Kültür SanatBu aşk az bile sana

Bu aşk az bile sana

10.09.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Şebnem Ferah yazdığı-söylediği her şarkı ile dinleyicisinin ruhuna sızabilmiş bir ozan. Bu nedenle de dinleyicisi her zaman olduğu gibi Açıkhava’daki unplugged konserde de Ferah’ın peşindeydi.

Bu aşk az bile sana

Naim Dilmener


Rock dünyamızın önemli ve güçlü isimlerinden Şebnem Ferah, geçtiğimiz cumartesi akşamı, 'unplugged’, yani fişsiz-mişsiz bir biçimde çıktı hayranlarının karşısına, Açıkhava’da. Ferah’a canlı performanslarında eşlik eden ve Ozan Tügen, Buket Doran, Metin Türkcan (ki, genç kızlar çığlık çığlığa ismini haykırıp durdu konser boyu), Aykan İlkan (ki, öğrencileri müzisyeni muhtemelen çok memnun eden koca bir pankart açtı konser sırasında), Ceren Tügen’den oluşan gruba, sıkı gitaristlerimizden Can Şengün de eklenmişti. Bir de, keman-viyola-çellodan oluşan bir yaylılar grubu, yani quartet ile desteklenmişti grup; yani fişin-elektriğin açığı, has enstrümanlarla, doğalın doğalı seslerle kapatılmıştı.
Böyle yapıldığı için de, tamamen elektriğe mahkûm olmuş herhangi bir konser, herhangi bir sahne performansından çok daha başka, çok daha samimi bir grup ve yorumcu vardı o gece Açıkhava’da.

Hiç şüphe yok ki, Ferah 90’lı genç kuşağın önde gelen isimlerinden biri. Bugüne kadar, hemen hemen yazdığı-söylediği her şarkı ile dinleyicisinin ruhuna sızabilmiş bir ozan. Ve bu nedenle de dinleyicisi Ferah’ın daima peşinde. O neredeyse, onlar da orada. Geliyorlar, dev pankartlar açıyorlar, tezahürat yapıyorlar ve klibi çekilmiş olsun olmasın, radyoların bile öne çektiği bir şarkı olsun olmasın, her ama her şarkıya haykırırcasına eşlik ediyorlar, sıkıntılarını-bunalımlarını Şebo adını taktıkları star’larıyla paylaşıyorlar ve bir nebze ferahlamış-hafiflemiş bir biçimde evlerinin yolunu tutuyorlar.

Ferah’ı, yaşı çok ama çok genç bu binlerce insanın kraliçesi yapan nedenlerin en önemlisi, her biri bir çeşit olmalarına rağmen, hepsinin bir biçimde, bir Ferah şarkısında kendini görüyor-okuyor olması. Şebo’ları, ne yapıyor ediyor, her ama her şarkısında mutlaka onların yüreğine dokunabiliyor.
Dokunuyor ve şöyle diyor: ''Yalnız değilsiniz, ben yanınızdayım. Ve ben de tıpkı sizin gibiyim; sıkıntılı, çoğunlukla mutsuz, yorgun, hatta bezgin. Gelin birbirimize tutunalım ve su yüzeyine çıkmaya çalışalım. Gelin birlikte deneyelim.

Haberin Devamı

Kibritin yanan ucunda

(Ömür Göksel’in ''Sevemem Artık'' şarkısının makamında) ''I love you Şebo-I love you Şebo...'' tezahüratları eşliğinde başladı konser. Çekilen fişin açığı nasıl kapatılacak diye telaşlananlar-merak edenler, hemen konserin başlarında, ''Can Kırıkları'' seslendirilirken aldılar cevabı. Quartet’imiz, cam kırıkları üzerinde yürüye yürüye canlarını tuz buz etmişlerin bu şarkısının orta yerine, öyle bir yaylı pasaj döşedi ki, merak ya da telaş o saniye kayboldu. Ve Açıkhava’daki herkes anladı ki, Ferah da, şarkıları da ''bu akşam daha zengin'' olacaktı.

''Çakıl Taşları'', ''Mayın Tarlası'' ve ardından gelen diğer şarkılar, bu zenginlik hissi ve heyecanı içinde söylendi, seslendirildi. Açıkhava’nın tamamı, Ferah onlara ''şimdi sıra sizde'' dese de, demese de, her şarkıya eşlik etmekteydi. Bir kısmı ayaktaydı; ayakta ve yumruklar havada. Bir kısmı ise oturduğu yerden basıyordu çığlığı: ''Aşk filmlerinde olur ya, işte öyle sevmişim; sonunda bedenim sağlam bulunmuş, yüreğim paramparça...''


Nasıl inanmayız biz sana ?

Sıra ''Ben Şarkımı Söylerken''e geldiğinde ise kıyamet koptu resmen; hele hele ''içine girdiğin küçük kaygan delik...'' dizelerine sıra geldiğinde, herkes infial halindeydi. Kim olduğu, ne olduğu bir zamanlar konuşulmuş ve bilinmiş olsa da, artık unutulmuş ve hafızlarımızın çöp kutusunu boylamış bir 'ilişki’den geriye, böyle bir şarkının miras kalmış olması, herhalde müziğin mucizevi özelliklerinden biri. Şebo’nun bir zamanlar yüreğini kanatmış bir 'durum’ sonrası yazılmış bu şarkı, artık kalbi kırıkların marşı haline gelmiş: Yaşasın müzik!

 ''Sigara'', ''Yağmurlar'' ve ''Deli Kızım Uyan'' da, bir kulağı olduğu ve müzik dinleyebildiği için herkesi, ''Hayat, sana teşekkür ederim,'' ruh haline getirdi. Ferah şarkılarını söylerken, (laf aramızda; 'kitsch’ demenin çok az, çok hafif kalacağı o siyah ve parlak ve çok fazla her şeyli çizmeleri ile) sahnede adım atılmadık yer bırakmadı, hem seyircisini hem de grup arkadaşlarını bir 'antrenör’ gibi motive etti, gaza getirdi.
Ferah’ı geniş yığınlara tanıtmış (ki, şarkı hâlâ gelinlikli, bebekli, yani düğünlü-dernekli; eh, yapacak bir şey yok, şarkılar kendi kendilerine pek değişmezler, birilerinin el atması gerekir değişmek-değiştirmek için) ''Vazgeçtim''den sonraysa, ''Hoşçakal'' dedi Ferah, ve grubu ile birlikte sahneden çekildi.
Ama öyle güçlü bir alkış, ''öyle âdet yerini bulsun diye'' olmayan bir ''bi-da-ha-bi-da-ha'' çığlıkları koptu ki, Ferah ve ekibi çok da bekletmeden, kimseleri gereksiz yere oyalamadan geri geldi ve geceyi ''Bu Aşk Fazla Sana'' ile noktaladı; rock’umuzun en güzel beş on şarkısından biriyle yani.

Ferah ve arkadaşları mutlu bir biçimde ayrıldı sahneden. Seyirciler de öyleydi. Açıkhava’nın merdivenlerini tırmanan herkesin ama herkesin ağzında, son şarkının muhtelif dizeleri vardı; kimse doymamıştı şarkıya. Konser sonrası trafik içinden çıkılamaz bir biçimde kilitlenip kaldığı için, Ferah hayranlarının büyük bir bölümü Taksim istikametine yürümeye başladı. Ağızda yine Ferah şarkılarıyla. Ama bu sefer herkes farklı bir şarkıya yaslamıştı başını.

Haberin Devamı

GECENİN TAVAN NOKTASI

Gruptan Can Şengün ve Metin Türkcan’ın, ellerinde gitarları, kırmızı kadife koltukların üzerine fırlamaları; simgesel bir ''alın kadifelerinizi de-koltuklarınızı da...'' hareketi çekmeleri.

Haberin Devamı

GECENİN TABAN NOKTASI

Sahne dekoru... Bütün o kırmızı kadifeden ağır perdeler, gösterişli abajurlar, kanepeler-koltuklar-sehpalar; 'aile’ ve 'düzen’ sözcüklerinin yan yana geldiklerinde katlanılmaz olan 'gösterge’lerinden biri gibiydi sahnenin dekoru; öyle gözükmeyen-öyle olmadığı varsayılan bir 'mayın tarlası’ ya da.