02.09.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:
Mert İnan / İstanbul
Neredeyse tamamı İstanbul’da yaşayan Rumlar’dan yaşı 80’i geçenlerin sayısı, bir elin parmaklarından da az. Bu isimler arasında 7 kuşaktan fazla İstanbullu olan İliya Kuluridis ve Tanaş Angalidis var. 80’inci yaşlarında eski İstanbul’u konuştuğumuz ikiliye, kentte yaşanan değişimi, eski kent kültürünü, bayramları, komşuluk ilişkilerini sorduk. Eskiyi andıkça hüzünlendiler. “Nerede o eski İstanbul” diye hayıflandılar. En çok da Boğaziçi ve İstiklal Caddesi’ndeki değişimden dem vurdular. Sohbetimizin sonuna doğru yanımıza gelen İliya Bey’in eşi Yorgiya Hanım da anılarını bizimle paylaştı. Anlattıkça Bayan Yorgiya’nın da gözleri doldu...
‘Tadımız vardı’
İliya Kuluridis, “Doğma büyüme Paşabahçeliyim” diyerek başlıyor söze; “Nüfusun 1 milyon olduğu dönemde abartmıyorum size, Boğaz hattındaki herkesi tanırdım. Şimdiki gibi değildi vapurlar. Türkler, Rumlar, Ermeniler, Yahudiler doluşurduk. Vapurda koyu sohbetler yapılırdı. Kimse kimsenin inancını, milliyetini sorgulamazdı. Hepimiz İstanbulluyduk. Gökdelen diye bir şey de yoktu. İstanbul 50’lerde, 60’larda romantik, sevimli bir şehirdi. Bugünkü gibi imkanlar yoktu. İnsanlar daha fakirdi ama tadımız güzeldi. Güzel balık yerdik. Muhabbet ve dostluklar vardı. 1952’de İstiklal Caddesi, şimdilerin Nişantaşı semti gibiydi. Marka marka dükkanlar sıralıydı. Beyoğlu’nun son halini gördüğümde gözlerime inanamadım. Burası İstanbul olamaz dedim. Eskiden özel marka dükkanlar olurdu. Kebapçı, börekçi diye bir şey olamazdı. Göç, çarpık yapılaşma maalesef bu kenti bitirdi.”
‘Şimdi masal gibi’
Tannaş Angalidis ise Yeniköy’de doğup büyüyen, zaman zaman Atina’ya gidip gelen 7 kuşak İstanbullu bir Rum vatandaşı. 80’inci yaşını geride bırakan Angalidis en çok Cumhuriyet Bayramları’ndaki çoşkuyu arıyor; “Yeniköy’de sokaklar, dükkanlar her Cumhuriyet bayramı öncesi süslenirdi. Her yere Türk bayrakları asılırdı. Masalar kurup, yeme içme faslına geçilirdi. Yeniköy’de her Cumhuriyet Bayramı sokakta danslar ederdik. Şimdi size bu anlattıklarım masal gibi geliyor belki ama İstanbul çok renkliydi o dönemler. Şeker ve kurban bayramlarında komşularımızı ziyaret ederdik. Onlar bize şeker ve kurban eti ikram ederdi. Bizde ‘Paskalya Bayramı’nda yumurta ikram eder, soframızı bölüşürdük. Mevlit şekerlerini de paylaşırdık, rakımızı da... Futbol maçları yaptığımızda takımın yarısı Müslüman arkadaşlarımızdan, yarısı bizimkilerden olurdu. Eskinin kültürü, kent yaşamı artık maalesef yok. O günler bir daha geri gelmeyecek. Bize öğretilen Türkçe’yi konuşan adam bulamazsınız sokakta. İstanbul korunmalıydı.”
‘Komşuluk şahaneydi’
Yorgiya Kuluridis’e eski İstanbul günlerini sorduğumuzda ise gözlerine hüzün düşüyor ve başlıyor anlatmaya; “Bizler daha çok Boğaz kıyılarında büyüdüğümüz için en çok Boğaz kıyılarının durumuna üzülüyoruz. Bir de Beyoğlu var ki, evlere şenlik. İstanbul’un yerlileri mütevazı insanlardı. Din ve milliyetimiz ne olursa olsun, gerçekten komşuluk ve paylaşım vardı. Yemek davetleri olurdu. Mahallede herkes birbirine sahip çıkardı. Para el değiştirdi. Yerli halk kentten çekildi. Eskiden yalıda oturan Türk, Ermeni, Yahudi herkesi tanır bilirdik. Şimdi kim var, kim yok bilmiyoruz. Eski Türkler de kayboldu şehirden. Kardeş gibiydik. İnsanlar arasında husumet veya küslük yoktu. Şehrin bu kadar büyümemesi gerekiyordu. Eskinin tadını bilseydiniz bugün ne demek istediğimi daha iyi anlardınız.”