Dolmabahçe Kültür Merkezi’ndeki ‘İdi, İdim, İdik’ adlı sergide toplumsal hafızamızı ve her türlü faşizmi protesto ediyor
‘O renk, o resmin içinde kendiliğinden gelmeli, kendiliğinden doğal olarak patlamalıdır. Öylesine boyanmış, güzel renklerin bir araya geldiği şey resim bile olamaz" diyordu bir söyleşisinde Abidin Dino. Boyamak ve resim yapmanın farkından söz ediyordu. Alabildiğine hüzünlü, bir o kadar da ironik resimlerini ezbere bildiğimiz Komet’in tuvalinden patlayan renkler bu sefer, Dolmabahçe Kültür Merkezi’ndeki ‘İdi İdim İdik’ adlı enstalasyonda (yerleştirme), içinin derinliklerinden patlayan birer protesto. Toplumun ortak hafızasındaki faşizme inmiş dehşet bir aparküt.
Her birinin kendine ait bir öyküsü olan resim, fotoğraf, video, defterler, yazılar, eski kartpostallar, ışıklı pano ve muhtelif objelerle, bu sergide yeni ve başka bir değer yaratıyor Komet.
Yüce, yönetici, çocuk KometKapının girişinde eski bir sergisine ait dev bir afişte yine Komet’in kendisi var. Başında bir taç, elinde bir uzaktan kumanda, üst baş açık, ayakta patik. Bir başkasında gözlerini şaşı yapmış Komet gülümsüyor baktığı tarafa. Sanki her şey zaten çok düzgünmüş gibi... Yüce Komet, yönetici Komet, teşhirci Komet, çocuk Komet, hepsi orada duruyor işte. O da durup kendine bakıyor. Yalnız yaşadığı toplumu değil kendini de, benim diyen başka sanatçıları da eleştiriyor. “Sanatçının ‘ben’ meselesini aşması lazım, sanatçı dediğin ürün yapmalı ve yalancı olmamalı" diyor.
“Bu sergi bir protesto"İfade özgürlüğünü kullanıyor Komet. Bildiğimiz ama nedense unuttuğumuz bir sürü değerin, erdemin peşinden gidiyor. İroniyle, eleştiriyle, hırçınca. Toplumun durduğu yeri sorgulaması ve geldiği yeri idrak etmesi için sorduğu soruların hiçbiri yeni değil. Zaten o da, “biz bu soruları ta akademi yıllarında soruyorduk kendimize, sanatçıya ve bu topluma" diyor.
Çok eskiden yaptığımız bir söyleşide, çocukken buruşturup attığı kağıtları bir odada biriktirdiğinden söz etmişti Komet. Bir gün onları attıklarını öğrenince çok sinirlenmiş. Bu sergi için bir araya getirdiği objelerin her biri de o çocukluk düşündeki gibi, 1960 - 74 arası yaptığı işler aslında. “Peşinden altı ay koştuğum fotoğraflar var. Paris’te bir kafenin vitrininden yürüttüğüm fotoğraflar. Ortaköy ya da Paris’te sahaflardan aldığım şeyler, Fransa’da bir galeri sahibinin dalaverelerini not ettiği ajanda..." Hiçbiri tesadüfen bir arada değil, okumasını bilene nice hikâyeler anlatıyor her biri.
Sergide kendi adının yazdığı onlarca tabelanın hikâyesini anlatıyor sonra. “1994’de Nişantaşı Güzelleştirme Derneği, oradaki marka olan mağazalara asmak üzere benden resim istedi. Hani siz de bir markasınız demek istiyorlar. ‘Ne versem olur mu?’ dedim. ‘Altında imzanız olsun yeter’ dediler. Ben de gidip tabelacıya adımı yazdırdım altına da imzamı atıp verdim, kabul ettiler. O bir protestoydu, bu sergi de bir protesto."
Beauvoir, Sartre ve “Fatiha"Çeşitli şekillerde karşımıza çıkan faşizan baskı, toplumsal belleğimizdeki tabular, modern yaşamın dayattığı davranış kalıpları ve algılama biçimi onun protesto konusu. Öyle ki izlerken gülesim geliyor. Cümle âlemin ateist olduklarını bildiği Simone de Beauvoir ve Jean Paul Sartre’ın mezarı başında Fatiha okuyan Komet’e, gayri Müslimlere cariye satma ve kadınların Eyüp’te kaymakçı dükkanına girme yasağı gibi yasakların yazılı olduğu ‘Osmanlı Tarihi’nde Yasaklar’ kağıdına, yan yana televizyon ekranlarında dinlemeden birbiriyle konuşan filozoflara ve daha bir sürü acayipliğe... Boşuna değil bu sergiye ‘Asi art araştırmalar’ demesi.
Bir karenin içinde dünyanın bütün boyutlarını görebildiğini söyleyen Komet, bu sergide daha genişlettiği bir çeperden bakıyor dünyaya, bizi de buna ortak ederek.
Velhasıl, ortada bir mesele var, ama ona sorsanız “bu benim meselem değil" diyor. Matrak adam şu Komet!