28.01.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL - “Hepimize sihirle birbirimizin düşüncelerini okuma gücü verilseydi eğer, bunun ilk etkisi tüm dostlukların sona ermesi olurdu” demişti Bertrand Russell. 2000 yapımı “What Women Want/ Kadınlar Ne İster” adlı filmde ise Mel Gibson’ın canlandırdığı reklamcı Nick Marshall, kaza sonucu kadınların düşündüklerini algılama becerisine sahip olunca bunu hınzırca kullanmaya çalışmıştı. Düşünceleri okuyabilme ve bunun kadın-erkek ilişkisi üzerindeki etkisi Patrick Ness’in hayal gücünü öylesine tetiklemiş ki ortaya ödüllü ve çok satan “Chaos Walking Üçlemesi” çıkmış. 2008’de “The Knife of Never Letting Go” ile başlayan seri, 2009’da “The Ask and the Answer” ile devam etmiş ve 2010’da da “Monsters of Men” ile tamamlanmıştı. Bizde de sırasıyla “Umut Bıçağı”, “Sorgu ve Sır” ve “İnsan Denen Canavar” ismiyle yayımlanmıştı. “Chaos Walking/Kaos Yürüyüşü”, üçlemenin ilk romanı “The Knife of Never Letting Go/Umut Bıçağı”ndan uyarlanan, bilim kurgu-macera-western karışımı bir yapım.
Yeni Dünya adlı gezegende insanlık için yeni bir yaşam alanı kurulmuştur. Ancak gezegendeki virüs nedeniyle buraya yerleşen insanlar birbirlerinin “gürültü/noise” diye tanımladıkları düşüncelerini duymakta ve yarattığı enerjiyi fiziki olarak da görmektedir. Bunun tek istisnası kadınlardır. Kadınların düşünceleri görülemez, duyulamaz ama onlar erkeklerinkini görür, duyar. Prentiss adlı kasabada yaşayan bu grubun en genci Todd Hewitt’tir. Kasabadaki tüm kadınlar, gezegenin yerlileri tarafından öldürülmüştür. Uzay mekiği kaza yapınca bu gezegene düşen Viola adlı genç kız, Todd’un ve kasabanın kaderini değiştirir. Senaryosunu yazar ile birlikte "Spider-Man: Homecoming"in senaristlerinden Christopher Ford'un kaleme aldığı filmin yönetmeni Doug Liman. “The Bourne Identity” ile sinemaya kazandırdığı ivmenin uzun soluklu kredisini hâlâ kullanan Liman, “Edge of Tomorrow/Yarının Sınırında”da olduğu gibi yine bilim kurgunun sularında yüzüyor. Yurt dışından gelen yorumlarda, filmin kitaba sadık kalmadığı yönünde eleştiriler çoğunlukta. Senaryonun önce Charlie Kaufman’a emanet edilmesi ancak kendisinin sonradan fikir uyuşmazlıkları nedeniyle projeden çekilmesinin, filme yaramadığı da dile getiriliyor. Asıl ilginç olan ise filmin 2019’da vizyona çıkmadan önce test gösteriminde beğenilmemesi üzerine yeni sahnelerin çekilmesiyle tamamlanmış olması. Yani karşımızda biraz “yamalı” bir yapım var.
Uzay westerni
Açıkçası test gösterimindeki hâli ne kadar kötüydü tahmin etmek kolay değil. Ancak mevcut hâliyle, ortalama bir gençlik macerası diyebiliriz film için. Hikâyesinde hem sürpriz hem de klişeler barındıran, özellikle genç seyirciyi hedefleyen ama #MeToo hareketini simgeleyen, ötekileştirme ve sömürgeleştirme karşıtı mesajlarıyla genel seyirciye de hitap eden eğlenceli bir seyirlik. Her ne kadar bilim kurgu türü ağır bassa da filmde western atmosferini de hissetmek mümkün. Kasaba yaşantısıyla, atlarını sürüp baskına giden erkekleriyle bir nevi uzay westernini andırıyor “Chaos Walking/Kaos Yürüyüşü.” Film, erkeklerin birbirlerinin düşüncelerini duyabilmeleri, görebilmeleri ve düşüncesini duyurmamayı, göstermemeyi başarmanın süper güç sayılması açısından süper kahraman anlatısına da yakın duruyor.
Her ne kadar Örümcek Adam kostümü, Tom Holland’a şöhret getirip pek çok kapıyı açmış olsa da sarsak, kendini komik durumlara düşüren ama içten içe cesaretlenmeye çalışan ergen tiplemesini de üzerine yapıştırmış görünüyor. Todd Hewitt karakterini izlerken aklınıza “Örümcek Adam”daki o tereddütlü hâlinin gelmemesi imkânsız. Ona, yeni “Star Wars” serisiyle adını duyuran Daisy Ridley eşlik ediyor. Açıkçası Holland ve Ridley arasında seyirciyi etkileyecek kadar güçlü bir kimyadan bahsetmek zor. Filmin asıl yıldızı ise her zamanki karizmatik performansıyla gençleri gölgede bırakan Mads Mikkelsen.
Vizyonda öne çıkanlar
“Drive My Car”
Haruki Murakami’nin eserinden uyarlanan film, özel yaşamındaki trajediyle başa çıkmaya çalışan bir yönetmenin, Çehov’un “Vanya Dayı” oyununu sahneye koymak üzere davet edildiği Hiroşima’da yaşadıklarını ve yeni tanıştığı insanlarla gelişen bakış açısını anlatıyor. Ryusuke Hamaguchi imzalı yapım, Cannes Film Festivali’nde En İyi Senaryo seçildi. Japonya’nın Oscar temsilcisi olan film, pek çok eleştirmen ve meslek birliği ödüllerinde de En İyi Film Ödülü’nün sahibi oldu. Bu filmle ilgili yazımızı pazar günü Kültür Sanat Eki’nde okuyabilirsiniz.
“Anka”
Çocuk yaşta ailesini bir trafik kazasında kaybeden Murat, o günden beri hayata tutunmak konusunda oldukça gönülsüzdür. Onu büyüten Ejder Baba, Murat’ın hayatında bir kırılma noktası olan kaza gününe dair ne varsa tam olarak yaşaması gerektiğini düşündüğü için kaza yaptıkları arabayı bulup getirir. Süleyman Mert Özdemir’in yönettiği filmde Ozan Akbaba, Serdar Orçin, Atilla Şendil, Engin Hepileri, Deniz Işın ve Uğur Uzunel başrolleri paylaşıyor. “Hızlı ve Öfkeli” serisini anımsatan filmin yarış sahnelerini Marc Schölermann çekti.