24.04.2022 - 07:01 | Son Güncellenme:
Prof. Dr. Türk yaptığı yazılı açıklamada şunları söyledi:
İki aya yakın devam eden askerî harekât, Çarlık Rusyası ve Stalin dönemi Sovyetler Birliği’nden kalma yayılmacı ve işgalci politikanın değişmediğini gösteriyor. Güvenlik Konseyi’nin veto hakkına sahip beş sürekli üyesinden birinin başlattığı bir savaşı önlemekte yetersiz kalıyor. Bu bakımdan bir askerî savunma örgütü olan NATO’nun önemi ortaya çıkıyor. Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üye olmak istediklerini açıklamaları da, olası bir Rus tehdidine karşı geç kalmadan önlem anlamak düşüncesinin ifadesidir. Bu vesile ile II. Dünya Savaşı ertesinde 1946’da Stalin dönemi Sovyetler Birliği’nin Türkiye’den Kars ve Ardahan’ın kendilerine verilmesini ve Türkiye’nin II. Dünya Savaşı sırasında bazı Alman savaş gemilerini ticaret gemisi sayarak Boğazlar’dan geçirmek suretiyle Montreux Sözleşmesi’ne aykırı hareket ettiğini öne sürerek, kendi güvenlikleri için Boğazların ortak kontrolünü istediklerini, bu isteklerin daha sonra 1953’te Kruşçev tarafından kaldırıldığını; bozulmuş olan Türk-Sovyet ilişkilerinin bundan sonra yeniden düzelmeye başladığını; o arada Türkiye’nin zorunlu bir güvenlik önlemi olarak 1952’de NATO’ya üye olduğunu anımsamak yerinde olacaktır. Türkiye, Rusya’ya karşı uygulanan yaptırımlara katılmadı, ama Ukrayna’ya saldıran Rusya’yı kınamaktan da geri kalmadı. Türkiye, iki tarafı bir araya getirmeye, ateşkesi ve barışı sağlamaya yönelik çabalarını sürdürüyor. Ukrayna’ya çok büyük zararlar veren, Rusya’ya da geçici ilerlemeler dışında hiçbir yarar sağlamayacak olan bu savaşın bir an önce sona ermesi, barışsever bütün insanların ortak dileğidir. Mariupol’un düşmesi herkesi düşündürmelidir.”