26.09.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Efnan Atmaca - 25 yıl önce TRT ekranında Ajda Pekkan ile Zeki Müren’i yan yana hatırlıyorum. “Batmayan güneş” diye anons edilmişti Müren. Maalesef çok kısa süre sonra o güneş battı. Zeki Müren onu hayatı boyunca besleyen alkışları son kez duyduktan sonra 24 Eylül’de 65 yaşında veda etti hayata. Hiç kuşkusuz Türkiye’nin gelmiş geçmiş en büyük yıldızıydı Zeki Müren. Bugün yeniden ikinci baharını yaşayan sanatçı, 1951’in bir Ocak günü ilk radyo konserini verip, dönemin en önemli ismi Hamiyet Yücesoy tarafından “Seni ağlayarak dinledim yavrum” mesajıyla tebrik edilmesiyle başlayan sanat hayatında hep zirvede oldu. Müzik bilgisi, tavrı, nezaketi önemliydi elbette ama onu popüler bir figür haline getiren elbette tarzıydı. Cesur, farklı sahne kıyafetleri, aslında verdiği söyleşilerde gayet açık ifade etmesine rağmen ondan tek kelime beklendiği için saklıyormuş gibi göründüğü cinsel yönelimi, şöhrete düşkünlüğü, bu uğurda bazen meşru bazen gayrı meşru verdiği mücadele...
‘Sesinizi tatminkâr bulmadım’
Zeki Müren deyince akla hep Cem Yılmaz’ın “Peki Zeki Müren de bizi görecek mi?” repliği geliyor elbette. İnsan da düşünmeden edemiyor, Zeki Müren bizi görseydi neler hissederdi diye. Onunla ilgili insanlar ne anlatırsa anlatsın hemfikir oldukları en önemli şey adı gibi Zeki olduğu çünkü. Çağının çok ötesinde bir bakış açısına sahip bu sanatçı, biz onun kıyafetleriyle, sahnedeki duruşuyla, tek tek kelimeleri vurgulayarak konuştuğu Türkçesiyle, kıskançlıklarıyla, aşklarıyla uğraşırken kendi içinde neler yaşıyordu acaba. O gazinolara ilk ayak bastığında pek çok önemli ismi sahnesinden etmişti. Çünkü farklıydı ve zirve için ne yapması gerektiğini biliyordu. “Bir sanatçı hem göze hem kulağa hitap etmelidir” diyordu ve yaptığı her yenilikle hem seyirciye hem de basına tahayyül ettiklerinden bile fazlasını veriyordu. Bu sayede yıllarca zirvede kaldı. Kimseden çekinmeden yoluna devam etti. Bu yolda devam ederken kırdıkları, döktükleri olduğu anlatıldı, hatta en çok Bülent Ersoy’u kıskandığı söylendi. Ancak ustası Safiye Ayla’dan “Ben şahsen, sizin sesinizi kendi zevkim için tatminkâr bulmam. Radyoda dinlemem” yazılı bir mektup alan genç Müren’i düşünün bir de... Belki onu anlarsınız.
‘Yalnızların yalnızıyım’
Sahnelere veda edip Bodrum’un paşası olduktan sonra unutulmasa da daha az aranır oldu Sanat Güneşimiz. Kimilerine göre küstü, kimilerine göre inzivaya çekildi. Her zaman bir yıldızdı Zeki Müren. Dolayısıyla açık etmez yıldızlar ne yaşadıklarını, içlerinde tutarlar gerçek benliklerini. Ne yazılırsa yazılsın haklarında, tüm dostları ifşa etse bile sırlarını, hiç bozmadan duruşlarıyla devam ederler parıldamaya. Belki de bir kez açtı Müren iç dünyasını insanlara. Dertli gönüllere giren Zeki Müren’i “Kimsesizlerin kimsesiziyim, kimsesizim. Yalnızların yalnızıyım, yalnızım. Dertlilerin dertlisiyim, dertliyim. Âşıkların aşkıyım, âşıkım. İsmim Mesut, göbek adım Bahtiyar. Yıllarca hep böyle bildiniz siz. Mesut Bahtiyar’dan şarkılar dinlediniz” diye anlattı. O şarkıda “Alkışlarla yaşıyorum” diyordu Müren. Yıllardır Müren’i alkışlarla yaşıyor, yaşatıyoruz. Umarım Zeki Müren bizi görüyordur ve alkışların hiç kesilmediğini duyuyordur.
‘Tabuları yıkan birinin tabu olması saçma tabii’
Zeki Müren için Yapı Kredi Kültür Sanat, 2014-15 sezonunda “İşte Benim Zeki Müren” adlı bir sergi düzenledi.
18 Kasım 2014’te açılan ve “Sanat Güneşi”mizin çocukluğundan, son günlerine kadar gündelik hayatından ayrıntılara ışık tutan sergi büyük ilgi gördü. 35 günde tam 38 bin kişi tarafından gezildi. Bu ilgi nedeniyle kapanış tarihi uzatıldı. Sergi İstanbul’dan sonra Ankara, Bursa, İzmir, Bodrum ve Eskişehir’e taşındı.
Serginin küratörü ise Derya Bengi idi. Biz de Zeki Müren hakkında merak ettiklerimizi Bengi’ye sorduk. Zeki Müren’i bir de ondan dinledik.
Öncelikle ölümünün üzerinden 25 yıl geçmesine rağmen Zeki Müren’in hâlâ çok önemli bir popüler figür olmasını neye bağlıyorsunuz?
Memleketin en dinamik döneminde, toplumsal dönüşümün, şehirleşmenin en hızlı yaşandığı yılların çimentosunda Zeki Müren’in de harcı var. Radyonun, Yeşilçam’ın, gazinonun altın çağında insanların zihninde kalıcı hatıralar bırakmış bir figür. Zaten yaşarken efsane olmuştu, şimdi efsanenin ikinci baharı yaşanıyor, hatta etrafında serbestçe yeni bir efsane örülüyor. Zeki Müren gerçeği diye birşey olmasa da olur ama bir masalı var. Bugünün parçalanmış dünyasında, ölü ya da diri, birleştirici insanlara ihtiyaç duyuluyor. Âşık Veysel, Neşet Ertaş veya Zeki Müren, Müzeyyen Senar bunlardan birkaçı. Galiba onun kıyafetleri, jestleri, cinsiyet rollerine ilişkin düğümleri çözmekteki cesareti bir merak ve ilgi uyandırmakla kalmıyor, hâlâ çaktırmadan gıptayla izleniyor. Sesini, yorumunu, koca bir Türk Musikisi repertuarını tek başına temsil edebilme gücünü ve diğer tüm müzik türlerine açık, berrak kafa yapısını saymıyorum bile. Zeki Müren sahnede bugün bile yeri dolmayacak yenilikler yapıyor. Tek kişilik bir revü gibi sahneye çıkıyor. Kıyafetleri, sahne şovları ve Türk Sanat Müziği’ne getirdiği farklı tür ve tavırlarla ilk cümlede de söylediğim gibi bugünün bile çok ilerisinde bir profil çiziyor.
Sizce onun bu tavrı yeterince anlaşıldı mı? Başka bir deyişle bugün hâlâ süren Zeki Müren hayranlığı, onu anladığımız ve hakkını verdiğimiz bir tavırdan mı kaynaklanıyor yoksa ezber bir tepki mi veriyoruz?
Bence problem, onu değerlendirirken imajını ya da cinsel yönelimini mi, yoksa şarkılarını mı öne çıkaracağını kimsenin tayin edememesi. Tabii bir seçim yapmak şart değil. Dolayısıyla bu bir problem olmaktan çok, efsanenin sürmesi için bir sebep ya da bir imkân yaratıyor. Anlamak, anlaşılmak, bir karara varmak o kadar dert değil, soru işaretlerinin fazlalığı daha önemli ve değerli.
Açık Radyo’da Zeki Müren sergisinin ardından verdiğiniz söyleşide, onun yıldız olmak için bu yolda yürüdüğünü ve bu amaç uğruna çok çalışıp kendini geliştirdiğini söylemiştiniz. Yıldız olmak sizce onu mutlu etmiş miydi? Büyük bir yıldızdı ama mutlu bir insan mıydı sizce
Zeki Müren?
Yıldız olmanın mutsuzluğunu sade vatandaş olmanın mutsuzluğuna tercih etmiştir belki. Kendini Elvis Presley, Marilyn Monroe, Charlie Chaplin ya da Oscar Wilde’ların dünyasında var ettiğini biliyoruz. Bu mutsuzluk değildir ama yalnızlıktır. Ben şahsen 1960’ların sonuna kadar yaptığı şarkıları tercih ederim ama son yıllarındaki “İşte Benim Zeki Müren” şarkısının hakkını teslim etmem gerekiyor. Çok az sanatçının böyle manifestosu vardır. Charlie Chaplin’in “Sahne Işıkları”yla eşdeğer. Herhalde o şarkıdaki Zeki Müren herkes tarafından anlaşılmıştır.
Zeki Müren bir tabu gibi duruyor hep. Onu eleştirmeye kalkan hemen susturuluyor. Reklamlarda canlandırılması tartışmalara yol açıyor. Siz bu tavrı sağlıklı buluyor musunuz?
Tabuları yıkan birinin tabu olması saçma tabii. Ama reklamları savunmak da bana düşmez. Aleyhinde bugün söylenenleri, yapılanları görse bence güler geçerdi, yaralansa bile yarasını göstermez, içine atardı. Bir keresinde Mete Akyol onun bazı açıklamalarıyla dalga geçen bir yazı yazınca Zeki Müren hayranlarından protesto mektupları yağmış. Ama o ne yapmış? Mete Akyol’u arayıp “Fevkalade bir fantezi, nefis bir yazıydı” demiş.
12 yılda elbiselere 1.5 milyon masraf
Zeki Müren’in giysileri hakkında 1966 yılında Moda Dergisi’nde “Zeki Müren Giysileri, 1966 Modası” başlıklı bir yazı yayımlanmış: “Zeki Müren sahneye adım attığı ilk günden bugüne kadar tanesi 7000 ile 12.000 liraya mal olmuş sahne elbiselerinin hepsini muhafaza eder. Hiçbirinin üzerindeki boncuğu, payeti ve diğer aksesuarı daha sonra yaptıklarına aktarmaz. ‘Yakında sayısı 140’ı bulan bu elbiseleri cansız mankenlere giydirip bir sergi açacağım ve ilk günden bugüne kadar kullandığımı burada halka teşhir edeceğim’ diyen Zeki Müren elbiselerine, 12 yıl zarfında bir buçuk milyona yakın masraf ettiğini söyleyip sözlerine devam ediyor. (...) 30 numara ayakkabı giyen ve sahnede beyaz ve siyah pabuçları tercih eden Zeki Müren’in bir yılda kullandığı ayakkabı sayısı 125’tir.” (Radi Dikici’nin Remzi Kitabevi’nden çıkan “Aşkın Kavurduğu Güneş Zeki Müren” adlı kitabından alıntılanmıştır.)