Kültür Sanat‘Bir roman okudum kendimi tanıdım’

‘Bir roman okudum kendimi tanıdım’

13.03.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:

Bol acıların yaşandığı, yüksek izlenmeye sahip psikolojik roman uyarlamaları bu kadar benimsenmişken yazarlara ve eleştirmenlere sorduk: “Bu durum okuru nasıl etkiledi?”

‘Bir roman okudum kendimi tanıdım’

Melisa Vardal - Psikoloji ve edebiyatın birbirine yarenlikleri yüzyıllardır sürüp gidiyor. İnsan hâl ve hareketlerini inceleyen bilim dalı olan psikoloji ile edebiyatın birbirinden ayrılmasını muhtemel değil zaten. Fakat edebiyatımızın ilk psikolojik romanı olan Mehmet Rauf’un “Eylül”ünden bugüne büyük ilerleme kaydeden psikolojik roman örneklerinin uyarlamalarını artık sıkça ekranlarda görüyoruz. Bol reytingli diziler de belli ki halkımız tarafından pek bir sevilip benimsendi. Peki, psikoloji ve edebiyatın böylesine ilişkilenmesi okurda ve izleyicilerde neler uyandırıyor? Son dönem uyarlamalarla sıkça adından bahsettiren Psikiyatr/Yazar Gülseren Budayıcıoğlu, Gazeteci/Yazar Filiz Aygündüz, Eleştirmen Asuman Kafaoğlu-Büke ve Yazar Sinem Çelebioğlu’na sorduk: “Son dönemde psikolojik romanlar ve uyarlamalarına karşı artan ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz, edebiyat ile psikolojinin birbirinden bu denli faydalanıyor oluşu okurda nasıl bir etki yaratıyor sizce?”

Haberin Devamı

Asuman Kafaoğlu-Büke: “İlginç olan edebi eserlerden beslenen ruhbilimciler”

Günümüz okuru bazen edebiyattan pragmatik beklentiler içine giriyor. Sadece psikoloji alanında değil, sanırım okuduğu her romanda bir çeşit fayda bulmayı bekliyor ama hemen bir ayrım yaparak, yararcı bir anlayışla yazılmış ticari psikolojik romanlar ile psikolojik derinlikle karakterlerini ele alan romanları ayıralım. Edebiyat ya da daha doğru söylersek romanlar, insanın ruhunu, duygularını, davranışlarını, birbirleriyle kurdukları ya da kuramadıkları ilişkilerini anlatır. İnsandan soyutlayarak yazılmış ‘Yeni Roman’ örnekleri bile sonuçta insanı anlatır. Bu anlamda roman her zaman psikolojiden yararlanır, bunu söylemek gibi basit bir totoloji sayılır. Ama çok daha ilginç olan romanlardan, edebi eserlerden beslenen ruhbilimcilerdir. Örneğin Sigmund Freud, Franz Kafka ve Fyodor Dostoyevski hakkında yazmış, onları kuramlarına dahil etmiştir. Sadece yazarların ruh hâlleri değildi elbette Freud’un ilgisini çeken, roman kahramanları da insanın karanlıkta kalan ruhsal derinlikleriyle konusu oluyordu.

Haberin Devamı

Filiz Aygündüz: “Psikolojiye girmeden insanı anlatmak zor”

Psikoloji Freud’dan bu yana hep edebiyatla iç içe. Freud’un başucu kitabı Dostoyevski’nin “Karamazov Kardeşler”i. Son okuduğu kitap da Balzac’ın “Tılsımlı Deri” öyküsü. Zaten 70 yaş kutlamalarında sahneye “Bilinçdışının kâşifi” olarak davet edildiğinde kabul etmiyor. “Bilinçdışını şairler ve filozoflar keşfetti, ben sadece kuramını yazdım” diyor. Bu edebiyat psikoloji birlikteliği her zaman okurun da ilgisini çekti. Psikolojiye girmeden insanı anlatmak zor. Hiçbir sonuç vermeyen kişisel gelişim kitaplarına doyan okurlar, pür edebiyatla iç içe bir psikolojiyi daha derinlikli buluyor. Son yıllarda, psikolojik romanlardan televizyona yapılan uyarlamalar da okurun bu tür kitaplara ilgisini artırdı. Hayatı ve insanı anlamak gibi bir derdimiz oldukça psikolojik romanlara ilgimiz de hiç azalmayacak.

Gülseren Budayıcıoğlu: “Yaralarını düşünme ve konuşma fırsatı doğdu”

Haberin Devamı

Bundan çok memnunum zira bu sayede ülkemizde bugüne kadar tabu olan, yazılmayan, konuşulmayan ama bir yandan insanların hiç içinden çıkmayan yaralarını düşünme ve konuşma fırsatı doğdu. Kaderimizi en çok da doğduğumuz evler, o evlerde yaşananlar yazıyor. Bu kadar önemli bir konu doğal olarak insanların ilgisini çekti. Şu anda özellikle kadınlar, kendilerini yeniden keşfetme konusunda hızla ilerliyorlar. Edebiyatın asıl konusu insansa eğer, o insan her yönüyle, özellikle de iç dünyasıyla değerlendirilmeli.

Sinem Çelebioğlu: “İnsanlık, mizah ve bilinçaltı”

Hani deriz bazen, bir soru bin cevap barındırır. İşte, okuduğumuz romanda, “Başkahraman nasıl biri?” diye sorduğumuz an, bin cevap ararız. Fizyolojik ve sosyolojik boyutta tanımamız yetmez onu. Hayallerine, korkularına, arzularına tanık olmak isteriz. Virginia Woolf, karakterlerinin arkasındaki güzellikleri keşfettiğini söylemiştir. Bu da ona istediklerini verir: İnsanlık, mizah ve bilinçaltı. Üç kavram da kahramanı derin biçimde işleyebilen yazarlar için biçilmiş kaftandır. Bu noktada insanların bilinçaltında keşiflere çıkan psikoloji alanından yararlanan edebi metinlerin revaçta olmasına şaşırmıyoruz. Eğer yazar, yazarlık anlamında yetkinse, iyi inşa edilmiş karakterlerle tanışabiliyoruz. Böylece çeşitli hayat hikâyeleri okuyor, iyi veya kötü biçimde etkileniyoruz. Çünkü işlenen karakterler bizden biri, bizim dünyamızdan birileri…