GündemYeni adli yıl başlarken!

Yeni adli yıl başlarken!

04.09.2017 - 17:00 | Son Güncellenme:

Bölge İdare Mahkemesi Emekli Başkanı Celal Karavelioğlu: "Yargı, insanlara karşı doğru ve adil olmayı gözetmek, hâkim de cepsiz ve düğmesiz cübbesiyle adaleti dağıtmakla yükümlüdür."

Yeni adli yıl başlarken

Adaletin “ne olduğu” eski çağlardan bugüne en çok tartışılan konuların başında geliyor.Eflatun, adaletin, en üstün “erdem”, erdemin de bilgi olduğunu söyler. Ona göre adalet, doğru bilgi ile olanaklıdır. Aristo’da adaleti, insanın diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenleyen erdem; erdemin de “eşitlik” ve “ölçülülük” olduğunu dile getiriyor. Yargı, insanlara karşı doğru ve adil olmayı gözetmek, hâkim de cepsiz ve düğmesiz cübbesiyle adaleti dağıtmakla yükümlüdür. Türkiye'de adalet yıllardır konuşulan konuların başında geliyor.İşte yeni bir adli yıl daha başlıyor. Bölge İdare Mahkemesi Emekli Başkanı Celal Karavelioğlu Milliyet için kalem aldığı 'Yeni adli yıl başlarken' başlıklı yazısında şunları dile getirdi:

Haberin Devamı

Mahkemelerin yeni çalışma dönemine girmesi nedeniyle 1943-1972 yılları arasında güzel bir gelenek olarak, 1973’ten bu yana da Yargıtay Kanunu ve Yargıtay Çalışma Yönetmeliği uyarınca yapılan adli yıl açılış toplantısı, bu yıl 1-4 Eylül’ün hafta sonu ve bayram tatiline rastlaması nedeniyle 5 Eylül günü (bugün) Yargıtay Birinci Başkanı’nın yapacağı açış konuşmasıyla başlamış olacak.

İnsana ait olan şey, doğru, doğruluk, doğru gerçek, hakikate uygunluk ve pay olan “hak” kelimesinin çoğulu olan hukuk, siyasal ve yönetimsel olarak bir yönüyle bireylerin birbirleri ve toplum ile olan karşılıklı ilişkilerini düzenleyen ve devlet gücüyle korunması yaptırıma bağlanmış genel nitelikli kural, emir ve yasakların bütünü (objektif hak-hukuk düzeni) bir yönüyle de bireye bir şeye sahip olma, onu kullanma ve elden çıkarma ya da bir şeyi yapma veya yapmama gibi objektif hukukun ona tanıdığı yetkidir (Sübjektif hukuk).

Haberin Devamı

Objektif (yürürlükteki) hukuk kurallarıyla sosyal hayat düzenlenir. Ancak sosyal hayat, yalnız objektif hukuk kurallarıyla düzenlenmez; Örf, adet (töre), vicdan ve ahlak kuralları da hayatın akışında etkili olur. Bu nedenle bütün hakları, yürürlükte bulunan hukukun tanıdığı haklardan ibaret sayan “pozitivist haklar” görüşü tatmin edici değildir.

“İster ahlâki isterse hukuki olsun hak haktır. Pozitif ve ahlâki haklar, hakların ayrı türleridir; aynı cinsin farklı türleridir” (Jack Donnely–Teoride ve Uygulamada Evrensel İnsan Hakları, 1989, sh.27–Çeviren: Mustafa Erdoğan; Levent Korkut).

Objektif hukukun ahlâki hukuktan farkı, cebri içermesi, ihlali halinde devletin müeyyide uygulamasıdır.

Herkesin uyması zorunlu hukuk kurallarının olmadığı bir toplumda düzen sağlanamaz. Ancak zorunlu hukuk kurallarının olması, toplumsal düzenin sağlanması için yeterli değildir; ayrıca toplumu oluşturan bireylerde, hukukun adaleti gerçekleştirme amacı ve bu amacı gerçekleştirme gücü olduğu inancı olmaz/oluşturulmaz ise toplum düzeni yine sağlanamaz. Bu nedenle devlet, herkesçe uyulması zorunlu hukuk kurallarını adaleti gerçekleştirmek üzere düzenlemeli; yargı da bu adaleti gerçekleştirme güç, ehliyet ve özgürlüğünde olmalıdır.

Haberin Devamı

ADALET

Eflatun, adaletin, en üstün “erdem”, erdemin de bilgi olduğunu söyler. Ona göre adalet, doğru bilgi ile olanaklıdır. Bu nedenle de dünyadaki nesnelerin ve o nesneleri yapan temellerin (esasların) doğru bilinmesi ve bu bilgilerin kişi ve toplum yaşamında sağlanması halinde adalet gerçekleşebilir.

Aristo’da adaleti, insanın diğer insanlarla olan ilişkilerini düzenleyen erdem; erdemin de “eşitlik” ve “ölçülülük” olduğunu söyler. Aristo adaleti “denkleştirici” ve “dağıtıcı” işleviyle ikiye ayırır.

Denkleştirme adaleti; bireylerin birbirleriyle olan ilişkilerinin eşitlik, denklik ve dürüstlükle düzenlenmesi, dağıtma ve bölüştürme adaleti ise, herkese yeteneklerine ve topluma katkısına göre hakkının verilmesidir. Bugünkü “yasa önünde eşitlik” ilkesi buradan doğmuştur (Dictionnaire Larousse 1993, 1.Cilt, sh.33).

Aristo’nun günümüz adalet anlayışını da etkileyen bu görüşlerine karşın, “köleliği” meşru (adalete uygun) sayması, günümüzün özgürlük ve adaleti de içine alan adalet kalıbına uymamaktadır.

Haberin Devamı

Kant’a göre adalet, “şerefle yaşamak, kimseye zarar vermemek ve herkese düşen payını vermek” şeklindeki ödevlerdir.

Rawis, hakkaniyete uygun fırsat eşitliğini ve büyük ölçüde eşit hürriyetin, adaletin içeriğini oluşturduğunu söyler (Adnan Gürüz–Hukuk Felsefesi, 1999, 5.Baskı. sh.69).

“Büyük dinlerde adalet; yüce gücünde bilgelik, iyilik ve merhametin birleştiği Tanrısal irade’nin ifadesi ve ‘Tanrısal erdem’dir. Tanrı’nın varlığında mevcut olan bu erdem en üstün örnek ve fazilettir. Zira ancak tanrısal yasalar en üstün yasalar olarak insanları ‘kutsal adalet’le sonsuz mutluluğa götürebilir” (Prof.Dr. Adil İzveren–Hukuk Felsefesi, 1994, 2.Baskı, sh.155-156).

Kur’an’da adalet sözcüğünün karşılığı olarak ‘adl’ ve ‘kıst’ sözcükleri kullanılmıştır. Türevleriyle birlikte 30’dan fazla yerde geçen adl, Arap dilinde ‘eşlik’, ‘uyum’ ve ‘denge’, kıst ise, adaletli davranmak, pay, miktar, rızk anlamındadır. Paylaşımın adil yapılmasında araç olduğu için, klasik Arapça’da teraziye de kıst denmiştir” (Prof.Dr. Yaşar Nuri Öztürk–Kur’an’ın Temel Kavramları, 2014, 26.Baskı, 1.cilt, sh.15, 16).

Haberin Devamı

İslam’ın adalet anlayışında “denge” ve “düzen” düşüncesi vardır. Eşitlik, herkese hakkını vermek; her şeyi düzene ve yerli yerine koymak, toplum ve çevreyle uyumlu olmak; zaman, mekân ve kişinin durumu itibarıyla uygun olanı yapmak anlamındaki “mürüvvete uymak”, İslam’ın adalet anlayışının temel ilkeleridir.

Klasik olarak adalet; üstün hukuk kurallarına uygunluk olup, hem bir durumu hem de insan davranışlarını tanımlar ve kapsayıcı bir nitelik taşır. Böyle olduğu için adalet kavramı hem ahlâki hem de dinsel bir anlama sahiptir. Adalet kavramı yalnızca örf ve âdete, hukuka ve yasalara uygunluktan ibaret görülürse, bir ahlâki kavram olma niteliğini yitirir. Oysa adalet, en yüce, nesnel ve mutlak bir değerin anlatımı olarak, insan davranışını ahlâki açıdan inceleyen ve eleştiren bir düşünceyi içerir (Anabiritannica 1986, Cilt 1, sh.72).

Konfiçyus “Adalet kutup yıldızı gibidir. Hep yerinde durur, geride kalan her şey onun etrafında döner”, Ömer Hayyam “Adalet, kâinatın ruhudur”, Kant “eğer adalet kaybolursa insanların dünyada yaşamalarının bir anlamı kalmaz”, R.A.Roth “her rejimin temeli adalettir. Halka hürriyet, ahlak ve şeref veren odur”, F.R.Chateaubriand “adalet milletler için daima bir gıdadır”, bir Alman Atasözü “ülke yalnız adaletle ebedileşir ve adaletsizlik yıkılır” Timur “bir ülke kılıçla alınır, ama adaletle elde tutulur” der.

Tanrı’nın adalet ışığını insanlara tutması için gönderdiği İslam Peygamberi Hz. Muhammet (s.a.) da “bir ülkenin küfürle ayakta durabileceğini fakat adaletsizlik ve zulümle ayakta duramayacağını, buyurur.

Adaletin “ne olduğu” eski çağlardan bugüne tartışılan bir konu olmuştur. Bunun nedeni, insanların, sosyal grupların ve toplulukların istek ve çıkarlarıyla; ahlâki, felsefi ve dini inançlarının farklı oluşu ve hukuk ile ulaşılmak istenen adaletin kapsamının çok geniş ve kimi konularda (zaman–mekân itibarıyla) değişkenliği ile nitelik ve nicelik yönünden farklılığıdır.

Bununla birlikte genel bir yaklaşım ile adaletin; eşitlik ve özgürlük temelinde bölüştürücü, bağdaştırıcı, dağıtıcı ve denkleştirici olup, uygulanmasıyla birleştiren ve bütünleştiren; uyum ve uygunluk sağlayan; tamamlayan; endişe ve korkuları kaldıran; kişi ve toplumu yücelterek dönüştüren ve mutlu eden düşünce ve fiiller olduğu söylenebilir.

Fizikötesi ve felsefik olarak denilebilir ki adalet; insanın kendisinin ve diğer insanların yaşam, insan, mutluluk, varlık ve evren konusunda sorulan sorulara yaratılış, akıl ve hakkın özü itibarıyla verdiği cevapların özetidir.

YARGI ADALETİ

Hakkın yerini bulması ve toplum düzeni için, hukuk kurallarının adalet esasları gözetilerek düzenlenmesi yetmez; bu kuralları yürütecek bağımsız bir yargı cihazına ve bu cihazı işletecek bir el ve vicdana da gerek vardır. Bu el ve vicdan, hâkim ve savcılardır. Bunlar, genel adaletin özel bir bölümü olan yargı adaletini (adaleti dağıtmayı) gerçekleştirir. Yargı adaleti; hukuk kurallarının doğru, etkin, ihmal edilmeden, realiteye uygun bir şekilde ve süratle yerine getirilerek hakkın yerini bulmasıdır.

Yargı adaleti için, yargının “bağımsız”; hâkim-savcıların “tarafsız” ve “güvenceli” olması gerekir. Yargının bağımsızlığı (bağımsız yargı); hiçbir organ, makam veya kişinin yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat verememesi, genelge gönderememesi, tavsiye ve telkinde bulunamaması, hâkimin tarafsızlığı; hâkimlerin herhangi bir yakınlık duygusu ve aidiyet olmadan yalnızca Anayasa’ya, Kanuna, hukuka, vicdani kanaatlerine ve dosyadaki belge ve bilgilere göre karar vermesi, hâkim-savcı güvencesi; hâkim ve savcıların meslekten çıkarılmayı gerektiren bir suçtan dolayı hüküm giymiş olmadıkça, meslekten çıkarmayı gerektiren bir disiplin suçu işlemedikçe ve görevini sağlık bakımından yerine getiremeyeceği kesin olarak anlaşılmadıkça meslekten çıkarılmamaları, azledilememeleri, 65 yaşından önce emekli edilmemeleri, görev yer ve unvanlarının haklı bir neden olmadıkça değiştirilmemesi, kendileri istemedikçe idari göreve atanmamaları, denetimlerinin Hâkimler ve Savcılar Kurulu tarafından yapılması gibi garantilerdir.

Yargı bağımsızlığı ile hâkim–savcı güvencesi, yalnız bunların değil; birey, toplum, demokratik düzen ve devletin de güvencesi olup, adaleti sağlamak içindir.

Hâkim–savcı güvence ve bağımsızlığının kötüye kullanılması olasıdır. Zaman zaman bunun örnekleri de görülmüştür. Ancak bu olasılık ve örnekleri var diye hâkim–savcıları güvence ve bağımsızlıktan yoksun bırakmak bir hukuk devletinde kabul edilemez. Yargı görevinin doğru ve etkin bir şekilde yerine getirilerek, hukuk güvenliğinin sağlanması, hak ve adaletin yerini ve sahibini bulması, ancak bağımsız yargı ve güvenceli hâkim-savcıların varlığı ile mümkündür. Ancak mahkemelerin bağımsızlığı ve teminat zırhına sığınarak, herhangi bir aidiyetin amacı ve çıkarları doğrultusunda ya da kendi kişisel egolarını tatmin için görevde olan bazı kişilerin meslekte kalmaları da doğru değildir, bunların ayıklanması ve bu mesleğe yeni girenlerin de tarafsızlıklarına özen gösterilmesi gerekir.

Adaletin gerçekleştirilmesi yargının gücü ile olur. Yargı, adaleti gerçekleştirirken, bu gerçekleştirmenin nasıl olduğunu da göstermek durumundadır. Bu, toplumun yargıya olan inanç ve güveni için gereklidir. Tarihimizde, yargı adaletini ve bu adaleti gerçekleştiren hâkimlerin eşit muamele, tarafsızlık, eğilmezlik ve cesaretini gösteren güzel örnekler vardır. İki örnek:

1) Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’un fethinden sonra, Ayasofya yakınında bir yapı yapması için Bizans’lı bir mimar ile anlaşma yapar ve yapının sütun boylarının ölçüsünü verir. Mimar, ölçüleri teknik ve estetik açıdan sakıncalı görür ve bu nedenle de sütun boylarını biraz kısaltır. Yapı bittikten sonra Fatih, mimarın verdiği talimata aykırı davrandığını öğrenir ve herhangi bir soruşturma yapmadan mimarın iki elinin kesilmesini emreder ve hüküm yerine getirilir. Mimar, Kadı (hâkim) Hıdır Bey’e başvurarak padişahtan davacı olduğunu bildirir. Kadı, Fatih’i sanık olarak mahkemeye çağırır. Duruşmaya gelen Fatih, davacıdan (mimardan) ayrı bir yere ve başköşeye oturmak ister. Bunun üzerine kadı, Fatih’i uyarır ve kendisine, ceza duruşmasına geldiğini bu sebeple davacının yanında ve ayakta durması gerektiğini söyler. Padişah, uyarıyı dinler ve mimarın yanına sanık sandalyesine oturur. Yapılan yargılama sonucu Fatih suçlu bulunur ve kadı, kısas esasına göre iki elinin kesilmesine karar verir. Bu kararın adalete uygunluğundan memnun kalan mimar kısastan vazgeçer ve ceza diyete çevrilerek padişahın günde on akçe ödemesi hükme bağlanır.

2) “Abdülhamit’i tahtından indirmeye kalkışma suçundan cinayet mahkemesine verilen büyük bir siyaset adamının davası başlamazdan önce padişahın damadı Mahmut Celâlettin Paşa, mahkeme başkanı Abdüllâtif Suphi Paşa’ya gider ve (Sizden şânı sadakate lâyık bir karar bekliyoruz) der. Davaya bakılır, sanık beraat eder. Padişahın yolladığı haberi bilen başkanın kızı, kararı öğrenince hayretlere düşer ve babasına (kararı verirken şânı sadakate lâyık karar bekleyen hünkârdan korkmadınız mı?) diye sorar. Başkanın karşılığı şudur: (Öyle bir hâkim öyle bir sultan var ki, huzuruna yarın Hünkâr da, ben de beraber çıkacağız. İşte ben, yalnız o Hünkârdan korkarım)”.(Bu iki örnek: Yargıtay eski birinci başkanı Dr.Ahmet Recai Seçkin’in 1960-1961 yılı Adalet Yılı Açış Konuşmasından ve Prof.Dr. Erhan Adal’ın Hukukun Temel İlkeleri, 1968, 6.Baskı, sh.6’dan alınmıştır.

SON SÖZLER

Adalet, mülkün (devletin) temelidir. Adalet olmazsa toplum dağılır (Anonim). Adil bir mahkeme, devlet binasının en sağlam direğidir (Eflatun). Adaletin sözü, padişahın sözünden üstündür (Kanuni). Milletlerin yargı hakkı bağımsızlıklarının birinci şartıdır. Yargı erki, devletin, Anayasa’nın ve insan onurunun koruyucusudur (Atatürk).

Türk Milleti; siyasilerden siyasetin, yöneticilerden yönetimin bir ortak fayda ve adalet bilimi olduğunu

Yeni adli yıl başlarken
ve ancak hukuk ile gerçekleşebileceğini, uyuşmazlıklara bakan hâkimlerden de yargıladığı kişinin eğilimi, siyasal görüşü, ahlâki, felsefi ve dini inancı ne olursa olsun, Tanrı buyruğu ve aklın ürünü; barış, kardeşlik, özgürlük ve insan onurunun güvencesi olan adaleti, kararlarına yansıtmasını beklemektedir. Yargı, insanlara karşı doğru ve adil olmayı gözetmek, hâkim de cepsiz ve düğmesiz cübbesiyle adaleti dağıtmakla yükümlüdür.

Celal Karavelioğlu kimdir?

1952 yılında Urfa’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Urfa’da gördü. AİTİA’yı bitirdikten sonra Öğretmenlik, Çalışma Bakanlığı İş Müfettiş Yardımcılığı, Sayıştay Denetçiliği, İdare Mahkemesi Üyeliği ve Başkanlığı ile Bölge İdare Mahkemesi Başkanlığı görevlerinde bulundu. 2002 yılında emekli oldu. İmar Hukuku ve İdari Yargılama Usulü ile ilgili beş kitabı yayımlandı. Baro, oda, belediye ve üniversitelerde imar, yerleşme-yapılaşma-şehirleşme, idarenin hukuki sorumluluğu, idari yargılama usulü gibi konularda konferanslar verdi. Evli ve iki çocuğu var