GündemSabah namazı vakitlerinde astronomik tan esas alınmaz

Sabah namazı vakitlerinde astronomik tan esas alınmaz

19.07.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 17 Temmuz 2013 günü yayınladığı Basın Açıklaması, Diyanet Takvimi’nin ve onunla aynı sınıfa giren takvimlerin, yatsı ve sabah namazı vakitleri konusunda ne kadar yanlış ölçütler kullandıklarının itirafı niteliğindedir. Bugünkü yazımızda ise sadece sabah namazı ve imsak vaktini ele alacağız

Sabah namazı vakitlerinde astronomik tan esas alınmaz

Diyanet, sabah namazı ve imsak vaktini tespitte astronomik tanı esas aldığını söylemektedir. Bu, yanlışın itirafından başka bir anlam taşımaz.
Astronomi gök cisimlerini inceleyen bilim dalı olduğu için astronomik tan sadece yıldız gözlemleriyle ilgili bir kavramdır. Bu vakitte bir yıldızı teleskopla gözlemleyen astronom, güneş ışınlarının uzayın derinliklerinde bile olmaması sebebiyle oluşan zifiri karanlıkta net bir gözlem yapabilir. Sabahleyin bu saatten sonra Güneş ışınları, en uzak yıldızlarla gözlemci arasına girdiği için gözlemi bırakır.

‘Sizce’ ifadesi önemlidir
Güneş ufka 12 derece yaklaşınca, ufuk belli belirsiz gözükebilir ve iyi atmosfer şartlarında çevredeki cisimlerin dış hatları seçilebilir. Buna da denizci tanı denir. Güneş ufkun 10 derece altına geldiğinde ufuk netleşmeye başlar; denizciler ona rasat tanı derler. Çünkü bu saatte hem yıldızı hem de ufku görüp yönlerini belirleyebilirler.
Bu ana kadar ufukta görülen aydınlığa fecr-i kâzib yani yalancı tan denir. Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem bu aydınlık ile ilgili olarak şöyle demiştir.
“Yiyin, için; yukarı tırmanarak yayılan aydınlık sizi etkilemesin; enine yayılan kızıllığı görünceye kadar yiyin, için.” (Ebu Davud, 2348; Sünen’ut-Tirmîzî, Ma cae fî beyân’il-fecr, hadis no 705)
Bu sırada ufku saran kızıl ve beyaz ışınlar, gecenin karanlığına karışır. Sonra renkler ayrışır ve ufuk, kızıl bir ışık kuşağıyla bölünür. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur:
“Sabahı bölen, geceyi dinlenme zamanı, güneş ile ayı hesaba uygun yapan odur. Bunlar güçlü ve bilgili olanın koyduğu ölçüdür”. (En’âm 6/96)
Allah’ın Elçisi, namaz vakitlerini öğretirken sabah namazını ilk vaktinde kıldırmıştı. Ebu Musa el-Eş’ârî’nin bildirdiğine göre o gün, sabah namazını, fecir yarıldığı sırada kıldırdı. İnsanlar neredeyse birbirini tanıyamayacaktı. (Müslim, Mesâcid 178 - 614)

‘Fecr kızıllık anlamındadır’
Bir aydınlatmanın olmadığı mescitte insanların “neredeyse birbirini tanıyamayacak” halde olmaları aydınlığın mescidin içine kadar girdiğini gösterir. Bundan dolayı Ebû Berze’nin şöyle dediği nakledilir:
“Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem sabahı kıldırırken her birimiz yanında oturanı tanırdı.” (Buhârî, Mevâkît’us-salah 11)
Arapça’da fecr, sabahın erken saatlerinde güneşten doğu ufkuna ulaşan kızıllık anlamında kullanılır. (Lisan’ul-Arab) Allah’ın Elçisi şöyle demiştir:
“Ufukta yukarıya uzayan aydınlık fecr değildir. Fecr, enlemesine yayılan kızıllıktır.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, C.IV, s. 23 ve c. 33)
Enlemesine yayılan kızıllığın altında kara parçası, üstünde onu saran beyaz bir ışık kuşağı olur. Oruca bu saatte başlanacağını Bakara suresi 187. ayetten öğreniriz.
“Fecrin (enlemesine yayılan kızıllığın) ak çizgisi kara çizgisinden sizce, tam seçilinceye kadar yiyin için.”
Ayetteki “sizce” ifadesi önemlidir. Oruç tutacak kişi, bulunduğu yerden bakıp bu ışığı görünceye kadar yemeye içemeye devam eder. Bunun için ışıktan arınmış bir ortama zaten gidemez. Güneşten gelen ışınlar o kadar güçlüdür ki, hiçbir ışık onu etkilemez.

Seher ve Sahur vakti
Takvim çıkaran kuruluşlardan hiçbiri, ayet ve hadislere uygun bir gözlem yapmadığı için fecr-i kazibi ve seher vaktini yok saymak zorunda kalmışlardır. Diyanet’in bu konuda söyleyeceği tek kelime yoktur.
Arapçada seher, gündüzün ilk ışıklarının gecenin karanlığına karışmasına denir. Bu vakitte hem gündüzün hem gecenin belirtileri olur. (Kurtubî, el-Cami’ li-ahkâmi’l-Kur’ân) Bu sırada ufkun üst tarafı hafifçe aydınlanır. (Cevhe ri, es-Sıhah ) Aydınlığın başladığı, küçük yıldızların kaybolmasıyla anlaşılır. Aydınlık arttıkça aşağıya iner ve ufku bir kubbe gibi sarar. İnsanları yanılttığı için ona fecr-i kâzib denir. Seher vaktinde yenen yemeğe sahur yemeği adı verilir (Müfredât). Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle demiştir: “Bizim orucumuzla ehl-i kitabın orucunu ayıran şey, seher yemeğidir. (Müslim, Sıyam, 46 1096)

Af dilememiz öğütlenmiştir
Bilal ezanı seher vaktinde okuduğu için Allah’ın Nebisinin şöyle dediği rivayet edilmiştir: “Bilal ezanı gece vakti okuyor; İbn -i Ümm-i Mektûm ezan okuyuncaya kadar yiyin, için.” (Buharî, Ezan 11, 1,3; Müslim, Sıyâm, 8 )
Bu vakitte Allah’tan af dilememiz öğütlenmiştir. Cennetlikler şöyle anlatılır:
“Gece pek az uyurlar; seherlerde Allah’tan af dilerler.”(Zâriyât 51/17-18)
Allah’ın Elçisi sallallahu aleyhi ve sellem vitir namazını, her gece sehere kadar bitirir (Buhârî, Vitr 2) ve uyurdu. Aişe’nin şöyle dediği bildirilmiştir: “O, benim yanımdayken seher vaktinde uyurdu” (Buhârî, Teheccüd 7) Hicret sırasında Nebi sallallahu aleyhi ve sellem Ebubekr ile birlikte Sevr mağarasında üç gece kalmıştı. Ebubekr’in oğlu Abdullah gece onlarla kalır; kimse fark etmesin diye seherin alacakaranlığında Mekke’ye döner haber toplardı. Buhârî’nin rivayeti şöyledir:

‘Abdullah dikkatle dinlerdi’
“Ebubekr’in oğlu Abdullah, söyleneni kolayca anlayıp kavrayan bir gençti. Geceyi onlarla geçirir; seher vakti ayrılır, sabah vaktinde, Mekke’de gecelemiş gibi Kureyş ile beraber olurdu. Babası ve Nebimizle ilgili duyduğu her şeyi dikkatle dinlerdi ki, akşamın alacakaranlığında onlara ulaştırsın. Ebubekr’in kölesi Amir b. Füheyra da sütünü ikram edeceği koyunları, yatsı girdikten biraz sonra onlara doğru sürerdi.
Bu sırada ikisinin de uykusu geldiği için Amir’in sabahın alacakaranlığında koyunları kaldırmasına kadar geceyi orada geçirirlerdi. Abdullah bu üç gecenin üçünde de böyle yapmıştı.”

Mezheplerin ittifakı var
Her sabah üç doğuş ve her akşam üç batış olduğu konusunda mezheplerin ittifakı vardır. Sabahın alacakaranlığında fecr-i kâzib, fecr-i sâdık ve Güneş doğar. Güneşin batmasıyla başlayan akşamın alacakaranlığında önce birinci şafak, sonra ikinci şafak batar. Bu iki alacakaranlığın arası, gecenin ortasıdır.
Seher vakti, Diyanet Takvimi’nde imsak vakti olarak ilan edilen vakittir. İnsanların sahur yemeği yemeleri gereken vakittir.

Haberin Devamı

Günün Âyeti

İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla
“De ki: “Elçilerin ilki ben değilim. Bana karşı da ne edileceğini bilmiyorum. Ben yalnız bana vahyedilene uymaktayım. Ben apaçık bir uyarıcıyım, o kadar.” (Ahkâf 46/9)
“Sana söylenen, senden önceki elçilere söylenmiş olandan başka bir şey değildir. Elbette ki senin Rabbin, hem mağfiret hem de acı bir azap sahibidir.” (Fussilet 41/43)

KURAN’A SORALIM

İçinde Olandan Sorumlu Olma

Allah Teâlâ şöyle buyurur: Göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi Allah’ındır. İçinizde olanı açığa vursanız da, gizleseniz de Allah sizi ondan hesaba çekecektir.
Sonra o, af için kurduğu düzene uyanı affeder, azap için kurduğu düzene uyana da azap eder. Allah her şeye bir ölçü koyar.” (Bakara 2/284)
Nebî sallallahu aleyhi ve sellem şöyle dedi: “Bakın, vücutta bir et parçası vardır. O iyi olursa vücudun tamamı iyi olur, o bozulursa vücudun tamamı bozulur. İşte o kalptir.”
İçinde olan ile içinden geçen aynı değildir. İçinde olan; iman, küfür, sevgi, nefret, kin, iyi niyet gibi hayata yön veren şeylerdir. İçinden geçen ise genellikle şeytan vesvesesidir. Bazen içinize öyle şeyler gelir ki “acaba kafir mi oldum?” dersiniz. Bu, doğru yolda olduğunuzu gösterir.
Çünkü şeytan, Kıyâmete kadar süre alınca şöyle demişti: “Şeytan dedi ki “Madem beni azdırdın, ben de senin doğru yolunun üstüne onlar için oturacağıma yemin ederim. Sonra önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokullacağım. Göreceksin, onların çoğu sana teşekkür etmeyecektir.” (Araf 7/16-17)
Şeytana izin verildiği için vesvesesine engel olunamaz. Bundan Allah’ın elçileri de kurtulamazlar. Şeytan vesvesesinden kurtulmaya güç yetmeyeceği için onun sorumluluğu olmaz. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Allah, kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemez.” (Bakara 2/286)

Haberin Devamı

SORU CEVAP

Soru: Bayılmak orucu bozar mı?

Cevap: Bayılmak tek başına orucu bozan hallerden biri değildir. Fakat oruçluyken hastalanan kişiler ilaç içmek maksadıyla oruçlarını bozabilirler. Bayılan kimseler de hasta gibidirler. Ayıltmak için kendisine su verilmişse veya kendisi ayıldıktan sonra kendine gelebilmek için su veya ilaç içmişse orucu bozulmuş olur. Ramazandan sonra onun yerine sadece bir gün oruç tutması yeterli olur.

Haberin Devamı

Soru: Oruç tutmayanlara iftar yemeği verilir mi?

Cevap:İftar öncelikle oruçlular içindir. Dolayısıyla akrabalarınızdan, yakın dostlarınızdan veya komşularınızdan oruç tutup da iftar yemeği verecekleriniz varsa önce onları çağırmalısınız.
Fakat keyfi olarak da olsa oruç tutmayan yakınların bu sofrada bulunmasını yasaklayıcı herhangi bir hüküm bulunmamaktadır.

Soru: Oruçluyken adet olan bir kadının orucu bozulur mu?

Cevap: Hayır, bozulmaz. Oruçluyken adet olan bir kadın orucuna devam etmelidir. Eğer gerçek manada hasta oluyorsa yani âdeti ciddi manada kendisine sıkıntı veriyorsa o takdirde orucunu bozabilir; ama böyle bir durum yoksa orucuna devam etmelidir. Yaygın kanaatin aksine adet, oruca engel değildir.

Sorularınız için mail adresimiz: fetva@suleymaniyevakfi.org
Süleymaniye Vakfı imsakiyesine şu adresten ulaşabilirsiniz: http://www.suleymaniyevakfi.org

Haberin Devamı

Temel dini bilgiler

Kuran-Sünnet İlişkisi

Kur’an’la Sünnet arasında nasıl bir ilişki vardır?

Sünnet, Kuran’ın Nebi (s.a.v) tarafından pratiğe aktarılmış halidir. Geçmiş peygamberler gibi Hz. Muhammed (s.a.v) in de temelde iki görevi vardı; tebliğ ve uygulama (tatbik). O kendisine gelen vahyi aynen tebliğ ederken elçilik/resullük görevini, onları bizzat hayatında yaşarak insanlara örnek olurken ise nebilik görevini ifa ediyordu. Hz. Aişe annemize onun ahlakı sorulduğunda “siz hiç Kuran okumuyor musunuz? Onun ahlakı Kuran’dan ibaretti” demiştir.

Sünnet helâl ve haram koyar mı?

Helâlı da haramı da koyan Allah’tır. Allah’tan başka hiç kimsenin helâl-haram koyma yetkisi yoktur. Kişi peygamber dahi olsa bu kural değişmez. Aksi halde Allah’la birlikte başka otoritelerin kabulü söz konusu olur ki bu İslam’ın tevhid ilkesiyle bağdaşmaz.

Rasüle itaattan maksat nedir?

Bazı ayetlerde Allah ve Rasulüne birlikte itaat emredilir. Şu ayetlerde olduğu gibi: “Deki Allah’a ve Rasulüne itaat edin. Eğer yüz çevirirlerse bilsinler ki Allah nankörleri sevmez (Al-i İmran, 32)”. “Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Rasüle ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin (Nisa, 59)”.
Bu ve benzeri ayetlerden yola çıkılarak Hz. Peygamber’in de Allah gibi (hâşâ) helâl-haram koyma yetkisine sahip olduğu ileri sürülmüştür. Oysa bu tür ayetlerin tümünde geçen kelime “Rasül”dür. Rasül Türkçe’de “elçi” anlamına gelir. Elçi birinden aldığı bilgiyi, değişiklikte bulunmadan başkasına aktaran kişiye denir. Nitekim Yüce Allah bir ayetinde “Elçilere ancak tebliğ düşer (Nahl, 35)” buyurmuştur. Elçi bir ayeti tebliğ ederken, kendisine değil o ayeti gönderene; Allah’a itaatı ister. Elçiye itaat, onun şahsine değil onu gönderenedir. Dolaysıyla ayetlerde Allah’la birlikte Rasulün geçmesi, onun hüküm koyma yetkisine sahip olduğunu göstermez.