09.01.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Seray Şahinler - Nermin Mollaoğlu denince akla ilk gelen tanım “edebiyat ajanı” evet, fakat o her yönüyle Türk edebiyatının dünyadaki eli kolu. Kalem Ajans'la Türk yazarların dünyadaki haklarını temsil ediyor, aynı zamanda dünyadaki "güncel" edebiyatın Türkçeye kazandırılmasına vesile oluyor. İstanbul Uluslararası Edebiyat Festivali (İTEF)’le pek çok kurumun yapamadığını Kalem Ajans çatısı altında tek başına yapan Mollaoğlu bu çatıya bir de Yalova’da yazar, eleştirmen, gazeteci ve çevirmen-leri buluşturacak “Kalem Ev”i ekledi. Mollaoğlu ile kitap dünyasını, çoksatanları ve meşhur ödülleri konuştuk.
Pandeminin gölgesindeki iki yıl nasıl geçti?
2020’deki kârımız bir önceki yıla göre yüzde 27 büyümüştü. 2021’de büyüme yaşanmadı ama zarar da etmedik. Edebiyat ajansları yaptıkları işlerden kazandıkları komisyonlarla oluşur. Biz kazandıysak yayıncılar da kazanmıştır, yayıncılar kazandığı için biz de kazanmışızdır. Salgının sektörümüze en büyük zararı kâğıt krizinin döviz fırtınalarıyla birleşerek her yayıncının canını yakması. Yaralara merhem bir destek sistemi oluşamadığı için 2022’de bolca kan kaybedeceğiz, tansiyonumuz düşecek.
Türkiye’den yurt dışına telif satışları son yıllarda ivme kazandı mı?
2021 Frankfurt Kitap Fuarı'nın hem fiziki hem de çevrimiçi olarak düzenlenmesi, yayıncılara gittikçe normalleştiğimizi hissettirdi. Son iki yılda çocuk kitaplarımızın 31 farklı dile satışı gerçekleşti. Estonca, Danca ve Yunanca gibi son yıllarda pek satış olmayan dilleri de 2021'de listeye ekledik. Frankfurt'taki görüşmelerimin çoğunda yayıncılar 2023 ve hatta 2024'e kitap bakıyordu. Bu yüzden hâlâ çok seçiciler ve satış konusunda pek risk almaya gönüllü değiller.
Türk edebiyatının farkı dillere ulaşmasında etkin olan nedir? Ne değildir?
En büyük hatamız bir kova su döküp gözleri yıkamayı tercih etmemiz. Halbuki avuç avuç fakat düzenli periyotlarla suyu kullansak temizliğimiz imanla gelir. Ülke olarak görkemli törenleri seviyoruz. Onur konuğu olduğumuz ülkelerin fuarlarına sürekli gitme alışkanlığımız yok, bu tabak bitti şimdi sırada hangi tören var gibi bakıyoruz fuar programlarına. Ülkelerin politik yakınlaşmaları, uzaklaşmaları yayıncılık kararlarına bu kadar etki etmemeli.
Son yıllarda Nobel’de, Booker’da Ortadoğu ve Afrika hikâyeleri revaçta. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Sektör canavarı sürekli yeni arayış içindedir. Bu atlasın neresini ısıralım, nereden kan çıkar diye bakıyorlar. Jürilerden önce edebiyat ajanları, editörler, çeviri fonu yöneticileri, politikacılar, kültür sanat gazetecileri bunu hazırlıyor. Jüriler sadece hazır olan pastanın mumunu üflüyorlar.
Türk yazarlar neden bu ödül sürecine eklemlenemiyor?
Pastamız hazır değil.
Zweig’ı bırakın Ayfer Tunç’a bakın
Bugün Türkiye’de çoksatanlar gerçekten çok okunanlar mı, ne dersiniz?
Türkiye’de şöyle bir “moda” vardı; şu yazar çoksatan listelerinde, bu yazarı herkes konuşuyor, ben de alayım kitaplığımda bulunsun. Ben bu modanın çoktan geçtiğini düşünüyorum. İnsanlar okumayacakları kitaplar için para harcamıyorlar. Sorunu acı-balla değiştiriyorum; Türkiye’de çok satanlar, gerçekten okunmasını istediğim kitaplar mı? Hayır. Hakan Günday’ın yeni romanı “Zamir”i Türkiye’nin yarısının okumasını isterdim, dünya daha güzel bir yer olurdu. Kuruluşunun 100. yılında Uluslararası PEN’in başkanı olan, romanları 40’tan fazla dile çevrilen Burhan Sönmez’in “Taş ve Gölge” romanının tüm lise edebiyat öğretmenlerinin okumasını isterdim ki öğrencileri üniversitede kitaplarla yakın dost olsunlar. Telifi kamu malı olmuş, klasik eserleri basmalara doyamıyoruz. Bırakın Stefan Zweig’ı, Ayfer Tunç romanlarını okuyun. Her yıl yeni bir roman yayımlatmak için uğraşmayın sevgili yazarlarımız, çağdaşlarınız Kore’de, Peru’da, Norveç’te ne yazıyor onları okuyun derim.