Sinema salonuna adım attıktan sonra dış dünyayla ilişkiniz azalır, dev perdenin önünde herkes sessizce filmin başlamasını bekler. Filmin türü değişse de sizde bıraktığı bazı hisler değişmez. Bunların başında da bütün dikkatinizi yoğunlaştırarak sizi sanki filmi yaşıyormuş gibi filmin içine, o dünyaya çekmesi gelir. Bilen bilir, bu his eşsizdir...

Sinemaya gitmenin temel amacı seçilen filmi seyretmek olsa da aslında göründüğünden çok daha derin anlamlar da içerebilir. Örneğin, sinemaya gitmek arkadaşlarınızla yapabileceğiniz bir sosyal aktivite olabileceği gibi, sinemaya veya filmin içeriğine göre sizi düşünmeye veya bir şeyleri tartışmaya sevk edebilir.

Komedi, polisiye, drama veya korku... Filmin türü ne olursa olsun, izlediğiniz süre boyunca sizi öyle bir içine alır ki sinema salonundan ağır ağır çıkarken bir arkadaşınızla veya kendi kendinize filme dair kritik yapmamak elde değildir. Beğendiğiniz, şaşırdığınız anları, size göre bazı sahnelerdeki pozitif yanları veya değiştirmek istediğiniz replikler üzerine konuşursunuz. İşte tam da bu nokta, sinema salonunun ve filmin büyüsünün size sunduğu entelektüel katkının yansımalarından biridir.

Set hikayelerini okuduğunuz, kısa tanıtımını izlediğiniz, sevdiğiniz oyuncuların yer aldığı veya ilgi duyduğunuz bir konuyu içeren; heyecanla beklediğiniz filmi ilk izleyenlerden olursunuz. Onlarca insanın emek vererek son halini verdiği ve sabırsızlıkla beklediğiniz filmin ilk gösterimlerinden birine gittiğinizdeki heyecan ve salondan çıkarkenki hislerinizi bir düşünün...