30.01.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Melisa Vardal - Gamfed Türkiye Kurucusu ve Oyun Akademisi Kurucu Ortağı Ercan Altuğ Yılmaz’ın günümüzde dijitalleşen ve kullanıcılara eşsiz sanal deneyimler sunan oyun dünyasını ele aldığı kitabı “Sekizinci Sanat Oyun” okurla buluştu. Johan Huizinga’nın, “Oyun kültürden eskidir ve tüm dini, siyasi ve askeri ritüeller birer oyunla başlamıştır” fikrinden yola çıkan kitapta sanat kavramı irdelenerek insanın oyunlarla olan serüvenine kapsamlı bir bakış açısı sunuluyor. İnsanoğlunun yüzyıllardır doğasının bir parçası olmayı başaran oyunları felsefi açıdan da inceleyen kitap ile günümüzde teknolojinin gelişmesi ile form değiştiren oyunların sanat gibi biricik olduğunu belirtiyor. Bu kitabın rehberliğinde Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Dijital Oyun Tasarımı ve Teknolojileri Anabilim Dalı Başkanı Berke Soyuer, Beykent Üniversitesi Dijital Oyun Tasarımı Bölüm Başkanı Dr. Öğretim Üyesi Eray Dinç ve "Ephesus" oyununun yaratıcılarından Cihan Tutum’la oyun ile sanat ilişkisini konuştuk.
Görünenden ibaret değil
Dinç, Soyuer ve Tutum oyunun sanat olduğu konusunda hem fikir. Eray Dinç, “Aslında sinemayı yedinci sanat olarak tanımlama nedenlerimizle üstüne interaktiviteyi ekleyerek video oyunları sekizinci sanat olarak tanımlama nedenlerimiz aynı” diyor. Soyuer ise yedinci sanattan yola çıkarak verdiği cevabına “Bir endüstri içerisinde üretilmiş olmaları onları sanat olmaktan alıkoymaz” sözleriyle devam ederken aksiyon filmleri ve çizgi filmler gibi efektlerle iç içe geçmiş olduğundan oyun dünyası ile yakından bağlantılı türlerin de sanat sayılacağını söylüyor. Soyuer “Sinemanın hem endüstri hem de bir sanat alanı oluşuna paralel olarak oyunlar da bir sanat mecrası olarak rahatlıkla kabul edilebilir” diyor. Son yıllarda dijital sanatların öne çıktığını söyleyen Tutum ise oyunun sadece görünenden ibaret olmadığını, derin bir altyapısının olduğunu vurguluyor. Bazı oyunların hikâyelerinin çoğu kitaptan daha derin bir örgüde ilerlediğini düşünen Tutum oyunun içerdiği görselliği sinema ile karşılaştırırken pek çok oyunun “soundtrack” albümlerinin dijital platformlarda milyonlarca kez dinlendiğini hatırlatıyor. Aynı anda hem kitap hem sinema hem oyun hem de bir müzik albümü olarak önümüze çıktığını düşündüğü oyunları sanat olarak gördüğünü söyleyen Tutum, her sanat dalında olduğu gibi oyun camiasında da vasat ürünlerin bulunduğunu ama bu yüzden “şaheser” olarak nitelendirilebilecek eserlerin hiçe sayılmaması gerektiğini belirtiyor.
Oyunlarda ticari kaygının ön planda olmasına dair Dinç sanatın dinamiğinin kendi ekonomisi üzerine şekil aldığını savunurken Soyuer bu durumu “İki ucu keskin bir bıçak” olarak tanımlıyor ve sınırların bazen yaratıcılığın önünü açtığını söylüyor. Tutum ise, “Para kaygısının yarattığı en büyük kötülük, yaratıcılık kaybı” sözleriyle sitemini dile getiriyor.
“Türkçede oyun kötü anlamda kullanılıyor”
Johan Huizinga’nın savunduğu “Oyun kültürden eskidir ve tüm dini, siyasi ve askeri ritüeller birer oyunla başlamıştır” görüşünde bu işle uğraşanların hepsi hemfikir. Oyunun zaman içerisinde kültürleri belirlediğini düşünen Tutum bir ikilemi işaret ederek “Kültürler oyunları belirlediği gibi, oyunlar da kültürleri belirliyor. Biraz tavuk mu yumurtadan, yumurta mı tavuktan durumuna gelmiş durumdayız” diyor. Dinç buna karşılık oyunların kültürlerle iç içe geçtiğinden bahsederken Türkçede oyun kelimesinin kullanımından da dert yanmayı ihmal etmiyor. “Oyuna getirmek, oyun etmek, oyunbozancılık, oynatmak” gibi pek çok negatif anlamda kullanıldığı için toplumumuza oyunlara karşı kültürel ve sanatsal bakış açısı kazandırmakta zorluk çektiklerinden bahsediyor. Soyuer de Dinç’i destekliyor, oyun denilince akla ciddiyetsizlik ve çocukluğun geldiğinden bahsederek “Fakat oyun ciddi bir iştir. Futbol tribünlerindeki hezeyanların ciddiyetsiz olduğunu kim söyleyebilir? Veya bir savaş stratejisi soyutlaması olan satranç oyununun?” sözleriyle bu görüşe karşı çıkıyor.