09.04.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
Nil Kural
Yunanistan sinemasının genç yönetmenlerinden Alexandros Avranas, ikinci uzun metrajlı filmi ‘Şiddet Güzeli’yle (Miss Violence) geçen yıl Venedik Film Festivali’nden En İyi Yönetmen Ödülü’yle döndü. Orta sınıf bir ailenin 11 yaşındaki kızlarının doğum gününde yüzünde bir gülümsemeyle intihar etmesiyle başlayan film, gerilim hissini koruyarak bize yozlaşmış bir ailenin portresini çiziyor ve ataerkil yapıya eleştiriler içeriyor. 33. İstanbul Film Festivali’ne konuk olan ve filmini İstanbul’da sunan Avranas’la ‘Şiddet Güzeli’ni konuşmaya başladık; konu Pasolini’ye, politik sinema, isyanlara ve politikaya uzandı.
‘Şiddet Güzeli’nin başlangıç noktası 11 yaşında bir kız çocuğunun intiharını duymanız. Nasıl bir filme dönüştü?
Önce 11 yaşında bir kızın intihar ettiği haberini duydum. Almanya’da yaşanan bir olaydı. Kendim aileyle ilgili hikâyeyi ekledim.
İşlevini kaybetmiş bir aile üzerinden topluma bakan bir film. Aile hakkında ne düşünüyorsunuz?
Evet, aileyi toplumdan bahsetmek için kullandım. Aile küçük bir toplumdur. Bir çocuk toplumu aileden öğrenir. Bu senaryoyu yazarken güç, bu gücün kurbanları, baskıcılar ve ellerine güç geçtiğince baskıcı olanlar hakkındaki ilişkiler ilgimi çekti.
l Filmdeki ailenin Yunan toplumuyla ilgili bir sembol olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Hayır, evrensel. Film, Venedik’te ilgi gördü çünkü işlevini kaybetmiş aileler veya pedofili İtalya’da da yaygın. Gerçek hikaye Almanya’dan. Şiddet dünyanın her yerinde var.
Dikkat çeken Yunan filmlerinden ‘Dogtooth’un yönetmeni Lanthimos, kriz dolayısıyla Yunanistan’da film çekecek bütçe bulmanın zorluğundan bahsetmişti. Siz de aynı güçlüğü yaşadınız mı?
Benim için de geçerliydi. Filmin finansmanı özel bir film şirketine ait. Sonradan Yunan Film Merkezi’nden para bulabildim. Evet, Yunanistan’da film çekmek çok zor ama film çekmek isteyen bir yolunu bulup çeker.
‘Şiddet Güzeli’ için ilham kaynağım diyebileceğiniz bir film var mı?
Pier Paolo Pasolini ve yönettiği ‘Salo, or the 120 Days of Sodom’u söyleyebilirim. Her zaman politik sinemaya ilgi duydum. Ancak şu anda savaşabilecek açık bir düşman yok. 1970’lerde politik sinema yapmak isteseydiniz, karşınızda faşistler vardı. Şimdi açık bir düşmanımız yok ama politik sinemayı başka şekillerde yapmaya çalışıyoruz. Amacım insanlara kurban olmayıp özgür olmanın kendi ellerinde olduğunu gösterebilmek.
Açık olmayan düşmanla ne kastettiğinizi biraz açar mısınız?
Avrupa’da veya her yerde her şeyimizin olduğunu düşündüğümüz bir hayat yaşıyoruz: Eğitim, sigorta, demokrasi... Ama belki Yunanistan’da yaşadığım için bana her şeyimiz varmış gibi gelmiyor. Tam tersine sürekli bir baskı altındayız ve başkaları bizim için kararlar veriyor. Sistem senin iyiliğin için işliyor izlenimi veriyor ama öyle değil aslında.
Bir yandan da bir isyan çağındayız, mücadele var. Yunanistan’daki ayaklanma, Türkiye’deki Gezi...
Sorun şu, günümüzde sistem bu tür ayaklanmaların eskiden olduğu gibi bir güce sahip olmamasının bir yolunu buldu. Sizde de bizde de büyük protestolar oldu, evet. Ne değişti, bizi umursamadılar. Yunanistan’da insanlar protesto ediyorlar, belki bunalımlarını üzerlerinden atıyorlar ama sonra eve gidip televizyon izliyorlar, ertesi gün işe gidiyorlar. Hiçbir şey değişmiyor.