22.10.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:
ASLI İZMİRLİ
Cüneyt Ülsever, yeni polisiye romanında psikiyatriyi ve polisiyeyi harmanlıyor ve paronoid şizofreni hastası emekli bir profesörün yaşadıklarını anlatıyor. Ülsever ile yeni kitabını konuştuk...
- İktisat eğitimi almanıza rağmen kitabınızdaki psikolojik gözlemler de üzerine eğitim almışsınız gibi derin. Bunun kaynağı ne?
Hayatta yaptığım büyük hatalardan biri iktisat okumaktı. Hatta Boğaziçi Üniversitesi’nde derslerini aldığım hocam Şerif Mardin bana sosyoloji doktorası yapmamı söylediğinde babama anlattım ve o da bana “Sosyoloji okuyan ne olur? Sen iktisattan devam et en azından bankacı olursun” dedi. Kendisi bankacı ya, tek kurtuluş yolunu o zannediyor. Ama yıllar sonra anladım ki ben sosyoloji ya da psikoloji okumalıymışım...
- Kitabınızı tek cümleyle nasıl özetlersiniz?
Şöyle özetleyebilirim: “Einstein’ın rölativite teorisi üzerinden yazılmış bir cinayet romanı.” Einstein birkaç gerçek olduğunu söylemiyor, ama ışık hızının yarattığı sonuçların farklı olduğunu söylüyor. Benim anlatmaya çalıştığım da bu. Muhakkak ki bir gerçek var, ama bunu algılamada birçok fark var. Kitapta da yazmıştım bu cümleyi: “Dünyada ne kadar insan varsa, o kadar gerçek vardır.”
- Kitabınızda şizofreni hastası John Nash’ten de bahsediyorsunuz. Kitabın ana karakteri Levent Drama’nın şizofreni
Söyleyebiliriz, ama aslında Levent Drama’nın hayatına bakarsan, biraz benimkiyle bağdaşıyor. Yani Bodrum’daki ve İstanbul’daki adresi, Robert Kolej’de okuması ve Boğaziçi Üniversitesi mezunu olması hep benim özelliklerim. Yalnızca matematik okumasıyla benden ayrılıyor. Orada da yapamadığımı Levent yapmış işte.
- Çoğu şizofreni hastası bu durumu bilmiyor ya da kabul etmiyor... Levent Drama nasıl fark ediyor?
Aynen John Nash’in yaşadığı gibi oluyor. Levent Drama sanrılarının gerçek olduğuna inanmaktan vazgeçmiyor, ama herkes ona saçmalıyorsun deyince “Bana deli diyorlar, o zaman onlara hiçbir şey anlatmayayım” diyor. Tabii zekâyla da ilgisi var bunun.
- Bu şizofreni mi yoksa, hayal gücünün fazla geniş olması mı? Yoksa ikisi aynı şey mi?
Sınırı bilmiyoruz ki. Şizofreni başlıyor ya da deha, hayal gücü nerede başlıyor bilmiyoruz.
- Türkiye’deki seri katil romanları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’de seri katil romanı neredeyse yok çünkü biz, çok insan öldüreni seri katil zannediyoruz. Katil, öldürdüğü kişiden bir şey alıyorsa eğer FBI standartlarında o kişi seri katil değildir. Haberlerde sevgilisini öldürenleri de görüyoruz. Bir insan tanıdığı kişiyi öldürüyorsa seri katil değildir. Bu intikamdır. Zaten Türkiye’de suç açısından en büyük iki eksikten biri, başarılı seri katillerin olmaması diğeri de başarılı banka soygunlarının olmaması. Bizdeki en cesur soyguncu bankaya silahla girip “Bu bir soygundur” deyip paraları istiyor. Hiç öyle filmlerdeki gibi bankanın altından tünel kazıp kasaya ulaşmak filan yok... Cinayet masasından bir arkadaşım romanlarımı okumuş, geçenlerde beni aradı. Ben de “Sizin iş çok iyi” dedim. Onun cevabı ise şöyle oldu: “Hiç de iyi değil, bizde hiç öyle romanlardaki gibi hikâyeler yok ki... Suç mahalinin etrafındaki kömürlükte buluyoruz hep suçluyu.” Bunlar hep zekâyla ve bilim kültürüyle ilgili. Bizde plan ve programla iş yapma gücü yok.
‘Ölene dek roman yazacağım’
- Bütün romanlarınız polisiye türünde. Kendinizi polisiye yazarı olarak görüyor musunuz?
Öyle anılmak istiyorum. Bu dokuzuncu romanım, ölene kadar da roman yazacağım artık. Polisiye romancısından da önce ‘romancı’ olarak anılmak istiyorum. Polisiye romancısı sonra gelir.