25.10.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Prof. Dr. Barış Erdoğan - 1980’li yıllar, Dünya ve Türkiye tarihinin belki de en çalkantılı dönemlerinden biriydi. Bu dönemde siyasi, ekonomik ve toplumsal değişim rüzgârlarının en belirgin izlerini spor sahalarında gördük. Dönemin siyasi gerilimleri, uluslararası çatışmaları ve ideolojik kutuplaşmaları spor arenalarına da yansıyordu.
Özellikle komünist ve kapitalist bloklar arasındaki rekabet spor sahalarında da kendini gösteriyordu. Ülkeler, spor başarılarıyla ulusal gururlarını ve ideolojik üstünlüklerini ortaya koymaya çalışıyordu. Özel televizyonların olmadığı o yıllarda bizler ise TRT ekranlarından bu rekabetin yaşandığı uluslararası spor müsabakalarını ailecek izliyorduk.
Ankaragücü Süper Lig’de
Türkiye 80’li yıllara sporun da kaderini değiştirecek olan 12 Eylül 1980 askeri darbesiyle girdi. Darbeye aylar kala Trabzon Spor 3. kez üst üste birinci lig (bugünkü süper lig) şampiyonluk kupasını havaya kaldırmış, Moskova’da yapılan Olimpiyat Oyunları ise Sovyetler Birliği’nin Afganistan’ı işgal etmesi nedeniyle Türkiye de dahil 65 ülke tarafından boykot edilmişti. Askeri müdahalenin hemen ardında Orgeneral Kenan Evren spora da ilk müdahalesini yaptı. “Başkentin takımı nasıl Birinci Lig’de olmaz” diyerek çıkardığı bir yasa ile 1981 yılında “Türkiye Kupası’nı kazanan” Ankaragücü’nün birinci lige yükselmesini sağladı.
Erdoğan sakalını kesmedi
Askeri yönetim futbolcuların saç sakallarına kadar spora müdahalede bulundu. Hatta gazeteci Fatih Sultan Kar’ın araştırmasına göre İETT futbol takımında oynayan geleceğin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan o dönem kurumun başına atanan bir albayın baskılarına boyun eğmeyerek sakalını kesmeyi reddetti ve istifa etti. Bu olay Erdoğan’ın gelecek vaad eden futbol kariyerinin de sonunu getirdi.
Avrupa Avrupa duy...
Askeri yönetim ve ardından iktidara gelen Turgut Özal gençleri siyasetten uzaklaştırmak
ve kitleleri meşgul etmek için sporu uygun bir araç olarak gördü. Bu amaçla özellikle futbolun daha popüler hale gelmesi için çeşitli adımlar atıldı. Birçok spor kulübünün başına yerel politikacılar geçti. Siyasetin sporla bu kadar içli dışlı olmasının pozitif yanları da oldu. Yıllarca ihmal edilen spor tesisleri yenilendi, yeni tesisler için Türkiye’nin dört bir yanında büyük yatırımlar yapıldı. Jupp Derwal, Gordon Milne gibi yabancı teknik direktörler Türk futbolunun gelişmesine katkı sağladı. Bu çabalar karşılığını da verdi.
“Avrupa Avrupa Duy Sesimizi” tezahüratlarıyla ilk defa bir Türk takımı Galatasaray, 1988 Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası’nda yarı finale kadar yükseldi. Bu başarıdan önce 1984’te İnönü Stadında, 1987’de ise Wembley Stadında İngiltere’ye karşı A milli takım 8-0’lık farklı mağlubiyetler almıştı.
‘Ağlamak istiyorum sayın seyirciler’
1980’li yılların en unutulmaz maçlarından biri 1988 Şampiyon Kulüpler Kupası’nda Galatasaray’ın İsviçre’nin güçlü takımlarından Neuchatel Xamax’la oynadığı ve 5-0 kazandığı ikinci maçtır. Neuchatel Xamax’ın ev sahipliğinde oynanan ilk müsabakada defansın yaptığı hatalar sonucunda Galatasaray maçı 3-0 kaybetti. Ancak bu maç sadece skorla değil, yaşanan olaylarla da gündeme oturdu. Sahaya PKK mensupları girdi, İsviçre polisinin köpekleri Galatasaray’ın kalecisi Simoviç’e saldırdı. UEFA cezayı Galatasaray’a verdi. Teknik Direktör Mustafa Denizli kulübeyi terk ettiği için bir maç ceza aldı. İstanbul’daki rövanş maçını tribünlerden izlemek zorunda kaldı. Galatasaray, bu maçta bir mucizeyi gerçekleştirdi. Tanju Çolak’ın 3, Uğur Tütüneker’in 2 gölüyle sahadan 5-0’lık galibiyetle ayrıldı. Maçı televizyondan sunan İlker Yasin’in “Aman Allah’ım ne müthiş bir şey, ağlamak istiyorum sayın seyirciler” sözleri hâlâ hafızalardadır. Bu başarının ardından Türkiye’nin dört bir yanında sokaklarda “Avrupa Avrupa duy sesimizi, işte bu gelen Türklerin ayak sesleri” tezahüratlarıyla kutlamalar yapıyordu. Bu zafer, tribünlerden atılan bozuk paraların bir yan hakeme ve bir İsviçreli futbolcuya isabet etmesi nedeniyle tehlikeye girdi. UEFA, bu olaylar üzerine Galatasaray’ın galibiyetini iptal etti ve maçın tekrarlanmasına karar verdi. Başbakan Turgut Özal’ın da yakından izlediği lobi faaliyetleri sonucunda UEFA Galatasaray’ın çeyrek finalde Monaco ile oynamasına karar verdi, ancak maçın Köln’de oynanması kararlaştırıldı. Sonra Galatasaray Monaco’yu da eledi ve yarı finalde Steaua Bükreş’e elenerek kupaya veda etti.
Buzun kraliçesi Katarina Witt ve Carmen
1980’li yılların efsanevi buz patencilerinden biri Doğu Almanya’lı Katarina Witt idi. Türkiye’de
bile Witt, milyonların gönlünde taht kurmuştu. “Sosyalist dünyanın en güzel kızı” olarak nitelendirilen Witt, 1984 Saraybosna Kış Olimpiyatları ile 1988 Calgary Kış Olimpiyatları’nda zirveye oturarak 2 olimpiyatta altın madalya kazanan ilk kadın buz patenci oldu. Witt’in en büyük rakiplerinden biri Amerikalı Debi Thomas’tı.İkilinin rekabeti, 1988 Calgary Kış Olimpiyatları’nda doruk noktasına ulaştı. Her iki patenci de Carmen operasının müziği eşliğinde kaydı, “Carmen Savaşları” olarak anılan rekabette Witt üstün geldi, altın madalyayı aldı.
Ticarileşen Olimpiyat
ABD’de düzenlenen 1984 Los Angeles Olimpiyatları 1936’da Nazilerin organize ettiği Berlin Olimpiyatları’ndan sonra ideolojik anlamda tarihin en önemli oyunlarından biriydi. Ancak bu sefer kutsanan Aryan ırkın üstünlüğü değil, serbest pazar ekonomisiydi. Sosyalist Blok’un boykot ettiği oyunlarda Amerikalılar özel sektörün ve serbest piyasanın gücünü tüm dünyaya göstermek istediler. 30’un üzerinde tanınmış markalar oyunlara milyonlarca dolarlık sponsorluk yaparak destek oldu. Bu tarihte kâr eden ilk olimpiyat oyunları olarak da kayıtlara geçti.
Cep Herkül’ü Süleymanoğlu
Bulgaristan’da 1980’li yıllarda etnik ve dini baskılar Türk ve Müslüman azınlığın yaşamını zorlaştırdı. Bu baskılar, isim değiştirme politikalarından Türkçe’nin kamusal alanda kullanımının yasaklanmasına kadar birçok alanda hissediliyordu. Dünyaca ünlü halterci Niam Süleymanoğlu da diğer Türk azınlık gibi ismini değiştirmek zorunda kaldı ve Naum Şalamanov adını aldı. “Cep Herkül’ü” olarak bilinen Naim Süleymanoğlu hem Türk azınlığın sesini dünyaya duyurmak hem de bu baskılardan kurtulmak için 1986’da Dünya Halter Şampiyonası için gittiği Avustralya’da Türkiye’ye iltica etti. 1988 yılında Bulgaristan ile yapılan anlaşma sonunda Naim’e Olimpiyatlarda Türkiye adına yarışması için izin çıktı. (Diğer uluslararası yarışmalara Türkiye adına katılabiliyordu. 1987 Avrupa Şampiyonası’nda Cardif’te yarışmış, birinci olmuştu)… Ayrıca Bulgaristan’a bu izin için 1 milyon dolar ödenmişti. Süleymanoğlu 1988 Seul Olimpiyatları’nda altı dünya, dokuz olimpiyat rekoru kırarak muhteşem bir zafer kazandı.
Tanrının Eli Falkland Savaşı’nı aldı
Tüm zamanların en iyi futbolcularından biri olan Arjantinli futbolcu Diego Maradona Meksika’da düzenlenen 1986 FIFA Dünya Kupası’nda muhteşem performans sergiledi. Çeyrek finalde İngiltere’ye attığı
2 gol, unutulmaz gollerinden oldu. Maradona’nın ilk golünde top kafasından sekip eline değerek kaleye gitti. Efsanevi oyuncu maçtan sonra bu golü “Kısmen Maradona’nın eli kısmen de Tanrı’nın eli” diye tanımladı. Maradona’nın, kaleci Peter Shilton da dahil olmak üzere tüm İngiliz oyuncuları geçip attığı muhteşem 2. golü 2002’de “Yüzyılın golü” olarak belirlendi. Bu maçtan 4 yıl önce İngiltere ve Arjantin Falkland Adaları için savaşmış ve Arjantin savaşı kaybetmişti. Arjantin halkı için bu goller ulusal onuru geri kazanma anlamına da geliyordu.
Heysel faciası
1985 yılında Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası finalinde İngiliz Liverpool ile İtalyan Juventus takımlarının karşı karşıya geldiği maç öncesi Heysel Stadyumu’nda meydana gelen olaylarda 39 taraftar hayatını kaybetti, 600’den fazla taraftar yaralandı. Maçın başlamasına kısa bir süre kala Liverpool ve Juventus taraftarları arasında çıkan kavgada, bir duvarın çökmesi sonucu büyük bir panik yaşandı. Taraftarların birçoğu ezilerek ya da duvarın altında kalarak hayatını kaybetti. UEFA bu trajik olayın ardından İngiliz kulüplerine 5 yıl, Liverpool’a ise altı yıl süreyle Avrupa kupalarından men cezası verdi. Bu trajedi, 1980’lerin Avrupa’da holiganizmin zirveye ulaştığı döneme denk gelmekteydi ve siyasi tansiyonlarla da doğrudan ilişkiliydi. Heysel trajedisinden alınan derslerin yeterli olmadı. Zira sadece dört yıl sonra İngiltere’deki Hillsborough Stadyumu’nda Nottingham Forest Liverpool maçı öncesi meydana gelen olaylarda 96 Liverpool taraftarı hayatını kaybetti.