03.01.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:
0
OKAN BAYÜLGEN SORDU, İSTANBUL BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANI KADİR TOPBAŞ YANITLADI... İstanbul, konuş konuş bitmez O sizi Teşvikiye Saray'da bekliyormuş ağabey.Biz niye Beyoğlu Saray'da oturuyoruz o zaman? Biz de kalkıp Teşvikiye Saray'a gitsek ya!O kalkmış buraya geliyormuş ağabey.Bu trafikte nasıl gelecek? Neyse sen bi su muhallebisi ver bana! Beyoğlu'nda oturmuş, yaşamış, okumuş bir çocuk için Saray Muhallebicisi tabii ki çok şey ifade ediyor. İlk harçlıklarla yenen kazandibiler, kızlarla ilk buluşmalar... Gelmeyen ve hiç gelmeyecek olan kızlara tanınan sonsuz krediler, saatlerce oturup beklemeler... Üst kat balkonunun trabzan tahtalarına çakıyla kazınmış isimler, tahtalara ilan edilen aşklar, beklemeler...Sen o kazıdığım aşkları getir bana!Kazandibi mi ağabey?Kahve demek istedim! Bi orta kahve getir!Ama, ilk defa İstanbul Belediye Başkanı'yla buluşmak için bekliyorum Saray'da. Ali Eyüboğlu ve Sedat Ergin'in "Türkiye'yi güldürenler, yönetenlerle bayram sohbetleri yapsalar ya! Ne güzel olur değil mi?" projelerinden yırtamadığım için.Ben Kültür Bakanı ile olur demiştim ya Sedat Bey!Tamam, biz de onu aradık? O da dedi ki, "Ben Okan Bayülgen'e yüz milyarlık dava açtım, ne röportajı!" dedi.Güzel!Sen başka birisini düşün!Ben başka birisini düşünmüyorum. Ben politikacılarla konuşmaktan hoşlanmıyorum. Ben fotoğraf çekmeye Küba'ya gidiyorum, isterseniz size bir gezi yazısı getiririm oradan. Tamam, getir. Şöyle güzel fotoğraflarla...Tamam getir, koyarız. İlaveye koyarız. İstediğin büyüklükte koyarız, ama bu röportajı da yap!İyi de ben meraklısı değilim ki gezi yazısının... Ben bunun yerine diye söylemiştim... Galiba dişimin dolgusunu düşürdüm. Ağrıyor. Kadir Topbaş neredeymiş peki? Bazen nezaket, size ihtimam gösteriliyor hissi, "niye olmasın ki?", "evet, pişman olacağımı bile bile yaptım!", "lutfen ama lutfen!" arasında bir yere sıkışıyorsun işte...Tamam! Öyleyse Kadir Topbaş olsun. Röportaja deprem, mimari, İstanbulluluk karışır, dolu dolu olur. Ama eğlenceli olmaz... Tamam! Tamam!Hah şöyle...Sonradan prodüktörüme, Reyhan'a dedim ki:"Sen onlara söyle, Başkan'la Saray Muhallebicisi'nde buluşalım. Zaten programı yoğundur, randevu veremez. De ki verdi, mutlaka gecikir. Ben biraz bekler, kalkarım."Başkan da nerede kaldı yahu?Sonunda bu röportaj yapıldı. Kasetleri, gazeteden fotoğrafları çeken arkadaşlara verdim. Bence ilginç bir tarafı yok. Ne olabilir ki zaten? Sen en fazla, makama saygı içerisinde, birkaç zavallı espri yaparsın, onlar da "Bak şu kerataya!" edasıyla topu göğüslerinde stop eder, kendi başlarına zıplatırlar. Televizyon programlarımda konuk ettiğim politikacılardan biliyorum: Sürekli ve uzun uzun bi şey anlatmak derdindedirler ki, sen karşılarında ancak sevgiyle gözlerini kırpıştırırsın. Pişman olacağımı bile bile... Kadir Topbaş çalışkan bir adam. Yıllardır İstanbul'la uğraşıyor. İstanbullu. İstanbul konusunda röportajı yapan adamdan çok daha bilgili. Mimari, arkeoloji, ilahiyat okumuş ki, bu onu olduğundan da yakışıklı gösteriyor. Bu şehirle ilgili ortak acılarımız ve fikirlerimiz var.Röportaj bittiğinde dedim ki:Sayın Başkan, gördüğünüz gibi İstanbul konuş konuş bitmez. Üstelik siz çok uzun konuşuyorsunuz. Gelin, sorunları parça parça anlatın. Sadece politik programlara çıkmayın. Biz cumartesi geceleri bir masanın etrafında toplanıyoruz. Gelin, ses sanatkârlarıyla, yazarlarla, sinemacılarla beraber oturun. Onları da yanınıza alın. İstanbul için geliştirdiğiniz projeleri üst geçitlere tabela olarak asacağınıza gelin direkt olarak gençlere anlatın. Yıllardır İstanbul'la uğraşıyor O da dedi ki:"Siz sulu programlar yapıyorsunuz."Anlamadım?Ben bir partiyi ve makamı temsil ediyorum.(Ben neyi temsil ediyorum acaba? Şimdi burada, bu anda? Medyayı mı? Kendimi mi? Telefonları açmaması gerektiğini düşünen adamı mı?)Öyleyse fotoğraf çekimine geçelim Sayın Başkan!Röportajımızın öyküsü burada bitiyor ve röportaj başlıyor. Çok sevdiğim şehrimin sorunlarıyla tutkuyla uğraşan Belediye Başkanı'na sorular sordum, yanıtlar aldım. Ne mi hissediyorum?Galiba diş ağrısı gibi bir şey... 'Sulu programlar yapıyorsunuz' Zengin başkanlar arasında hangi boyutta zenginlik tabii? Mutlaka kendimi her konuda, her açıdan zengin addediyorum. Başka bir açıdan baktığınız zaman, ihtirasları olmayan, tatmin olmuş, doğarken bile patron olarak dünya gelmiş olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Gelmiş geçmiş İstanbul Belediye başkanları arasında kendinizi zengin başkanlar arasına koyuyor musunuz? Aileden varlıklı yani... Şimdi bunların ikisi ayrı şeyler. Siyaset yapanın mutlaka maddi gücü olması gerektiğine katılmıyorum. Tabii maddi gücü olması bir şanstır, kendisi için önemli bir altyapıdır. Ama, siyaset insanın kişiliği ile ilişkilidir. Gördük ve biliyoruz ki, çok ciddi boyutta maddi güce sahip olmasına rağmen hâlâ tatmin olmayarak servetine servet katmaya çalışan, hırs içinde, büyük bir ihtirasa sahip ve hatta ani patlamayı dahi gözü görmeyecek kadar gözü kararmış insanlar var. Ama, kendi mütevazı yaşamı içerisinde tatmin olmuş ve maddiyatı yeterli görmüş, mutluluğu yakalamış olan insanlar da var. Eğer siyaset aristokrasisinden bahsedersek başka bir yerden de iradı olan, varlıklı ailelerin çocuklarının siyasette olmalarının ülke için yararlı olacağını düşünürüm. En azından ülkemizde her iktidar için sözü geçen "yedi" ya da "yedirdi" gibi şüphelere mahal vermemek için... Siz sayın Bush'u tarif etmiyorsunuz değil mi?(Gülüşmeler) Ben siyaset yapmanın, bir aile etiğine de sadık kalınması açısından babadan oğula geçmesi taraftarıyım. Elbette demokrasi ve meşru seçimler çerçevesinde. Her yeni mecliste "yine kendilerine maddi çıkar ya da güç sağlayacak insanlar geldi" endişesinin yaşanmaması için, parlamenter demokraside siyaseti bir aile okulu olarak görenlerin sayıca artmasından yanayım. Tabii ki aile içindeki siyasette ailenin etkisi vardır. Ailenin farklı özellikleri, siyasetle ilişkisinin çocuklara yansıması mutlaka söz konusudur. Ama bir yandan da babadan oğula geçen bir saltanat gibi devamlı aynı aile etrafından siyasetin oluşmasında başka bir mahsur ve sıkıntı var. "Bir başkasına fırsat gelmeyecek mi?" denir. Siyaset iki şey için yapılır: ya idealiniz vardır ya menfaatiniz. İkisinin ortası olmaz. Bir idealiniz varsa, seçmen size böyle çok onurlu bir görev vermişse bu onuru hiç incitmeden, zedelemeden bekleneni vermeye çalışmak ve başarılı olabildiğiniz kadar bir şeyler katmak zannediyorum çok iyi izler bırakır. Anılarda, arkanızda bırakacaklarınız için çok iyi mirastır.Ben çocuklarıma hep şunu söylerim: Babadan sadece mal mülk miras kalmaz. Eş, dost ve güzel insanlar da miras kalır. Bu çok önemlidir, çünkü asıl güç budur. Varlıklarını miras olarak elinde tutup da başka birçok şeyi yitiren insanları çok gördük Beyoğlu'nda... Hayır, Bush konunun dışında, ama Kennedy'ler belki iyi bir örnektir. Eski başkanları bir kitapta toplayacağız Şimdi bizden önce görev yapmış tüm belediye başkanlarının benim dönemime kadar olanlarını bir kitapta toplamak için hazırlık yaptırıyorum. Kendim olmayacağım; bizi bizden sonrakiler düşünsün. Her başkan ve her yönetici arkasında çok olumlu izler bırakmak ister. Tabii biz de bu kentin önünde en büyük sorun olarak duran ulaşımla ilgili ciddi bir mesafe almak isteriz. Göreve ilk geldiğimde, "Başkan nasıl bir başkanlık yapacaksınız, ne düşünüyorsunuz?" diyorlardı. Ben şunu söylemiştim; 5 yılın sonunda dünyanın sayılı ve önde gelen belediye başkanları, "Başkan, nasıl bunu başardın?" diye sorabilsinler. Bu, insana çok büyük haz ve gurur verecek bir ifade olur diye düşünüyorum. İstanbul'un geçmişte çok önemli başkanları oldu. Büyük hizmetleri olan seçilmiş ve atanmış başkanları oldu. Bunları acaba gençler ne kadar tanıyor? Herhalde çoğu bilmiyordur. Lütfi Kırdar bir kongre merkezidir, Fahrettin Kerim Gökay bir caddedir, Haşim İşcan bir geçittir. Acaba siz ne olacaksınız? Ailemiz 1860'lardan beri İstanbul'da yaşıyor. Yani üç kuşak. Bu arada ailem zaman zaman, örneğin yazları Artvin'e de gitmiş ve ben orada doğmuşum. Artvin kökenliyim, ama İstanbulluyum. Siz İstanbullu musunuz? Biz onlardan değiliz. Üç aylıkken İstanbul'a gelmişim. Rahmetli babama teşekkür ediyorum. Bizimle doğduğumuz yer arasında köklerimizi her zaman anımsatacak ilişkiyi kurdu ve kopartmadı. Politikacı nereye giderse biraz da oralı olur? Noktaları tamamla oyunu Kestirmedim, kaldırdım. İstiklal Caddesi'ndeki ağaçları kestirdim, çünkü... Gerek yok, çünkü bugün buraya gelirken doğru yaptığımızı gördük. Caddenin tamamı o kadar çok insanın hareketliliğini yaşıyor ki, orada ağaçlar ciddi bir problem yaşatıyordu. Büyük büyük lağım fareleri çıkıyordu, oradaki esnafa sorsanız söylerler. Onların yüzeye çıktığı noktalar vardı. Aynı zamanda trafiği ciddi anlamda etkiliyordu. Bahar ayı itibariyle de inşallah farklı güzellikler koyacağız. Peki şöyle sorayım: İstiklal Caddesi'ndeki ağaçlara gerek yok, çünkü... Ülkemizde fırsat ve imkânı vermezseniz, hatırlatma yapmazsanız kendisinin yaptığı davranışı doğru zanneder. Bir söz var, bir kişi hatasını kredi zanneder. Onu kendisinin özelliği zanneder. İç çamaşırı ile denize girmenin çok yanlış olduğunu, bir başkasının da kendisinin ve ailesinin yanında öyle giydiği zaman nasıl rahatsız olabileceğini hatırlatmanız, denize girme adabını hatırlatmak çok önemli.İstanbul aynı zamanda bir sayfiye kenti idi. Onu tekrar aynı hale getiriyoruz. Onun için denizlerden istifade etmek isteyenlerin, oraya özel kıyafetin olduğunu da hissetmesi lazım. Müdahale ediyor, gerekli uyarıları yapıyoruz. 5 YTL'lik mayo satışlarının donla denize girme alışkanlığına etkisi ...'dır. Kültürel açıdan, kültürel zenginlikleri koruma ve geleceğe taşıma adına önemli bir ilgi vermiştir. Bunu söylemekte risk görmüyorum. Aldığım eğitimin İstanbul ve bir belediye için yeterli olduğunu düşünüyorum. Hem sanat tarihi üzerine çalışmam, ilahiyat dahil olmak üzere İstanbul'a mistik katmasını düşünürseniz, İstanbul'a eğitim olarak bilgi ve donanım yeterli diye düşünüyorum. Sanat tarihi ve arkeoloji alanındaki doktora eğitimim yönetim anlayışıma ... katmıştır. Kim İstanbulludur? Genel anlamda İstanbul'un bu tip yöresel derneklerinin bazı gecelerine zaman zaman katılıyorum. Tercihen gidiyorum, katılıyorum demem mümkün değil. Bu dernekler daha çok üyelerinin kimliklerini, belki birbirlerine olan bağlılıklarını hatırlatma açısından önemli. Tabii ki bu derneklerin sosyal yardım boyutunda değerlendirmeleri de önemli. Ama, halen o mensubiyet duygularını ön planda tutup kendilerine sorduğumuz zaman "İstanbulluyum" diyememeleri, halen geldikleri yerden bahsetmeleri tabii ki bir türlü kentliliği, İstanbulluluğu öne çıkartmıyor. Bugün tesadüfen buna benzer bir konu açıldı. İstanbul'daki 14 milyonluk nüfustan bahsedildi. Dendi ki, "Bu kadar hızlı bir gelişmeye, bu kadar yoğun yapılanmaya, bu kadar farklı şeye artık İstanbul tahammül edemez" "E ne olacak?" dedik. "Bazı yerlerin boşaltılması ve insanların geri gönderilmesi lazım" denince ben şunu söyledim: "Ben İstanbul'un 800 bin ila 1 milyonluk nüfus kesiti içinde yaşıyorum. O 1 milyonluk nüfusun içinde yaşarken, burada var olanların dışındakilerden bahsedersek siz de gideceksiniz." Elbette birçok insan İstanbul'a değişik tarih ve zamanlarda Anadolu'nun değişik yerlerinden gelmiş. Ve başka kentlere de gitmişler. İstanbul'da geriye doğru gittiğinizde, örneğin ben "İstanbul'a taşınan ailem şu kadarlık bir tarihe sahip" diyebiliyorum, ama çok daha geriye gitseniz, ben de ailemin İstanbul'da olmadığı zamanlarından söz edebilirim. Şöyle demeyeceğim, çünkü o da bir ayrıştırmadır: "Sadece eski İstanbullular bir araya gelelim; eyvah biz nereye gidiyoruz diyelim!" Bunun yerine İstanbulluluk kavramını çağrıştıran bir dernek ya da bir sivil toplum örgütü gibi yapılanmalara gitmek gerçekten de mümkün olabilir. İstanbul'da Karadenizliler gecesi düzenlenir; daha lokal olarak Rizeliler, Artvinliler veya Sivaslılar gecesi yapılır. Acaba ben de sizinki gibi kuşaklardır İstanbullu olan bir ailenin ferdi kimliğiyle "İstanbullular Dayanışma Derneği" kursam bana destek olur muydunuz? O benden önceki yönetimdeki başkanın bir çalışmasıydı. Kentlilik bir sosyolojik evrimdir. "Ben İstanbulluyum" demekle İstanbullu olamazsınız. Kentli yaşamın kendine has esprileri, kuralları ve davranışları vardır. Halen çöpünüzü kapınızın önüne atıyorsanız veya çevreyi düşünmüyorsanız, nezaket kurallarınız yoksa, birtakım davranış biçimleriniz bozuksa siz İstanbullu olmuş değilsinizdir. İstanbul'da kaç yıl kalırsanız kalın. Yoksa siz bir zenciye "Beyaz Zambak" ismini koysanız beyaz olmaz. Yani İstanbulluluk ancak o kavramın yaşanması ve sosyolojik evrimle mümkün olur. Kim İstanbulludur? İbrahim Tatlıses'in "Ben İstanbulluyum" diyen afişi aklıma geliyor. Özellikle burada medyaya görev düşüyor. Geçmişte İstanbul Türkçesi veya kaliteli Türkçeden bahsedildiği zaman insanın aklına radyo gelirdi. İstanbul Türkçesi radyo lisanıydı, sokak lisanı değildi. Bugüne baktığımız zaman 500 kelimeyi aşmayan ifade tarzlarıyla ortaya çıkan bir şeyler var. Bu ne verir ki, nasıl yönlendirir... Tüm memlekete hâkim olabilecek topyekûn bir eğitimden bahsediyoruz. Yani yalnızca İstanbul'u ilgilendiren bir şey değil; Ankara ve İzmir'de de kent yaşamına adapte olmak, kendini kent yaşamına uydurmak, böyle bir olgunun en azından varlığından haberdar olmak gibi... Herkesin kendi kişisel gelişim sürecinde etkilendiği veya seçtiği tarzlar vardır. Benim hayat tarzım gereğince, ağzımdan hiç "yoruldum" kelimesi çıkmadı. Psikolojiniz nasıl? Ben televizyonda kalabalık ve nispeten oyuncaklı bir programı sunarken bile adrenalin problemi yaşıyorum. Siz çok problemli, nüfusu 12 milyonun üzerindeki bir kentin yaşamından, sağlığından sorumlu iken psikolojik olarak nasıl bir etki altındasınız? Kesinlikle! Siz mimar olarak İstanbul'da acı çekiyor musunuz? Ev alırken depreme dayanıklı mı, bakacaksın Bizim özellikle İstanbul'da risk olarak gördüğümüz iki problem var: Ulaşım ve deprem. Her ikisi de birinci öncelikli İstanbul için. Deprem belki çok daha önce elbette. Tabii insan bunu çok sonra hissettiği ya da düşündüğü için algılamak istemiyor. 0 ile 30 yıldan bahsedilirken şimdi 225 yıldan söz edilmeye başlandı. O tarihe kadar bir şey olmaz deniliyor. Belki de duymak istediğimiz ifadeler bu olduğu için yüreğimize su serpiliyor. Mehmet Ali Şahin, "İstanbul depremine hazır değiliz. İstanbul'da mevcut 800 bin bina arasına adeta ölümcül bomba gibi yayılmış çoğu ruhsatsız 50 bin bina var. Bunlar tespit edilip ortadan kaldırılmalı" diyor. Şimdi, İstanbul'un başında korkunç bir bela var. Bu deprem belası ve maalesef ki bu ülkede birçok sektöre itibar edilmediği gibi şimdi deprem profesörlerine de itibar azaldı diye düşünüyorum. Sizin buradaki düşünceniz ne? Sizin inandığınız deprem profesörü kim? Henüz bizim her birimizin bu endişeye açık olmadığımızı, bu endişelerden iz oluşmadığını düşünüyorum. Konutunu seçerken, yaparken böyle bir deprem hassasiyeti oluşmamış. Dikkat etmiyoruz. Siz diyorsunuz ki, ben sokağa çıkarken şuna dikkat etmem dersiniz, ama depreme karşı hiç kimsede böyle bir ön hazırlık, kaygı yok. Haa, kaygı olsa ne yapacağız? Konutu yaparken eğer kendi yaptırıyorsa buna özen göstereceğiz. Ev alırken mutfağa, banyosuna bakmak yerine, "Bu depreme dayanıklı mı?" sorgulamasını yapacaksınız. Belgesini ilgili belediyeden isteyeceğiz. Vatandaşlık dediğimiz bu. Diyecek ki, ben bu yapıyı almak istiyorum. Bunun iskânı var mı? İmara aykırı mı? Deprem riski taşıyor mu? Taşımıyor. "Verin bunun belgesini" diyecek. O zaman tüm sistem kendiliğinden çözülür. Bizim yaptığımız deprem tatbikatları aslında bunu hissettirmek, bu korkuyu vermek. Bir Japonun her gün depremle iç içe yaşadığı ve deprem olgusundan vazgeçmediği gibi yaşam alanlarını kurgularken, arabasını sürerken hep beyninde bu olacak. Ben zaman zaman şunu kurgularım. İstanbul'da kaç aile bir akşam oturup "Yahu deprem olsa nasıl davranacağız"? diyor. Bir arada değilsek nasıl birbirimize ulaşacağız? Böyle bir tartışmayı açtı mı acaba? Depremi bile hayallerimizde tarihe itelerken burada bir "benden sonra tufan" düşüncesi yok mu? Siz konutunuzu tercih ederken bugün ben, yarın çocuklarım demiyor musunuz. Bunlar başkalarının da kullanacağı, yaşayacağı alanlardır. Bununla ilgili çalışmalar devam ediyor. İstanbul bizim bir süre üzerinde sallanarak duracağımız bir yerden mi ibaret? Sonraki nesillere bırakacağımız, dünyanın en önemli metropollerinden biri. Bu bilincin getirisi ne? Kentin yenilenmesi için deprem fırsat olabilir İstanbul'a nasıl bakarsanız size öyle yansır. İç dünyanız ne ise onun yansımasını alırsınız. İstanbul'dan haz alıyorsanız tadına doyum olmayacak güzellikler gözükür size. Eğer İstanbul'u kaos ve kargaşa olarak görüyorsanız onu da size yansıtır. İstanbul'da zevk ve eğlence derseniz, İstanbul'un mistik havasını, ruhani kültürünü görmek isterseniz size üç farklı dinin buradaki yansımalarını gösterebilir. O kişinin kendi siluetinin kendine olan yansıması. İstanbul çok mükemmel, İstanbul'un tadına doyum olmaz. Benim Finlandiyalı cazcı bir arkadaşım, çok umutsuz bir haldeyken İstanbul'la ilgili bir belgesel görüyor. Martılar, balıkçılar, tipik İstanbul görüntüleri ve "Ben bu cehennemde yaşamalıyım" diyerek buraya geliyor. Bunu bana anlattı. Ben de İstanbul'u bir cehennem olarak görüyorum. Siz kendinizi bu cehennemin nasıl bir parçası olarak görüyorsunuz? Ben onu öyle söylemiyorum. İstanbul'un deprem riski gerçek. Bu deprem riskini İstanbul'un yenilenmesi için bir şans olarak kullanabiliriz. Çünkü 1 milyon 600 bin civarındaki yapının büyük bir bölümü imara aykırı. Ve büyük bir bölümü de deprem riski taşıyan yapılar. Bunları yeniden dönüştürmek suretiyle, bu kentin deprem riski olgusunu, kentin yenilenmesi için tarihi bir fırsat olarak görüyorum. Bunun için de sayın Başbakan'ımızdan kente dönüşüm yasası istedim. Ünlü bir hikâyedir; hatta "Çöküş" filminde de yer almıştır. Hitler, Ruslar Berlin'i bombalarken yaptırdığı müthiş büyük Berlin maketine bakar ve yeni Berlin'in hayallerini kurar. Bir askerine dönüp der ki: "Belki de Berlin'i bombalamaları çok iyi oluyor bizim için. Şimdi rahatlıkla yeni bir Berlin kurabileceğiz." Tabii buradan sakın ha başka bir benzetme çıkmasın, ama bir mimar olarak şöyle bir şey hayal eder misiniz? Depremi önceden haber alsak, İstanbul'u boşaltsak ve tekrar yeni bir İstanbul inşa etsek? İlahiyat ve mimari benim için kazanç İlahiyatta da çok aktif olabilirsiniz. Peki ilahiyat fakültesinden mezunsunuz; bir ilahiyatçının daha içine kapanık olması, çevresinin daha dar olması beklenir. İlahiyatçı olarak kalsaydınız şu andaki mesleğinize nazaran daha mutlu olur muydunuz? Olurdunuz herhalde... (Gülüşmeler)Onları kastetmiyorum. İki üniversiteyi aynı anda okudum. Çok yoğun bir mücadele ile geçti. Mimarlığı tercih edişim belki içimdeki resim ya da başka bir kabiliyetimden ötürüdür. Mutlaka. Ama çok aktif olanları da görüyoruz. İki farklı okulda okumaktan dolayı kendimi daha şanslı görüyorum. Birtakım değerleri, birtakım ortak noktaları yok ederseniz yeni ortak noktalar üretmek durumundasınız. Aslında ilahiyat kariyeri de yapmış bir mimar belki yalnızca mimari kariyer yapanlara göre bir İslam ülkesinde daha şanslı. Çocukluğumda gittiğim yere gidebilmek, orayı aynı adreste bulabilmek... Belki de bu adresleri kaybetmek ve onları sürekli kaybederek yaşamak da bir ortak kültürün oluşmasını engelliyor. Taksim bize göre bir meydandır, ama gelişmiş ülkelerdeki meydan ölçeğine baktığımız zaman çok küçük bir yerdir. Bir meydan algılama boyutunda bir yer değil maalesef. Ama, biz şimdilik tatmin olmaya çalışıyoruz. Merkezi olmayan bir şehrimiz var. İnsanların bir araya gelip paylaşacakları ortak alanları oldukça yok etmişiz. Şimdi bunu yeniden oluşturmaya çalışıyoruz. En büyük özelliği olan dayanışma duygusunun tarih içinde kaybolmadığı, hatta daha da güçlendiği Türk halkının beraber eğlenme alışkanlıkları yok olup gidiyor. Taksim bir meydan mıdır?