış, yormuş. Özel hayatı kalın çizgilerle çevriliyken "Nereden çıktı şimdi bunca röportaj, insan ve soru?" der gibi ama yine de sesinde bir mutluluk, bir coşku. Nasıl olmasın, çalışmayı da, konuşmayı da çok seven biri o. Şimdi çalışmaları hakkında konuşabilmek için bol bol fırsatı var. Ama Metin And, o kadar çok şey yapmış ve yapmaya devam ediyor ki, hepsini bir çırpıda anlatmasına imkân yok. Kendisi de farkında elbette bunun. Belki de bu nedenle kendisine soru sorulmasına fırsat vermeden notunu düşüyor: "Baleyi ve illüzyonu atlıyorlar hep, onları da konuşmak lazım". Ama biz önce evliliklerini konuşuyoruz! 17 Haziran 1927'de İstanbul'da doğan Metin And, bir Galatasaraylı. İlkokul dördüncü sınıfta başladığı Galatasaray İlkokulu'ndaki eğitim hayatı liseyi bitirene dek devam eder. "BALEYİ ATLAMAYALIM" Yatılı olarak okuduğu Galatasaray ile ilgili anıları, daha çok sanata dair. Burada Fransızca ve Latince öğrenen Metin And, izinli olduğu günlerde İstanbul Belediye Konservatuvarı'nda Ferdi von Statzer'den piyano; Cemal Reşit Rey'den müzik analizi dersi alır. İZ-CAZ isimli gruplarında piyano çalacak kadar ilerletir müzik bilgisini. Ancak tüm sevgisine ve ilgisine rağmen piyanoyla ilişkisi uzun sürmez; ellerinin küçük olması bir dezavantaj yaratır çünkü. O da kötü bir amatör piyanist olacağına iyi bir amatör dinleyici olmaya karar verir. Ama hayallerinde piyano çalmaktan hiç vazgeçmez: "Benim ellerim küçüktür. Piyanoyu çalarken ritim bozuluyordu; bazı tuşlara basamıyordum. İçimde kalmıştır ama... Hani loş barlar vardır filmlerde. İki sevgili içkilerini içer, piyanist de çok hafif bir fon müziği yapar. Ben işte kendimi hep o piyanist gibi hayal ederim." "PİYANO İÇİMDE KALDI" Üniversitede hukuk eğitimi alan Metin And, lisansüstü eğitimi için İngiltere'yi seçer. İngilizce bilmiyordur ancak Uluslararası Ekonomi Hukuk bölümü sadece Londra Üniversitesi'nde vardır. İngiltere'ye gittiği dönem, 1950'lerin ilk yarısı. Savaş yorgunu yıllar. Yiyecek karneyle ama sanat dünyası son derece gelişkin. İngilizceyi BBC Radyo'yu dinleyerek öğrenen Metin And, baleye ilk kez Londra'dayken gider, operayı da adamakıllı burada keşfeder. Şarkı söyleyemeyen ama dans etmesini seven bu genç adam için hayat, gündüzleri kütüphane, geceleri ise opera, bale temsilleri demektir o sıralar. Ve sonra bir gün aslında çok yönlü ticaret anlaşmaları ya da uluslararası ekonomik örgütlerle ilgilenmediğini, hukukçu olmak istemediğini fark eder. Ve hukuk defterini orada kapatır. HUKUK DEFTERİ KAPANDI '50'lerin ilk yarısında aralarında Bülent Ecevit, Sadun Aren ve Turan Güneş'in de bulunduğu isimlerle birlikte Forum dergisini yayımlamaya başlar. Derginin kültür sanat sayfalarında edebiyat eleştirmenliği yapar. Ardında da Forum Yayınları'nı kurar. İlk kitabını 1958 yılında basar; aradan geçen 49 yılda 10'u İngilizce, 3'ü Fransızca ve biri İtalyanca olmak üzere 54 kitabı, ayrıca 1500 makalesi yayımlanır. Gösteri sanatlarına olan sonsuz ilgisine rağmen en çok Meşrutiyet ve Tanzimat dönemi tiyatrosunu sever; "Tanzimat ve İstibdat Tiyatrosu" ile "Meşrutiyet Tiyatrosu" isimli kitaplarını, diğer elli küsur kitaptan ayrı tutar. "Bir romancı gibi, yazarken yaşadım onları, bu iki kitabı," diye açıklar bunu bir söyleşisinde. Sevdikleri, tutkun oldukları çok fazla. Birkaç maddeyle sınırlamak mümkün değil. Başkaları için hobi olan, onun için iş; başkaları için iş olan onun için hobi. Bu nedenle olsa gerek, yaptığı her şeyi bir oyun duygusuyla yapıyor; hep oyun oynuyor yani. Dolayısıyla da hep eğleniyor. HEP EĞLENİYOR Mesela Mozart hayranı. Pek hastalanmayan bünyesi çocukluğunda yüksek ateşle yatağa düşünce Mozart dinleyerek güç bulmuş. Bu nedenle Mozart'ı sevmekle kalmıyor, ona inanıyor. Mozart'ın kayda geçmiş tüm eserleri kendisinde mevcut. Kayıt demişken, video, bir başka tutkusu. Henüz ortaokul sıralarında merak sardığı illüzyon, hâlâ en vazgeçilmezlerinden. Evinde 400'ü aşkın videokasette illüzyon programlarının kayıtları var. Hatta son dönemin ünlü illüzyonistlerinden Kubilay Tunçer, Metin And'ın evindeki kasetleri izleyerek öğrenmiş bu sanatın inceliklerini. "Benim amatör temsillerim, tıpkı profesyonellerinki gibi iki saat sürerdi. Seyirciler hiç sıkılmazlardı çünkü bu sürenin yarısından fazlası konuşmaydı. Bir keresinde öyle kaptırdım ki kendimi, seyircilerden biri 'Oyun ne zaman başlayacak?' diye sordu. Artık sağlık durumum o kadar süre ayakta durmama izin vermiyor. Ve ben çok üzülüyorum illüzyon yapamadığım için..." Son temsillerinden birinde iğne yutma numarasını ağzındaki diş protezi yüzünden başarıyla tamamlayamayınca artık böyle tehlikeli numaralar yapamayacağını da fark etmiş And. BİR MOZART HAYRANI Gazete eleştirmenliğini Rockefeller Vakfı'nın bursuyla gittiği Amerika'da, şarapçılığı Almanya'da öğrenir And. Bir süre Kavaklıdere Şarapları'nda çalışır; Lâl ve Yakut şaraplarının isim babası olur. Türk balesinin gelişmesi, Türk halk danslarının sahneye uygulanması, geleneksel gölge oyununun yaşatılması için yoğun çabaları olan Metin And, Ankara Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi bünyesindeki Tiyatro Kürsüsü ve daha sonra da Tiyatro Bölümü'nde öğretim görevlisi ve öğretim üyesi olarak çalışır. Buradaki en uzunu da olsa, Metin And çeşitli ders ve / veya konferanslar için Japonya, Çin, Hindistan, Rusya, ABD ve çeşitli Avrupa ülkelerine gitmiş, kimi ders notları bu uzak memleketlerde dahi 'özgün' bulunmuş. Tiyatro Bölümü'nde anlatacağı bir dersin notlarını hazırlamak için sınırları aşıp yurt dışına gitmekte bir sakınca görmeyen Metin And'ın araştırmacı yönü, onun güç kaynağı, gıdası. Özellikle Anadolu'daki tiyatronun tarihi ve kaynakları üzerine yaptığı zengin araştırmalarla adından söz ettiren Metin And, geleneksel ve çağdaş Türk tiyatrosunun şeceresini dökmüş, aralarında Türk Dil Kurumu'nun Bilim Ödülü, Sedat Simavi Sosyal Bilimler Ödülü, Fransız Hükümeti'nin "Officier de l'Ordre des Arts et des Lettres" nişanı, İtalyan Cumhurbaşkanı'nın Şövalyelik nişanının da bulunduğu pek çok ödüle değer görülmüş, uluslararası çapta bir araştırmacı. Yalnızlığına ve kendi dünyasına ne kadar da düşkün olduğunu her fırsatta dile getirmekten vazgeçmiyor. "Bıktım, sıkıldım," diyor. 80. yaşında 26. TÜYAP Kitap Fuarı'nın Onur Yazarı seçilmesiyle, evindeki telefon ve kapı zilinin daha çok çalmaya başlaması, istemese de bazı konukları geri çevirememesi ve biricik kızı Nilüfer Esra'ya bile yasaklı salonunu mecburen bu konuklara açması onu bunaltmış, yormuş. ULUSLARARASI ÇAPTA Özel hayatı kalın çizgilerle çevriliyken "Nereden çıktı şimdi bunca röportaj, insan ve soru?" der gibi ama yine de sesinde bir mutluluk, bir coşku. Nasıl olmasın, çalışmayı da, konuşmayı da çok seven biri o. Şimdi çalışmaları hakkında konuşabilmek için bol bol fırsatı var. Ama Metin And, o kadar çok şey yapmış ve yapmaya devam ediyor ki, hepsini bir çırpıda anlatmasına imkân yok. Kendisi de farkında elbette bunun. Belki de bu nedenle kendisine soru sorulmasına fırsat vermeden notunu düşüyor: "Baleyi ve illüzyonu atlıyorlar hep, onları da konuşmak lazım". Ama biz önce evliliklerini konuşuyoruz! 17 Haziran 1927'de İstanbul'da doğan Metin And, bir Galatasaraylı. İlkokul dördüncü sınıfta başladığı Galatasaray İlkokulu'ndaki eğitim hayatı liseyi bitirene dek devam eder. "BALEYİ ATLAMAYALIM" Yatılı olarak okuduğu Galatasaray ile ilgili anıları, daha çok sanata dair. Burada Fransızca ve Latince öğrenen Metin And, izinli olduğu günlerde İstanbul Belediye Konservatuvarı'nda Ferdi von Statzer'den piyano; Cemal Reşit Rey'den müzik analizi dersi alır. İZ-CAZ isimli gruplarında piyano çalacak kadar ilerletir müzik bilgisini. Ancak tüm sevgisine ve ilgisine rağmen piyanoyla ilişkisi uzun sürmez; ellerinin küçük olması bir dezavantaj yaratır çünkü. O da kötü bir amatör piyanist olacağına iyi bir amatör dinleyici olmaya karar verir. Ama hayallerinde piyano çalmaktan hiç vazgeçmez: "Benim ellerim küçüktür. Piyanoyu çalarken ritim bozuluyordu; bazı tuşlara basamıyordum. İçimde kalmıştır ama... Hani loş barlar vardır filmlerde. İki sevgili içkilerini içer, piyanist de çok hafif bir fon müziği yapar. Ben işte kendimi hep o piyanist gibi hayal ederim." "PİYANO İÇİMDE KALDI" Üniversitede hukuk eğitimi alan Metin And, lisansüstü eğitimi için İngiltere'yi seçer. İngilizce bilmiyordur ancak Uluslararası Ekonomi Hukuk bölümü sadece Londra Üniversitesi'nde vardır. İngiltere'ye gittiği dönem, 1950'lerin ilk yarısı. Savaş yorgunu yıllar. Yiyecek karneyle ama sanat dünyası son derece gelişkin. İngilizceyi BBC Radyo'yu dinleyerek öğrenen Metin And, baleye ilk kez Londra'dayken gider, operayı da adamakıllı burada keşfeder. Şarkı söyleyemeyen ama dans etmesini seven bu genç adam için hayat, gündüzleri kütüphane, geceleri ise opera, bale temsilleri demektir o sıralar. Ve sonra bir gün aslında çok yönlü ticaret anlaşmaları ya da uluslararası ekonomik örgütlerle ilgilenmediğini, hukukçu olmak istemediğini fark eder. Ve hukuk defterini orada kapatır. HUKUK DEFTERİ KAPANDI '50'lerin ilk yarısında aralarında Bülent Ecevit, Sadun Aren ve Turan Güneş'in de bulunduğu isimlerle birlikte Forum dergisini yayımlamaya başlar. Derginin kültür sanat sayfalarında edebiyat eleştirmenliği yapar. Ardında da Forum Yayınları'nı kurar. İlk kitabını 1958 yılında basar; aradan geçen 49 yılda 10'u İngilizce, 3'ü Fransızca ve biri İtalyanca olmak üzere 54 kitabı, ayrıca 1500 makalesi yayımlanır. Gösteri sanatlarına olan sonsuz ilgisine rağmen en çok Meşrutiyet ve Tanzimat dönemi tiyatrosunu sever; "Tanzimat ve İstibdat Tiyatrosu" ile "Meşrutiyet Tiyatrosu" isimli kitaplarını, diğer elli küsur kitaptan ayrı tutar. "Bir romancı gibi, yazarken yaşadım onları, bu iki kitabı," diye açıklar bunu bir söyleşisinde. Sevdikleri, tutkun oldukları çok fazla. Birkaç maddeyle sınırlamak mümkün değil. Başkaları için hobi olan, onun için iş; başkaları için iş olan onun için hobi. Bu nedenle olsa gerek, yaptığı her şeyi bir oyun duygusuyla yapıyor; hep oyun oynuyor yani. Dolayısıyla da hep eğleniyor. HEP EĞLENİYOR Mesela Mozart hayranı. Pek hastalanmayan bünyesi çocukluğunda yüksek ateşle yatağa düşünce Mozart dinleyerek güç bulmuş. Bu nedenle Mozart'ı sevmekle kalmıyor, ona inanıyor. Mozart'ın kayda geçmiş tüm eserleri kendisinde mevcut. Kayıt demişken, video, bir başka tutkusu. Henüz ortaokul sıralarında merak sardığı illüzyon, hâlâ en vazgeçilmezlerinden. Evinde 400'ü aşkın videokasette illüzyon programlarının kayıtları var. Hatta son dönemin ünlü illüzyonistlerinden Kubilay Tunçer, Metin And'ın evindeki kasetleri izleyerek öğrenmiş bu sanatın inceliklerini. "Benim amatör temsillerim, tıpkı profesyonellerinki gibi iki saat sürerdi. Seyirciler hiç sıkılmazlardı çünkü bu sürenin yarısından fazlası konuşmaydı. Bir keresinde öyle kaptırdım ki kendimi, seyircilerden biri 'Oyun ne zaman başlayacak?' diye sordu. Artık sağlık durumum o kadar süre ayakta durmama izin vermiyor. Ve ben çok üzülüyorum illüzyon yapamadığım için..." Son temsillerinden birinde iğne yutma numarasını ağzındaki diş protezi yüzünden başarıyla tamamlayamayınca artık böyle tehlikeli numaralar yapamayacağını da fark etmiş And. BİR MOZART HAYRANI Gazete eleştirmenliğini Rockefeller Vakfı'nın bursuyla gittiği Amerika'da, şarapçılığı Almanya'da öğrenir And. Bir süre Kavaklıdere Şarapları'nda çalışır; Lâl ve Yakut şaraplarının isim babası olur. Türk balesinin gelişmesi, Türk halk danslarının sahneye uygulanması, geleneksel gölge oyununun yaşatılması için yoğun çabaları olan Metin And, Ankara Dil ve Tarih - Coğrafya Fakültesi bünyesindeki Tiyatro Kürsüsü ve daha sonra da Tiyatro Bölümü'nde öğretim görevlisi ve öğretim üyesi olarak çalışır. Buradaki en uzunu da olsa, Metin And çeşitli ders ve / veya konferanslar için Japonya, Çin, Hindistan, Rusya, ABD ve çeşitli Avrupa ülkelerine gitmiş, kimi ders notları bu uzak memleketlerde dahi 'özgün' bulunmuş. Tiyatro Bölümü'nde anlatacağı bir dersin notlarını hazırlamak için sınırları aşıp yurt dışına gitmekte bir sakınca görmeyen Metin And'ın araştırmacı yönü, onun güç kaynağı, gıdası. Özellikle Anadolu'daki tiyatronun tarihi ve kaynakları üzerine yaptığı zengin araştırmalarla adından söz ettiren Metin And, geleneksel ve çağdaş Türk tiyatrosunun şeceresini dökmüş, aralarında Türk Dil Kurumu'nun Bilim Ödülü, Sedat Simavi Sosyal Bilimler Ödülü, Fransız Hükümeti'nin "Officier de l'Ordre des Arts et des Lettres" nişanı, İtalyan Cumhurbaşkanı'nın Şövalyelik nişanının da bulunduğu pek çok ödüle değer görülmüş, uluslararası çapta bir araştırmacı. ULUSLARARASI ÇAPTA "Başlangıcından 1983'e Türk Tiyatro Tarihi" İletişim Yayınları "Gönlü Yüce Türk Yüzyıllar Boyunca Bale Eserlerinde Türkler" Dost Yayınları "Kanuni Süleyman İmgesi" Dost Kitabevi "Tanzimat'tan Dönemi Türk Tiyatrosu" T. İş Bankası Kültür Yayınları "Türk Tiyatro Tarihi" İletişim Yayınları "40 Gün 40 Gece Osmanlı Düğünleri, Şenlikleri, Geçit Alayları" Toprakbank Yayınları "Mevlana Celaleddin Rumi and The Whirling Dervishes Sufi Philosophy - Whirling Rituals - Pomes of Ecstasy - Miniatüre Paintings" Dost Yayınları "Osmanlı Tasvir Sanatları 1: Minyatür" T. İş Bankası Kültür Yayınları "Osmanlı Tiyatrosu: Kuruluşu - Gelişimi - Katkısı" Dost Kitabevi "Oyun ve Bügü: Türk Kültüründe Oyun Kavramı" Yapı Kredi Yayınları "Ritüelden Drama: Kerbela - Muharrem - Ta'ziye" Yapı Kredi Yayınları "Türk Tiyatrosunun Evreleri" Turhan Kitabevi METİN AND KÜLLİYATINDAN SEÇMELER Evin içinde gezerek çalıştığını söyleyen Metin And için evi, atölyesi. Bu nedenle kimselere açmak istemiyor. "Oturacak yer yok," derken abartıya kaçmıyor; somut gerçeği söylüyor. "Mutfağıma bir oturma odası yaptım. Böylece söyleşiler için gelenlere oturacak yer açtım," derken aslında bir şey daha söylemiş oluyor: Yaşamını nasıl da yalnızlığı üzerine kurduğunu. "Kimsenin ilgisine, alakasına ihtiyacım yok," derken sesinde bir kırgınlık aramak gereksiz. Yalnızlığıyla mutlu biri o. "Kendi içimde yaşayan bir insanım ben. Hayatım boyunca psikiyatra gitmeyi düşünmedim çünkü ben kendi kendimin psikiyatrıyım. İki tane ben var içimde. Biri çok acımasız. Mesela ben hayatım boyunca hiç küfür etmemişimdir. Ama bazen o acımasız ben, diğer bana adamakıllı kızar, canına okur." Metin And ile öncelikli olarak evliliklerini konuşmamız, biraz da bu yüzden. Yalnızlığına ve dağınıklık içindeki düzenine düşkünlüğünden. Böyle biri nasıl olur da üç evlilik yapabilir? Metin And, ilk evliliğini yakın arkadaşı olan Şara Sayın ile yapar. Ancak bu evlilik bir anlamda, yanlış bir evlilik olur: "Dostluğumuzu evliliğe çevirince birbirimizi karı koca gibi göremedik. Bizimkisi hiçbir zaman normal bir evlilik olmadı. Ben Ankara'da, Şara Sayın İstanbul'da yaşamayı sürdürdü mesela. Arada bir görüşüyorduk sadece. Ama biz birbirimizi hâlâ çok seviyoruz. İstanbul'a geldiğimde ziyaret ettiğim ilk kişi Şara Sayın'dır." İkinci evliliğini balerin Yüksel Çapanoğlu ile yapar. Bu, onun gerçek evliliğidir. Metin And - Yüksel Çapanoğlu çiftinin 18 yıl süren bu evlilikten 1967 yılında kızları Nilüfer Esra olur. Metin And, kız çocuklarına özellikle tutkundur; hepsinin kız çocuk olacağını bilse 5 çocuk da yapabileceğini söyler. Ancak bu evlilik de sonlanır: "Ben o dönem biraz bencilce davrandım. Mesela büyük seyahatlerimi hep o zaman yaptım. Sabah kahvaltısına oturduğumuzda 'Tuzluğu verir misin?' gibi laflardan başka konuşacak şey kalmamıştı aramızda. Biz de dostça ayrıldık. Ben evliliklerimde de yalnızdım aslında." Metin And, dört yıl süren son evliliğini yazar Nazlı Eray ile yapar. Peki, bu kadar yalnız bir adam nasıl yaşar? Hayal kurarak. Metin And'ın en sevdiği oyunlardan bir tanesi de hayal kurmak. Dönem dönem kurduğu hayallerin peşinden gidiyor. Bazen James Bond oluyor mesela. Bond olarak neler yapabileceğini hayal ediyor. Şu sıralar ise görünmez adam olduğunu hayal ediyormuş. Kimbilir, bir illüzyon numarasıyla gerçekten de görünmez adama dönüşebilir belki... ŞU SIRALAR GÖRÜNMEZ ADAM OLDUĞUNU HAYAL EDİYOR 27 EKİM - 4 KASIM ARASINDA EDEBİYAT AKDENİZ İLE, OKUR KİTAPLARLA BULUŞUYOR. Akdeniz esintili fuardan seçtiklerimiz İstanbul Kitap Fuarı'nda her yıl olduğu gibi bu yıl da çeşitli yayınevlerinin standları kitapla, okurla ve yazarlarla dolup taşacak. Ve yine her yıl olduğu gibi onlarca söyleşi, panel ve sergi düzenlenecek fuar boyunca. 26. TÜYAP İstanbul Fuarı'nın 27 Ekim-3 Kasım tarihlerinde 11.00-20.00; kapanış günü 4 Kasım'da ise 11.00-19.00 arasında açık olduğunu belirtip fuar programına bir göz atalım. Söyleşi: Endülüs Ekseni Üzerinden Metafisizksel İmaj Dünyasında Akdeniz Konuşmacı: Sadık YalsızuçanlarDüzenleyen: Kapı Yayınları27 Ekim Cumartesi 13.00-13.45Heybeliada SalonuPanel: "Türkiye'de Polisiye Edebiyat ve Akdenizli Olmak"Konuşmacı: Osman AysuDüzenleyen: İnkılap Kitabevi28 Ekim Pazar 15.45-16.45Heybeliada SalonuSöyleşi: "Akdeniz Mutfağı"Konuşmacılar: Emine Beder, Erkan Acurol, Binnur AkınDüzenleyen: İnkılap Kitabevi29 Ekim Pazartesi 14.15-15.15Heybeliada SalonuŞiir-Dinleti: "Akdenizli Şiirlerde Özgürlük Özlemi"Konuşmacılar: Sennur Sezer, Cengiz Bektaş, Gülsüm CengizDüzenleyen: Evrensel Basım Yayın29 Ekim Pazartesi 13.15-14.15Heybeliada SalonuSöyleşi: "Akdeniz-Ortadoğu Ortak Kültürü ve Farklılıkları"Yöneten: Zeki CoşkunKonuşmacılar: Neşe Yaşin, Fethiye Çetin, Derya KöroğluDüzenleyen: 78'liler Vakfı30 Ekim Salı 14.15-15.30Karadeniz SalonuSöyleşi: "Akdeniz Edebiyatında Öykü"Konuşmacılar: Recep Şükrü GüngörDüzenleyen: Sütun Yayınları30 Ekim Salı 15.45-16.45Büyükada SalonuSöyleşi: "Akdeniz, Barış ve Edebiyat"Yöneten: Yavuz ÖzdemKonuşmacılar: Dursun Özden, Salih Aydemir, Ayten MutluDüzenleyen: PEN Türkiye Merkezi31 Ekim Çarşamba 15.45-16.45Karadeniz SalonuŞiir-Dinleti: Şairlerimiz "Akdeniz" Şiirleri OkuyorYöneten: Ayten Mutlu, Yusuf ÇotuksökenKatılımcılar: A. Damar, K.l Özer, E. Canberk, M. Çelik, G. Turan, S. Bolat, H. Ergülen, A. Budak, T. Abacı, O. Alkaya, A. Mutlu, H. Baki, M. Taner, H. FerhadDüzenleyen: Toroslu Kitaplığı2 Kasım Cuma 13.15-14.30Interexpo SalonuSöyleşi: "Akdeniz'de Edebiyat, Edebiyatta Akdeniz"Konuşmacılar: Cengiz Bektaş, Gülsüm Cengiz, Egemen BerközDüzenleyen: Evrensel Basım Yayın-Türkiye Yazarlar Sendikası2 Kasım Cuma 14.45-15.45Interexpo Salonu AKDENİZ TEMALI ETKİNLİKLER Bu yılki fuarın yabancı konuklarından ilki, fuara ilk kez katılacak olan Kore. Bu konuk ülke, Türkçeye çevrilmiş Koreli yazarların katılımıyla bir panel de düzenleyecek. İlk kez geçtiğimiz yıl fuara katılan Literature Across Frontiers (LAF) de bu yıl yaklaşık 16 ülkeyi temsilen fuarda bulunuyor. Fuar'ın yabancı katılımcıları arasında Almanya, Azerbaycan, Amerika Birleşik Devletleri, Avusturya, İran, Ermenistan, Rusya, Kosova, İtalya, İsveç Yunanistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Çin, Kore, Romanya, Küba ve Literature Across Frontiers bünyesinde Bask Ülkesi, Katalonya, Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Finlandiya, Belçika, İzlanda, Macaristan, Letonya, Litvanya, İrlanda, Malta, Portekiz, Slovenya ve Galler de var. Valentin Rasputin, David Gaunt, Qi Pinjing, Henri Loevenbruck, Young-Ha, Gregory Jusdanis, Brigitte Labbè, Alev Adil, Nicholas Gage, Anna Aguilar-Amat, Junis Kronbergs, Jana Putrle, Jerzy Jarniewicz, Helim Yusiv, John Barnie, Claire Messud, Kemal Abdulla, Elçin Şıhlı ve Vagıf Behmenli gibi yazarlar ise söyleşi ve imza günleri için fuarda olacaklar. YABANCI KONUKLAR TÜYAP'ın ücretsiz servislerinden yararlanabilirsiniz. Servislerinden kalkış yerleri ve saatleri şöyle:Taksim / Atatürk Kültür MerkeziGidiş 10.00 - 16.00 arasında her yarım saatte bir. Dönüş: 14.00 - 20.00 arasında her saat başı .Beşiktaş / İskele ÖnüGidiş: 10.00 - 13.30 Bakırköy / Deniz Otobüsü İskelesi Otoparkı Gidiş: 10.00 - 16.00 arasında her yarım saatte bir. Dönüş: 14.00 - 20.00 arasında her saat başı.Ayrıca İETT her gün Kadıköy, Mecidiyeköy, Bakırköy ve Yenibosna'dan TÜYAP'a belirli saatlerde otobüs seferleri düzenliyor.Giriş fiyatı: 5 YTL. Öğrenci, öğretmen ve emeklilere ücretsiz.Ayrıntılı bilgi için: www.istanbulkitapfuari.comTel: (212) 886 68 43 FUARA NASIL GİDİLİR? Onur Yazarı SergisiMetin And onuruna Sabri Koz tarafından hazırlanan "Onur Yazarı" kitabından metinler ve Metin And'ın yaşamından kesitlerin yer aldığı fotoğraflar fuar boyunca sergilenecek."Onur Yazarı Metin And ile Sohbet"27 Ekim Cumartesi 14.00-14.45Konuşmacılar: Metin And, Doğan HızlanDüzenleyen: TÜYAPYer: Interexpo Salonu"Kimdir Metin And?"29 Ekim Pazartesi 16.00-17.00Konuşmacılar: Metin And, Sabri KozDüzenleyen: Yapı Kredi YayınlarıHeybeliada Salonu METİN AND ETKİNLİKLERİ Danışmanlığını Ayşe Kudret'in, tasarımını Sadık Karamustafa'nın hazırladığı Cevdet Kudret'in fotoğraf, biyorgafi ve eserlerinden metin parçalarının yer aldığı "Cevdet Kudret 100 Yaşında" ile ziyaretçiler yazarın edebiyat yolculuğuna tanıklık edecek. Türkiye'nin kültürel çeşitliliğini yansıtan çarpıcı fotoğraf ve öykülerden oluşan "Ebru: Kültürel Çeşitlilik Üzerine Yansımalar" isimli kitap ve bir dizi sergiyi içeren "Ebru Projesi"nden 173 fotoğraf, fuar boyunca 9 numaralı salonda olacak. Che Guevara'nın ölümünün 40. yıl dönümü nedeniyle Küba Büyükelçiliği tarafından gerçekleştirilen "Viva Che!" adlı sergide Che Guevara'nın ünlü fotoğrafçı Alberto Korda tarafından çekilmiş 20 fotoğrafı görülebilir. 15. yaşını geride bırakan karikatür dergisi LeMan, geçmişten bugüne dergi kapaklarını sergileyecek. Avrupa Komisyonu'nun Euromed Heritage II Fonu kapsamında, 13 Akdeniz kentinde Akdeniz'in kozmopolit yapısını ve kent kültürünü yansıtan kentlerde, etnografik yöntemler kullanılarak sözlü tarih araştırmaları yapılıyor. Bu kapsamda Arnavutköy, Fatih, Gaziosmanpaşa ve Moda'da yürütülmüş sözlü tarih çalışmalarının ürünü olan "Belleklerdeki İstanbul" sergisi de fuar boyunca görülebilir. 14. Balkanfila Pul Sergisi 5 numaralı salonda olacak. İlki 1965 yılında Bulgaristan'ın Varna şehrinde, sonuncusu ise 1991 yılında Romanya'nın Bacau şehrinde düzenlenen bu sergilere, ekonomik ve politik nedenlerle 16 yıl boyunca ara verilmişti. Bir dönemin bu geleneksel pul sergisi, Türkiye Filateli Dernekleri Federasyonu'nun çabaları ile canlandırıldı. DİĞER ETKİNLİKLERDEN SEÇMELER