14.07.2024 - 07:02 | Son Güncellenme:
Ümran Avcı - Tıp doktoru olan Derya Sönmez, ikinci kitabı “Öteki Hayvanlar” ile okurlarına bir öykü şöleni vadediyor. Doğadaki tüm ötekileri odağına alan Sönmez, bir yere, bir umuda tutunabilme ihtimalinin yüz vermediği insanların öykülerini anlatıyor. Tam da bu nedenle zamanın ipini bırakanların peşine düşüp insan ruhunun karanlık dehlizlerinde dolaşıyor. Yazar, 11 kısa öyküye insanın açgözlülüğü, mübadele, doğanın talanı, kişisel ve toplumsal kırılmalar, kadınları kamburlaştıran yükler gibi bir dünya dert sığdırmış. Kitabın tamamı ise tabiata saygı duruşu niteliğinde.
■ Oldukça sert bir öykü “Yaz Biter” ile açılıyor kitabın ilk kapısı. Ebeveynlerin çocuklarda açtığı yaralara dokunmuşsunuz.
Çocukluk büyülü, bir o kadar da kırılgan bir dönem. Yara almadan atlatmak neredeyse imkânsız. Hepimiz çocukluğun cennetinden kovulduk. Yaralarımız kabuk bağladı. Şartlar biraz zorlaşınca önce oralarımız sızlıyor. Bu kırılgan yanlarımız zamanla en keskin taraflarımıza dönüşüyor maalesef. Ebeveynler bile kendi yaralandıkları yerden yaralıyorlar çocuklarını. Üstelik bunu farkında olmadan yapıyorlar.
■ Kitapta “Mutluluk daha bir ihtimalken bir gün sonlanacağı bilgisiyle lekeleniyor” deniyor. Mutsuzluğun hafızası daha mı derin?
Mutluluk uçucu bir şey. Hep peşinden koşuyor, yolunu gözlüyoruz. Sahip olduğumuz anda elimizden kayıp gidiyor. Ölümlü olduğumuzu bilerek yaşamak bizi diğer canlılardan ayırıyor. Yaptığımız ve yapmadığımız pek çok şeyin altında bunu unutma çabası var sanki. O cümle, okuru böyle bir bakışa çağırıyor.
■ İnsanın doymak bilmez her şeye sahip olma iştahıyla doğayı talanını anlatıyorsunuz.
İnsanın doğayla uyumlanmak yerine, onu kendine göre düzenlemeye çalışması ürkütücü. Üstelik bunu diğer canlıları yok sayarak yapıyoruz. Doğaya bakışımız, nasıl biri olduğumuz hakkında çok şey söylüyor. Bu yüzden öykü kişilerimi doğayla kurdukları hiyerarşik ilişki içinde göstermeyi tercih ediyorum.
■ “Süt Uykusu”nda lohusa depresyonuna odaklanıyorsunuz. Bebek sahibi olunca erkek hayatına devam ederken kadın yıllarca sadece anne olabiliyor.
“Süt Uykusu”nda lohusalığın nasıl bir cinnet hâli olduğunu göstermek istedim. Anne olmak insanın hayatını kökünden değiştiriyor. Bebeğin doğumuyla erkek, hayatına aynı şekilde devam ederken kadından bütün sorumluluğu üstlenmesi, yapmaktan zevk aldığı şeylerden vazgeçmesi, makul olması ve daha bir sürü şey bekleniyor. Karmaşık duygularla bocalayan pek çok kadın, bunun kendi yetersizliğinden kaynaklandığını düşünüp suçluluk hissediyor. Bir de albastı gibi geçmişten gelen hikâyeler var. “Süt Uykusu”nda dünün ve bugünün kâbuslarını harmanlamak, zorluklarla başa çıkmaya çalışan kadınlara yalnız olmadıklarını hissettirmek istedim.
‘İnsanı kahramanlaştırmaktan yana değilim’
■ “Yürek Ölçüsü”nde bir Şaman geleneğinden bahsediyorsunuz. Yürek ölçüsünde birkaç dirhem azaldık sanırım, ne dersiniz?
Bence insan her dönemde biraz kötü biraz da iyiydi. İnsanı kahramanlaştırmaktan yana değilim. Edebiyatın tavrının da bu olması gerektiğini düşünüyorum. Öykü kişilerimi savunmam ya da yargılamam sadece onlara şefkatle bakmayı denerim. “Yürek Ölçüsü”nde ‘öteki’ olarak tanımlanabilecek insanların yaşadığı mahallede dolaşan bir anlatıcı var. Her an zarar görebileceği endişesiyle tedirginlik içinde yürüyor. Kendisinin nasıl biri olduğundan pek haberi yok gibi. Tehlikenin hep dışarıdan gelmesini bekliyoruz. Tehlikenin bizden kaynaklanabileceği ihtimali üzerine de düşünmeliyiz.
■ “Rüzgârın Nefesi yahut Tatilcilere Birtakım Tavsiyeler” öyküsünü mübadillere, bir gün mutlaka döneceğim diyenlere ithaf etmişsiniz. Edebiyatın belleği dürtme yetisi üzerine konuşalım isterim.
Ailem mübadeleyle Ayvalık’a gelmiş. Bu öyküde, çocukluğum boyunca dinlediğim hikâyelerin izleri var. Ayvalık benim için önemli. Doğduğum, büyüdüğüm ve bir gün dönmek istediğim yer. Açıkça belirtilmese de pek çok öykü orada geçiyor. Bana öyle geliyor ki yazdığım her cümlede, orada bir yerde, belki artık benim bile tanıyamayacağım şekilde Ayvalık’ın izi var; sessizliği, rüzgârı, ışığı…