26.03.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
SEYHAN AKINCI
SEYHAN AKINCI-“Bugün Dünya Tiyatro Günü’dür, şu dakikada yüzlerce sahnede her ulusun kendi dramı oynanıyor. İzninizle biz de kendi yurdumuzda oynanan oyuna bir göz atalım. Ben perdeyi açıyorum. Sahne, Türkiye haritası üzerine yayılmış yaslı ana babalar, bir ağızdan, yitirdikleri gencecik yavrularının tabut kervanına ağıt yakmaktadır.” Muhsin Ertuğrul, Uluslararası Tiyatro Enstitüsü’nün 1977’deki kongresinde Türkiye Merkezi’nin uluslararası bildirinin yanı sıra her ulusun kendi bildirisini de kaleme alma önerisini kabul etmesinin ardından 1978’de bu satırları kaleme alır ve, “Tatlı saatler geçirmeye geldiğiniz tiyatroda acı gerçeklerle sizleri tedirgin ettik, bağışlanmak diler, saygılar sunarım” sözleriyle sonlandırır bildiriyi. 1961’den bu yana Dünya Tiyatro Günü olarak kutlanan 27 Mart vesilesiyle biz de perdeyi açmak üzere sözü ülkemizin kıymetli tiyatro emekçilerine verdik. Tiyatro Günü’müz kutlu olsun.
Kovid 19, orman yangınları, sel felaketi, bombalı terör saldırıları, savaşlar ve depremler… Bu doğal ve beşeri felaketler hepimizi derinden sarstı. 6 Şubat’ta meydana gelen Maraş merkezli 10 ilde yıkımlara ve kayıplara neden olan depremler telafisi zor yaralar açtı. Bunca acıya rağmen dayanışmayla yaralar sarılmaya çalışılıyor. Böyle bir atmosferde 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü karşılıyoruz. Her şeyin anlamsızlaştığı zamanlarda tiyatroya dair söz söylemek de zorlaşıyor. Hüzünlü, öfkeli, kimsesizlik ve yalnızlık hissiyle boğuşurken üzerimize düşen acıları paylaşmak, dayanışmayı güçlendirmek, yaşamı savunmak… Nefes aldığımız her yerde… Sahnede, okulda, sokakta… Tiyatronun bütün öznesi insandır. Tiyatro insanlık var olduğu sürece insanı anlatmaya devam edecektir. Acılarını, özlemlerini, umutlarını; dününü, bugününü, yarınını… İnsanı yaşatmalıyız ki tiyatro da yaşasın… Sözlerimi Edip Cansever’in dizesiyle tamamlamak istiyorum: “Ne gelir elimizden insan olmaktan başka?”
İnsanlık diye başlamadan tiyatro hakkında söz söylemek neredeyse imkânsız. Sonra çocukluk, doğum, ölüm ve yeniden doğmak, bir mucizeden bahsetmek. Toplumun ruh ilacı sayılan bir doğa olayını tarif etmeye çalışmak. Şu tekinsiz yüzyılda artık acı veriyor zamanın öğretilerini tekrar tekrar anlatmakla uğraşmak, ikna olamamış, evrene inancını yitirmiş kalabalıklara ısrarla binlerce yıllık bir devinimden söz etmek. Köy Enstitüleri gibi muhteşem bir adımı kendi ellerimizle yok etmişken, sanattan, kültürden uzak karakterlere geleceğimizi teslim etmişken, bu kadim sanatı ticaretin acımasız kollarına terk etmişken nasıl kutlayacağız tiyatro gününü? Nasıl buluşacağız aydınlıkla? Ayakta kalabilen bütün medeniyetler, bir şairin, bir edibin, bir yazarın eserleri üzerinde nefes alabilmiş, var olabilmiştir. Biz başarabilecek miyiz bunu? Ayakta kalabilecek miyiz? Henüz taptaze yaşadığımız acılar, afetler, savaşlar ve bitmek bilmeyen baskıcı, özgürlük yakıcı cehalet bombardımanı. Çok sözün zamanı geçti, şimdi sanatın köşe bucak yeşertileceği, örgütlü eylemin müziğe, edebiyata, tiyatroya dönüşeceği zaman. Tam da şimdi binlerce yıllık öğretiye sarılarak, yaşananların tiyatro sanatıyla temize çekileceği zaman. Dünya Tiyatro Günü kutlu olsun…
Murat Daltaban: “Tiyatro mücadele alanımıza dönüştü”
Yüzyılın çeyreğine iki kala Cumhuriyet’in 100. yılındayız. Dünya 20.YY yıkıntısının altından çıkmak için çabaladığı yılları unuttu, yeni çılgın yüzyıla daldı. Kazanılmış haklarımız tehdit altında; adaletsizlik, fırsat eşitsizliği, fakirlik, açlık, sınıflar arası uçurum, salgınlar, doğa kirliliği, iklim krizi sadece insanlığın değil, tüm dünyanın geleceğini tehdit ediyor. Kısıtlanmış özgürlüklerimiz ve haklarımız sanatımızı üretmekteki motivasyonumuz. Adalet, eşitlik ve kardeşlik aradığımız. Doğayı düşman değil dost bellemek arzumuz. Cumhuriyet’in 100 yılının son çeyreğinde yepyeni bir tiyatro nesli yetişti. Tiyatro bize haklarımız ve özgür hayat için sahnede yerimizi alma görevi verdi; seyir yerimiz de sahnenin uzantısı olarak yükseldi, seyirci de bir performans sanatçısı artık; tiyatro mücadele alanımıza dönüştü; bizi doğaya kavuşturdu.
Yiğit Sertdemir: “Ancak birlikte iken yüzümüz olur selam vermeye”
Tüm anlamların yittiği bir toprak bulutunun içinden, Dünya Tiyatro Günü’nü kutlamak... Sanat diyordu Picasso, “Gerçekleri görmemizi sağlayan en büyük yalandır.” Bizi bu yalana ikna eden asıl büyük yalan ne? Ancak birlikte yol alınca ‘seyir’ sözcüğünün karşılığını verebilen oyuncu ile seyircinin ortaklaştığı o koca yalan ne? Dost, sevgili, aile, düşman, iyi, kötü, sen, ben, o olabildiğimiz oyun ânının bize iyi gelen yönü ne? Bugün geçiyor. Dün geçmişti. Yarın da geçecek. Ertesi gün de. Sonra geçenlere bakacağız beraber. Yeniden ve yeniden bazen burnumuzu çekerken, bazen kahkahamız öksürüğe dönerken geleceğiz göz göze. Yeni sözler, yeni ışıklar, yeni umutlar, yeni hikâyeler paylaşacağız. Utanmadan. Unutmadan. Çünkü ancak birlikte iken yüzümüz olur selam vermeye. Dünya Tiyatro Günü’müz… Olsun.
Yeşim Özsoy: “Güçlü olmalı ve yeni hikâyeler anlatmaya devam etmeliyiz”
Belki de en çok bu sene tiyatronun gücünün farkında olmalıyız. Belleği yaşatmak, ölüme karşı yeni hikâyeler anlatabilmek, acının ve sevincin dili olmak ve her şeyden önemlisi unutmamak, unutmamak ve yaratmak… Sahnede yepyeni bir dünya yaratabilme olasılığını hissettirmek kadar güçlü bir dili vardır çünkü tiyatronun. Başka bir dünyanın mümkün olduğunu göstererek bunu seyirciye hissettirmek belki de en temel görevimiz. Tiyatro, tüm zamanlarda, döneminin teknolojisi, politikası ve felsefesini kendine mal ederek sanatlar üstü ve birlikteliğinde güçlü bir malzeme sunuyor bize. Seyircimizle beraber nefes aldığımız salonların yanı sıra küçücük bir odada ya da dijital bir atmosferde de teatral bir alan yaratabilmemizden belli. O zaman çok yaşa tiyatro! Var ol. Her zaman yanımızda kılavuzumuz ol.