11.06.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
“Anladım, peki Münir Bey bir isimden söz etti. Ama adını çıkaramadı. ‘Esaslı adamdı o’ dedi. ‘Ama grubumuza katılmaya ikna edemedik’ dedi ardından da…”
“Anladım kimden söz ettiğini… O bu yarımadada mandalinadan en iyi anlayan kişidir. Akla gelen ilk isimdir. Adı Sedat Girit. Bunun babası Sadık Girit’tir. Çok eskiden ataları Girit’ten gelmişler. Yani göçmendir bunlar. Eskilerdendir. Buranın yerlisi sayılırlar. Sadık bundan yaklaşık yirmi beş yıl oluyor yanılmıyorsam, bölgenin en güzel Bodrum mandalinalarını yetiştiren adamdı. Çok büyük bahçeleri vardı. Bodrum’un merkezindeydi yerleri o zamanlar. Bodrum merkezin üst tarafları bahçeydi, mandalina bahçeleriydi. Sora bu Sadık’ın karısı hastalandı. Sadık da bahçesini karısının tedavisine para yetiştirmek için satmak zorunda kaldı. Ama karısı öldü. Sonra Sadık bahçesini geri almak istedi ama alan kişi satmadı . O da bunun üzerine intihar etti maalesef. Cinnet geçirdi demişlerdi o zaman. Çünkü yanında küçük bir kızı da vardı; onu da birlikte ölüme götürmüş. Sadık’ın cesedi bulundu ama küçük kızın bulunamadı ne yazık ki. Geride oğlu Sedat kaldı. O da İstanbul’da amcasının yanna gidip okudu. Ziraat mühendisi olduktan sonra Bodrum’a yerleşti ve dediğim gibi bu bölgenin en iyi mandalina yetiştiricisi oldu. Herkes en iyi verimi alabilmek için ondan yardım istiyordu. Ama sonra bir gün birden yok oldu. Ara ara kaybolduğu, seyahatlere gittiği oluyordu ama en fazla bir hafta, on beş gün hadi bilemedim bir ay falan oluyordu. Ama hiç bu kadar uzun gittiği olmamıştı. Ne oldu kimse bilmiyor. Belki bir gün gelir çıkar ortaya yine….”
“Anladım. Çok teşekkür ederim. Umarım projelerinizi, hedeflerinizi gerçekleştirirsiniz. Bodrum mandalinası hak ettiği değerine kavuşur.”
“Ben teşekkür ederim. Size çok yardımcı olamadım ama inanın bildiklerim bunlar. Fazla bir şey bilmiyorum. O müteahhitlerin yakınlarına Allah sabır versin, mekanları cennet olsun, ne diyelim. Size de kolay gelsin.”
Başkan ayrılırken bize bir hediye paketi hazırlamıştı. İstemedik ama zorla verince almak zorunda kaldık. Paketin içinde gazozdan reçele, marmelattan lokuma kadar neler yoktu ki… Gözlerimiz sevinçle parlamıştı. Son anda bir soru aklıma gelmişti.
“Başkanım Sadık Girit, bahçesini kime satmıştı biliyor musunuz?”
“Tabii biliyorum. Ömer Akbaş’a. Kendisi şimdi buranın en zengin adamlarından biridir. O da müteahhittir, ama şimdi pek yapmıyor bu işi, çok zengin artık.”
Başkanın verdiği bütün bu isimleri not defterime kaydetmiştim.
***
Babam beş yaşındaki kardeşim Yasemin’i de alıp bu hayalle gitti ve bir daha da dönmedi. Babam ile kardeşim sırra kadem basmıştı. Bahçenin alıcısı olan adam, polise, babamın Bodrum’da kendisine bahçeyi almak için teklifte bulunduğunu ama kabul etmediğini, babamın yanında küçük kızıyla birlikte üzgün bir şekilde ayrıldığını, ondan sonra da kendisini görmediğini anlatmıştı. Kardeşimin gözleri iyi görmüyordu. Az görmesine rağmen her gün mandalina ağaçlarına tırmanır, onları koklar, toplar ve sonra afiyetle yerdi. O da mandalinayla yapılan her şeyi çok severdi.
Annem ölmüş babam ile kardeşim yok olmuştu. 16 yaşında hem annesiz, hem babasız, hem de kardeşsiz kalmıştım. Bana büyük amcam bakmaya başladı. Artık yaşamıma çok sevgili mandalinaların arasında değil, betonların arasında İstanbul’da devam edecektim. Bu hayat beni kahrediyordu. Benim sevgili mandalinalarımdan uzakta bu hayata nasıl katlanabilecektim?
Yaklaşık bir ay sonra babamın Mazı köyünde sahilde vurmuş cesedi balıkçılar tarafından bulundu. Cesedi tanınmayacak haldeydi. Balıklar tarafından parçalanmıştı. O haberi alınca dünyamız bir kez daha başımıza yıkıldı. Annemden sonra babamı da gerçekten kaybetmiştim.
Bu arada babamın sandalını da bulmuşlardı. O da yine Mazı köyünde küçük ıssız bir koyda sahilde kayaların arasında dalgalar tarafından sıkıştırılmış bir haldeydi. En azından öyle olduğu sanılıyordu. İçinde babamın ve kardeşimin ayakkabıları, bir intihar mektubu, bir tabanca, onlara ait parmak ve kan izleri bulunmuştu. Babamın para dolu çantasından ise eser yoktu. Babam mektubunda intihar edeceğini açıkça belirtiyordu. Yalnız ilginç olan babam mektubunda kızkardeşimin ölümünden hiç bahsetmiyordu. Muhtemelen bir tür kriz, bir tür cinnet geçiriyordu. Trans halindeydi ve ne yaptığını bilmiyordu. Böyle demişlerdi yetkililer. Zaten kardeşimin gözlerine de çok üzülüyordu. Belki onun yaşamasının ızdırap verici olacağını düşünüp onun da canına kıymıştı. Çünkü bütün veriler, deliller bunu gösteriyordu. Mektubunda bana hitap ediyordu. Ama mektubun bir yerinde de, “Oğluma ve kızıma gözü gibi baksın…” yazmıştı. Bütün bu çelişkiler, babamın ruh halinin kötü olduğuna, dengesini yitirdiğine, zaten intihara meyilli biri olduğuna bağlanıyordu. Ve dosya intihar olarak kapatılmıştı. Mektuptaki yazı da kuşkuya yer vermeyecek şekilde babama aitti.
ARKASI YARIN...