Kültür Sanat‘Çocuklar boylarından çok büyük eziyetlere maruz kalıyorlar’

‘Çocuklar boylarından çok büyük eziyetlere maruz kalıyorlar’

12.01.2025 - 02:00 | Son Güncellenme:

Mahir Ünsal Eriş, son romanı “Tatil Kitabı”nda 12 Eylül’e çocuklar üzerinden bakıyor. Eriş “Türkiye’nin sancılı olmayan bir dönemi yok maalesef. Bununla birlikte en çok çocukların yaşadıklarını önemsiyorum. Çocukları kendi dünyamızın dikenli karanlığından korumakta pek becerikli değiliz itiraf etmek gerekirse” diyor

‘Çocuklar boylarından çok büyük eziyetlere maruz kalıyorlar’

Ümran Avcı - Mahir Ünsal Eriş, son romanı “Tatil Kitabı”nda 12 Eylül karabasanının edebi kaydını tutuyor. Üç çocuklu ‘Almancı’ bir ailenin küçük kızı Münevver, 1980 yazında anne babası ile ‘memleket’e geliyor. Koca Hala’nın evinde mecburen bırakılacağını bilmeden tabii. Anne baba çalışmak için yeniden gurbete dönünce, Münevver terk edilmişlik duygusundan sevgi sarmalı ile kurtuluyor. Koca Hala ve mahallenin kadınlarının küçük kızı oyalamak için gösterdiği çaba, devrim hayali ile yaşayan İbo Ağbi’nin ilgisi, sokaklarda oynamanın getirdiği coşku ile muhteşem bir yaz geçiriyor Münevver. Arka fonda ise sağ-sol çatışmaları, darbenin ayak sesleri, tüpgaz kuyrukları ve sıkıyönetim ilanı… 

Haberin Devamı

- Yakın tarihin sancılı bir dönemini neden çocuk Münevver’in tanıklıkları üzerinden hikâyeleştirmeyi seçtiniz?

Türkiye’nin sancılı olmayan bir dönemi yok maalesef. Bununla birlikte en çok çocukların yaşadıklarını önemsiyorum. Henüz hayatın ne olduğunu anlamaya çabaladıkları o yaşlarda hayatın bilinen düzen ve kurallarının bu topraklarda pek işlemediğini öğrenmek zorunda kalarak boylarından çok büyük eziyetlere maruz kalıyorlar. Bu her dönem böyleydi, ihtimal ki böyle de devam edecek. Çocukları kendi dünyamızın dikenli karanlığından korumakta pek becerikli değiliz itiraf etmek gerekirse.

- 1960’lı yıllarda başlayan furya ile çalışmak için Almanya’ya gidenlerin yaşadıklarına (göçmenlik, kimsesizlik, işçilik, Alman olamamak ve arafta kalma) bir saygı duruşu diyebilir miyiz roman için?

Haberin Devamı

Bugüne kadar yazdığım hemen her şeyde inatla dönüp geldiğim konulardan biri insanın mekânsız, yersiz yurtsuz, sahipsiz ve yuvasız olduğu gerçeği oldu hep. Bu meseleyi hep çok dert edindim. İlk öykülerimden son romanıma kadar insanın ne doğaya ne şehirlerine ne evine ne memleketine ait olan hâlini yazmaya çok çabaladım. Burada da benzer bir niyet var elbette. Öte yandan ‘60’larda Almanya’ya göçmen giden yurttaşların burada Alamancı, orada Auslander hâli de bence çok üzerine konuşulası bir konu ki bütün göçmenlik biçimlerini özetleyen de bir durum aslında. Saygı duruşu sayılırsa, bundan onur duyarım.

-Romanda kadın dayanışması ve kadın emeği öne çıkıyor.

“Tatil Kitabı” bence bir kadın kitabı. Erkeklerin neredeyse hiç olmadığı, olanların da ya görünmez ya da erkeklik kodlarından, memleket insanın çocukluktan yetiştirdiği maço tiplemelerden uzak neredeyse nötralize erkeklerin bulunduğu bir roman. Öte yandan benim hatırladığım yoksul mahalle çocukluğunun kendisi de biraz böyleydi. Erkekler, üç kuruşu denk getirmek için günün hatırı sayılı bir kısmını ev dışında, ekmek peşinde geçirdiklerinden evler, sokaklar, mahalleler kadınlara kalırdı. Ve bütün bu evler, sokaklar, mahalleler her türden üretime katkı sağlayan atölyelere dönerdi. Sevgi ve dayanışmanın da üretildiği atölyeler... Ben romandaki gibi bir mahallede büyümedim ama kadınların örgütlü bir yapı gibi tek vücut hareket edip dünyayı döndürdükleri bu türden yerlere çok tanık oldum. Yani benim uydurduğum bir şey değil özetle. Yoksulların yaşadığı, erkeklerin işte, hapiste, cephede, gurbette olduğu bütün mahallelerde buna benzer bir kadın örgütlülüğü vardı. Belki hâlâ da vardır.

Haberin Devamı

‘Erkeklik ilaç tedavisi altında tutulması gereken hastalıktır’

- Münevver’in okuduğu “Tatil Kitabı”nda kadın-erkek ayrımcılığına da dikkat çekiliyor. Kadınlar evde yemek hazırlarken görülüyor. Erkek çocuk okurken kız çocuğu bebeklerle oynuyor mesela...

Maalesef öyle. Erkeklik düzenli olarak medeniyetle ilaç tedavisi altında tutulması gereken, yüksek tansiyon gibi, diyabet gibi bir hastalıktır. Özellikle de bizim gibi pozu yerinde ama icraate gelince fıs olan Doğu toplumlarında bu çok daha belirgin bir şeydir. Erkekleri ve o erkekleri birer ‘erkeklik canavarı’ olarak yetiştiren ebeveynleri eğitmek gerekir bana kalırsa. Çünkü diyabetin, yüksek tansiyonun aksine kişiye değil, tüm topluma zarar veren bir şey bu.

Haberin Devamı

- Devrim hayali için çırpınan İbo’nun ülkeyi ‘hiç yüz vermeyen sevgiliyi sever gibi sevdiğini’ söylemişsiniz. 

Aşk biraz böyledir ama. Devrimcilik daha da böyledir. 10 yıllardır her devrimci kuşak gerçekten devrimin kendi ellerinin ereceği kadar uzakta olduğuna inandı. Hâlâ da inanıyor. Ben de inanıyorum. Elimin ereceği yakınlıkta olmadığını biliyorum artık gerçi, Nâzım Hikmet’in “Yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü, ölürsem kurtuluştan önce yani” dediği yerden bakıyorum daha çok. Ama devrime inanmaktan, insanlığın sınıfsız, sömürüsüz, ayrımcılıktan, para ve hırstan uzak bir dünyada yaşayacağı o istikbali hayal etmekten vazgeçmiyorum hiç. Aşk da böyledir çünkü biraz.