09.04.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Ümit Nar - Celsus Kütüphanesi’nde 14 bin civarı kitap bulunduğu rivayet edilir. O dönemin ‘kitap formu’ olan rulo hâlindeki yazmalar 3. YY’daki depremin ardından zarar görmüş, farklı dönemlerdeki depremler ve yangınlarla da bu muazzam halk kütüphanesi yok olmuştu. Tarih, kültür tarihi; bir yandan yazının, çizinin, üretimin, üretimden doğan kitabın tarihidir. Bir yandan da işgallerde, yangınlarda, depremlerde yok olmanın tarihidir. 6 Şubat 2023’te yaşadığımız felaket de benzer bir yıkıma sebep oldu. Kitapçılığa; zincir kitabevleri, bağımsız kitapçılar, kütüphaneler, sahafları kapsayacak şekilde genel olarak baktığımızda 20’ye yakın can kaybı, 90 civarı yıkılan veya hasar gören dükkân, kayıplar ve elbette bu yıkımın sonucunda yok olan belki 100 binlerce kitabın ortaya çıkardığı acı bir tabloyla karşı karşıyayız. Sahaflar da bu tablonun bir parçası. Sahaf arkadaşlarımızdan can kaybı olmaması tesellimiz elbette fakat sekiz meslektaşımızdan beşinin dükkânları ve depoları tamamen yıkıldı, diğerlerinin de iş yerlerinin olduğu yapılar orta ya da ağır hasarlı duruma geldi. Bu, yok olup giden 100 binden fazla yakın dönem kitabı dışında; Osmanlı Türkçesi kitapları, evrakı, haritayı, biricik (unique) belgeyi; üzerine titrediğimiz ilk baskı ve imzalı kitapların bir kısmını geri dönmemek üzere yitirdiğimizi; kültür tarihimizde, belleğimizde muazzam bir gediğin açıldığını gösteriyor. Etkisi uzun sürecek bir kuraklaşma ve çölleşme bizi bekliyor.
Umut hep var
Yine de depremin hemen ardından oluşturulan dayanışma ağları gösterdi ki umut hep var. Azzefran Sahaf’ın sahibi Mesude Hanım’ın sözleri bunun kanıtı aslında: “Azzefran Sahaf’ı 30 Temmuz 2022’de açmıştık. Buranın tozlu raflar içinde üst üste yığılmış kitapların bulunduğu bir yer değil de yaşayan bir sahaf, bir kültür merkezi olması için çalıştık. Okuma grupları, sinema söyleşileri, film okumaları, şiir geceleri, türkü geceleri düzenliyorduk. Ayrıca 15 yıldır biriktirdiğim eski koleksiyonlarımdan da küçük bir seyirlik müze hazırlamıştım. Azzefran Sahaf’a da o yüzden eski evi ismini eklemiştim. Güzel bir kitle oluşmuştu. Çay, kahve, ev yapımı kurabiye, kitap kokusu ve oğlum Efran’ın piyano sesleriyle kendine has bir kültür evi olmuştu. Maalesef sahafımız şubat depreminde enkazı bile görünmeyecek şekilde yıkıldı. İçinde 5 binden fazla kitap, koleksiyonlarım ve benim için manevi değeri paha biçilemez olan rahmetli babamın ceketi daha ilk sabah depreminde yok oldu. Azzefran Sahaf yıkıldı ama Azzefran Sahaflılar yeniden açılacağına inanarak beklediler. Başlayan kampanya bizi yüreklendirdi ve yeniden açmak umudunu verdi. İnşallah bu zor günleri atlatıp sahafımızı ismini dahi bilmediğimiz kitap gönüllüleri sayesinde yeniden açacağız. Bin teşekkür...” 7 Şubat günü yeni dükkânına taşınmayı planlamış arkadaşımız için de, yerle yeksan olan dükkânını açalı henüz altı ay olmuş arkadaşımız için de bu dayanışmayı gösteren bizler için de umut hep var. Bu umudu var eden de sahaflığın o ilginç dünyasından geçiyor. Her daim birilerinin çay içip sohbet ettiği, müdavimlerin uğramadığında merak edildiği, satıcı-müşteri ilişkisinden ahbaplık-arkadaşlık evrenine taşınan sahaf dükkânları daima bir başkadır. Bir zaman sonra dertleşilmeye gelinen, gündeliğin hayhuyundan kaçış olarak görülen sahaf dükkânları, böyle felaket anlarında da dayanışmanın mekânları oluveriyor. Bu durum geleneksel olarak böyleydi, hâlâ da böyle. Özellikle son yıllarda önce meslektaşlarımız arasındaki sorunları çözmek için elbirliği edişimiz, peşinden Kovid-19 pandemisi dönemindeki yardımlaşmamız okurla hukukumuzu kuvvetlendirdi.
Bu yazı Milliyet Sanat dergisinin nisan sayısından alıntılanmıştır. Haberin tamamını dergide okuyabilirsiniz.