23.05.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:
Mert İnan
Kafkas Dernekleri Federasyonu kurucusu Muhittin Ünal, Çerkes sürgününün 156. yıldönümü dolayısıyla Milliyet’in sorularını yanıtladı.
Yaşanan katliam ve sürgün üzerinden 156 yıl geçti, bugün geriye dönüp baktığınızda neler hissediyorsunuz?
Atalarımızın yaşadığı büyük acıları anlayabilmek için geriye dönüp bakınca 156 yıl öncesine gitmeden, bir an için son yıllarda Suriye’den ülkemize gelen savaş mağdurları ile bizimkilerin sürgün koşullarını mukayese etmeye çalışıyorum. Suriyeliler birkaç günlük yaya yürüyüşü veya kendi özel araçlarıyla kısa sürede ve kayıp vermeden ulaştılar. Geldikleri yerde dil sorunu, sağlık sorunu ve salgın gibi acılar yaşamadılar. Kısa zamanda aş, barınma imkânı ve devletten asgari bir gelir imkânı buldular. Ancak her şeye rağmen köylerinden, evlerinden uzaklaşmak zorunda kaldıkları için şanssızdırlar. Buna karşılık Çerkesler, 21 Mayıs 1864’te henüz gerekli ulaşım tedbirleri alınmamışken bir ay içerisinde evleri, köyleri yakılarak silah zoruyla sahillere inmeye mecbur tutuldular. Daha Kafkasya sahillerinde beklerken araç yokluğu nedeniyle aylarca aç ve perişanlık içinde binlerce insanımız can verdi. Çocuklar ölen annelerinin soğumuş bedeninde süt emmeye çalışarak yok oldular.
Bu konuyu vicdan sahibi Rus tarihçiler de yazdılar. Yabancı araştırmacılarca “yüzen mezarlar” diye nitelenen savaş artığı gemiler ve para hırsıyla kapasitesinin birkaç katı yolcu alan takalardan kaç tanesinin Karadeniz’in azgın dalgalarına dayanamayarak yolcularıyla beraber denizin dibini boyladığını bugün bile net olarak bilemiyoruz. Aylar sonra perişan bir şekilde gemilere binebilme şansı bulabilen çok sayıda insanımızın yolda can verdiğini ve denize atıldığını, Osmanlı sahillerine ulaşabilenlerin de yabancı misyon temsilci kayıtlarındaki nitelemesiyle adeta “canlı cenaze” görüntüsüne sahip olduklarını, beklenenden 20-25 kat daha fazla insanın gelişi durdurulmadığı için, o günlerin Osmanlı İmparatorluğu yönetiminin de en zor dönemine rastlamış olmasının da etkisi ile yerleşim yeri belirlenmesinin aylarca sürmesi sonucu meydana gelen bulaşıcı hastalıklar ve yetersiz beslenme ile büyük oranda kayıplar verdiklerini, çaresiz olarak birçok ailenin “Ölmesin, yeter ki hayatta kalabilsin. Belki vicdan sahibi birinin eline geçer de kurtulabilir” diye düşünerek bebeklerini, çocuklarını vermek zorunda kaldıklarını biliyoruz. Son olarak da o günün ulaşım araçlarıyla haftalar süren yolculuklar sonucu iskân için belirlenen yere ulaştıklarında yola çıkanların üçte bir oranında fire verildiğinin anlaşıldığını konuyu araştıranların ortaya koydukları raporlar nedeniyle biliyoruz. Şimdi geriye dönüp bu iki büyük nüfus hareketi olayını mukayese ettiğimde bizimkilerin yaşadıkları acıları daha iyi anlıyorum. Dedelerimiz, büyük dedelerimiz ve ninelerimiz hayatta kalabilsin soylarımızı sürdürsünler diye onların katlandıkları acılar, zorluklar aklıma geldikçe onlara olan saygım gittikçe büyüyor.
Yasal düzenleme talebi
21 Mayıs için talep ve önerileriniz nedir?
Mihail Gorbaçov’dan sonra iş başına gelen Yeltsin bir anlamda özür dilemiş ve “Çarlık döneminde haksızlıklar yapıldı, uluslararası kurallara göre gerekli telafiler yapılacaktır” anlamına gelen bir demeç vermişti. Ancak o söz bile orada kaldı. Zorla vatanlarından sürdüğü bir halka reva gördüğü uygulamaları nedeniyle yasal düzenlemeler de yaparak dünya kamuoyu önünde resmi açıklama yapmalı, çifte vatandaşlık hakkı tanımalı, ana vatanına dönmek isteyenlere de zorlaştırıcı değil kolaylaştırıcı önlemler almalıdır. Almanlar Yahudilere yaptığı soykırım için nasıl ki dünya kamuoyu önünde özür dilemiş ve tazminat haklarını kabul etmiş ise Rusya Federasyonu da topu Çarlık rejimine atmak yerine benzer şekilde kararlar alıp ilân etme cesaretini gösterebilmelidir. Büyük devlet olmak bunu gerektirir.
Ataları, dedeleri büyük acılar yaşamış bir halkın torunları olarak neler hissediyorsunuz?
Aralarla da olsa 300 yıldan fazla bir süre her türlü savaş donanımına sahip Rus işgal güçlerine karşı kamalarıyla, kılıçlarıyla, barut bulabildiklerinde ağızdan dolma basit tüfeklerle verdikleri mücadeleyi düşündükçe onlara saygım daha bir artıyor. Zira onların kimsenin toprağında gözleri yoktu ve tek şey istiyorlardı: “Binlerce yıldır üzerinde özgürce yaşadıkları topraklarında yine özgürce yaşamaya devam etmek.”
‘Düşmanlık peşinde değiliz’
Gelecekten beklentileriniz nelerdir?
Bu konuda Rus halkına ve vicdan sahibi Rus araştırmacı ve tarih yazıcılarına diyeceğim yoktur ama Rusya Federasyonu yönetiminin çağdaş bir yaklaşımla ve 21’inci yüzyıla yakışan bir tarzda olayı değerlendirmesini ve olumlu adımlar atmasını akılcı bir yol olarak görürüm. Yoksa yakın zamanda Türkiye Büyükelçisi’nin verdiği demeçler gibi söylemlerle tarihi gerçekler tersine çevrilemez. Sanırım büyükelçi 1864 yılında savaş bittiğinde Çar 2. Aleksandre’nin Kafkas Orduları Başkomutanı Yevdökümov’a gönderdiği kutlama mesajını, Puşkin, Tolstoy, Lermantov gibi büyük Rus yazar ve şairlerinin Kafkas halkları ile ilgili olarak yazdıklarını, son olarak da yakın zamanda hayata veda eden Kuban Üniversitesi’nden Rus asıllı tarih profesörü İgor Kutsenko’nun “Eğri ve Doğru-Pravda i Privda” adlı kitabını okumamış olması düşünülemez. O nedenle özür borcu vardır. Öte yandan sürgünle araya girmiş olan 156 yıllık ayrılık; Kuzey Kafkasya ve diasporada bölünmüş ve dağıtılmış aileler halinde yaşıyor olmamız gerçeğini, kan bağımızı, tarihi ve kültürel bağlarımızı yok edemedi ve bundan sonra da yok edemeyecektir. Bizler kin ve düşmanlık peşinde değiliz. Tarihi vatanımızla ve orada yaşayan bölünmüş ailelerimizle iyi ilişkiler içinde kardeşçe ve barış içinde yaşamak istiyoruz. Hepsi o kadar.
‘Dedelerimiz, ninelerimiz balık yemedi’
Kafkas Dernekleri Federasyonu eski Başkanı Cihan Candemir, dedesi ve ninesinden dinlediği hikâyeleri anlatırken, gözleri doluyor. Binlerce yıl kendi topraklarında diliyle kültürüyle yaşayan bir halkın işgal ve katliamlara uğramasının, trajedi zincirine neden olduğunu, asırlar geçse de acıların dinmeyeceğini belirten Candemir, 21 Mayıs 1864’e ilişkin şunları söyledi:
“İşgal sırasında uygulanan acımasız vahşet bizzat işgalci Rus askerlerinin vicdani notlarına yansıdı. Sonuçları itibarıyla yaşananlar soykırımdır. O günkü şartlarla küçük teknelerle ölüme gönderilmek katliamın son halkasıdır. Yolculuk sırasında birçok insan batan teknelerde boğularak veya açlıktan hastalıktan ölmüş, Karadeniz’in balıklarına yem olmuştur. Sürgünde gelenleri bizim kuşak görmedi. Ancak dedelerimiz ve ninelerimizin balık yemediğini biliyoruz. Onlar Karadeniz’de boğulan ataları nedeniyle, atalarının cesetlerini yediklerine inandıkları balıkları yemediler. Ölümler Karadeniz’de bitmedi. Osmanlı topraklarında yüz binlerce Çerkes, açlık ve hastalıktan kırıldı. Trajedinin kurbanları çoğunlukla yaşlılar, çocuklar ve kadınlar oldu. Sağ kalanlar rahat yüzü göremeden yeni savaşın içine düştüler. Balkanlara yerleştirilen yüz binlerce insan önce Balkanlar’daki çatışmalara katıldı, sonra da Balkan Savaşı’nın kaybedilmesiyle büyük Balkan göçünün kurbanı oldular. Anadolu’ya yerleşenlerin birçoğu, Birinci Dünya Savaşı’nın cephelerinde Yemen’de, Sarıkamış’ta kayboldular. 60 haneli köyümüzden savaşa gidip dönmeyen en az 46 ismi kayıtlı olarak biliyoruz. Bizler bu acı trajedi zincirinin kuşaklarıyız. Bugünkü Rusya Federasyonu, Rus Çarlığı’nın mirasında kuruldu. Rusya, Çerkes toplumundan özür dilemesinin yanı sıra anayurdumuz ve Türkiye’deki Çerkes halkının dilini, kültürünü yaşatabilmesi için gereken insani adımları atmalıdır.”
‘Her Çerkesin evinde acı bir hikâye vardır’
Kafkas Dernekleri Yönetim Kurulu Üyesi Ünal Uluçay 21 Mayıs 1864 tarihinin soykırım ve sürgünü sembolize ettiğini belirterek “Anayurdumuzdaki akrabalarımızla bağlarımız devam ediyor. Çerkezya’da okuyan öğrencilerimiz var. Belli aralıklarla akrabalarımızı ziyarete gidiyoruz. Çerkesler, Osmanlı topraklarına geldiklerinde, imparatorluk tarafından iskan politikası belirlendi. Atalarımızın bir kısmı, Suriye, Ürdün, Filistin topraklarına yerleştirildi. Acılar asırlar geçse de unutulmayacak” dedi.
Koronavirüs nedeniyle bu yıl toplu anma yapılamayacağını sözlerine ekleyen Uluçay, “Geçtiğimiz yıl 20 bine yakın soydaşımızla Kefken’de buluşup anma etkinliği düzenlemiştik. Bugün herkes hangi Çerkesin evine konuk olursanız olun, mutlaka geçmişe dair hüzünlü acıklı bir hikâye dinlersiniz. Her evde atasını kaybetmiş, katliama uğramış insanlardan izler vardır. Bizler Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarıyız. Türkiye’de bir yaşam kurduk ve 1.5 asırdır bu toprakların parçasıyız. Türkiye vatandaşı olmanın gururunu taşıyoruz. Türkiye bizim vatanımız oldu” diye konuştu.