27.10.2024 - 07:01 | Son Güncellenme:
Seray Şahinler - Cumhuriyet ülküsünü toplum nezdinde besleyen ve büyüten en mühim hadiselerden biri edebiyattaki topyekûn üretim süreciydi. Milli edebiyatla başlayan serüven Cumhuriyet’in seyriyle 100 yıllık süreçte bir Türk edebiyatı hikâyesi de yazdı. İBB Yayınları’ndan Ahmet Bozkurt’un kapsamlı derlemesiyle çıkan “Cumhuriyet’in 100. Yılında Türk Edebiyatı” bu seyri ortaya koyuyor. Cumhuriyet’in 101. yılını coşkuyla karşılamaya hazırlanırken geçen bir asırda edebiyatın seyrine baktık…
■ Cumhuriyet’in 101 yıllık serüveni içinde Türk edebiyatının hikâyesi nasıl başladı ve büyüdü?
Cumhuriyet’le birlikte yeni bir sayfa açıldı ve bu sayfanın açtığı yolda başkalaşarak ilerleyen bir hikâyesi oldu edebiyatımızın. Anlatılan bu hikâye bizim hikâyemiz aynı zamanda. İnişli çıkışlı tüm süreçleriyle, zorluklarıyla, engebeli tüm yollarıyla zihinsel tarihimizin bir sonucu ve yeniden üretimi aslında. Edebiyatımızın Cumhuriyet’ten önceki geçmiş birikimini unutmadan, ilk yenileşme hareketlerinin Cumhuriyet tarihine taşınan sancılarıyla da yüzleşerek yeniden okumak gerekiyor. Yeni Cumhuriyet’in önündeki tüm toplumsal, siyasal, düşünsel sorunlar neyse edebiyatımızın karşısındaki sorunlar da aynıydı. Edebiyat ilk başta halka yöneldi, yalın bir perspektifle toplumsal sorunlara odaklandı. Tüm bunları yaparken de önünde hep geçmişten gelen eski-yeni, doğu-batı çatışmasının farkında oldu. Edebiyatımız bu paradigma değişimine bağlı olarak kendi içerisinde yeni biçim ve arayışlara yöneldi. Bu arayış hâlen devam ediyor.
■ Edebiyatın geçtiği yolları öykü, şiir, roman ekseninde incelerken Türkiye’nin tarihsel ve toplumsal döngüsünü de takip ediyoruz. Türk edebiyatını ve Cumhuriyet’i birlikte nasıl okuyabiliriz?
Türk edebiyatının seyri Cumhuriyet’le hemhâl bir şekilde ilerliyor. Yeni Cumhuriyet’in tüm yapı ve kurumlarıyla bir şekilde bir ilişkisi var edebiyatın. Cumhuriyet yeni bir ulus-devlet olarak kurulduğu için yeni bir dile, tarihe ve sanat inşasına ihtiyaç duymuştur. Mesela Fuat Köprülü gibi bir isim bile Türk inkılabının tamamlayıcısı olarak bir İnkılap edebiyatının tesis edilmesini ister. Nâzım’ın “Putları Yıkıyoruz” kampanyasından ardından edebiyatımızdaki her yenilik hareketi, kuşak tartışması giderek daha da hızlanmıştır. Türkiye’nin toplumsal-siyasal gelişimine koşut bir şekilde ilerleyen ve kendisini dönüştüren bir edebiyat kamuoyumuz var.
■ Cumhuriyet’in kendi hikâyesinde, Türk edebiyatının rolü ve katkısı nedir?
Türk modernleşmesinin hedeflediği ve arzu ettiği tüm gelişmelere en fazla edebiyat aracılığıyla ulaşılmıştır. Harf inkılabı ve sonrasında Cumhuriyet’in kültür politikaları tercüme faaliyetleri, Köy Enstitüleri, Halkevleri Cumhuriyet’in kültürel alandaki ilerlemeci vizyonunu tüm toplum katlarına yaymada başarılı olmuştur. Bilginin tek bir zümreyle sınırlı olmadığı da böylelikle kanıtlanmış oldu. Bu durumda tek tek edebiyatçıların ve yayın faaliyetlerinin de çok büyük bir etkisi ve katkısı olduğunu her zaman belirtmek gerekir.
■ Geçtiğimiz aylarda The Guardian’da Türkiye’yi en iyi anlatan beş kitap seçkisi yapıldı. Tanpınar, Latife Tekin, Nâzım Hikmet gibi isimler listedeydi. Size göre, bu çalışmaların tam ortasında, Türkiye’yi en iyi anlatan kitaplar hangileri?
Edebiyatın bütün meşgalesi Cumhuriyet boyunca bireyi ve toplumu anlatmak oldu. Nâzım Hikmet’in tek başına “Memleketimden İnsan Manzaraları”nı toplumun en özlü epik destanı olarak görüyorum. Tanpınar’ın “Huzur”u; Yaşar Kemal’in “İnce Memed”i, Cemil Meriç’in “Bu Ülke”si, Orhan Pamuk’un “Kara Kitap”ı ile “Cevdet Bey ve Oğulları” ve elbette tüm kanonik bakışımızı tersyüz edecek olan Burhan Sönmez’in “İstanbul İstanbul”u kesinlikle anılması gereken yapıtlar.
Kırılma son çeyrek asırda
100 yıllık serüveninin son 25 yılına da kapsamlı bir bakış sunuluyor kitapta. ‘Günümüz edebiyatı’ olarak addedebileceğimiz süreç, 100 yıllık hikâyenin neresinde duruyor?
Günümüz edebiyatı bu hikâyenin kırılma noktasında duruyor. Farkındalığın artık başka bir sayfaya geçmesi gerektiğinin ayırdında olan bir nokta bu. Son 25 yılımız aslında ilk başta kurulan hesaplaşmanın artık yarına kalmadığı bir evreye doğru geçişin ilk sayfasını oluşturuyor. Günümüz edebiyatı her ne kadar kültürel bir çölleşmenin mağduru olsa da kendine özgü bir dili bulma uğraşısında. Dünya ölçeğinde nitelikli şair ve yazarlarımız var fakat aynı ölçü yurt dışındaki bilinirlik noktasında ilerlemiyor. Her alandaki popülist politikalar maalesef kültür endüstrisinde de fazlaca hâkim.