08.12.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
MÜJDE IŞIL- Film bir barda oturan üç kişi hakkında konuşan dış seslerden sonra Güney Kore’ye, yıllar öncesine dönüyor. 12 yaşındaki Na Young ve Hae Sung adlı iki sınıf arkadaşının çocukluk aşkına şahit oluyoruz. Ama Na’nın ailesi Toronto’ya göç ediyor ve ikilinin iletişimi kesiliyor. 12 sene sonra yeniden iletişim kuruyorlar.
Yeni adıyla Nora, ülkesini terk ederek mesleki gelecek anlamında kendine güzel bir rota seçerken çocukluk aşkını ve büyüdüğü kültürü de arkasında bırakıyor. Yazar kampında tanıştığı Arthur ile oturma izni almasını da kolaylaştıran bir evlilik yapıyor. Hae Sung ise ona ulaşmanın peşini hiç bırakmıyor. Bu aşk üçgeninde uykusunda konuşan karısının ne rüya gördüğünü anlamak için onun anadilini öğrenmek isteyen bir koca ile çocukluk aşkını hiç unutmayıp onu görmek için dünyanın diğer ucuna giden bir memleketli arasındaki Nora’nın duygusal konumu tartışmaya açık. Belli ki Song, Nora’yı geçmişe takılmayan, kararsızlık yaşamayan, ileriye ve kariyerine bakan biri olarak konumlamış. Açıkçası böyle bir karakter de hüzün odaklı bu filmde duygusuzluğun sınırlarında dolaşıyor. İki erkek neredeyse onun onayını almak için içten içe erirken Nora’nın mesafeli duruşu, onu güçlü ve ayakları üzerinde duran bir kadından ziyade yeşil kart için de evlenmiş olabilecek, çocukluk aşkını unutamasa da mevcut koşullarını kaybetmek istemeyen, duygusal hikâyenin duygu noksanı tarafı hâline getiriyor. Kocasıyla gezmediği yerlere çocukluk aşkıyla gitmesi ve finaldeki hüzne rağmen hayatına devam etmesi de bunu destekliyor. Bu nedenle Hae Sung’u canlandıran Teo Yoo ve Arthur rolündeki John Magaro’nun performansı, başroldeki Greta Lee’den çok daha iz bırakıyor. Genel beğeniye bakılırsa film; özellikle başlangıç sahnesindeki gibi klişelerden uzak yapısı, hem şiirsel hem de hüzünlü tarzıyla ve özellikle bağımsız kanadın övgüsüyle Song’un sinema kariyerinin önünü açmış görünüyor.