31.03.2019 - 08:15 | Son Güncellenme:
Seyhan Akıncı
Sina Koloğlu, uzun müzik kariyerine pek çok önemli parça sığdırdı. 1986’dan beri Bulutsuzluk Özlemi ile birlikte müzik yolculuğuna devam eden Koloğlu “Geceden Sabaha” adını verdiği ilk solo albümünü Dokuz Sekiz Müzik etiketiyle 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde yayınladı. Daha önce farklı projelerde belgesel müzikleri yapan Koloğlu, yılların birikimi olan şarkılarını bestesi kendisine ait 10 enstrümental şarkıyı bu albümde topladı. Rock tınılar ile yerel enstrümanların (kemençe, ney, tabla, saz, cura) iç içe geçtiği, klasik müzik düzenlemeleri olan şarkıların ortaya çıkış sürecini Sina Koloğlu ile konuştuk.
- Uzun bir müzik kariyeriniz var. İlk solo albümünüz “Geceden Sabaha”yı yayınlandınız. Nasıl karar verdiniz albüm yapmaya?
Albüm yapayım diye düşünüp çalışmaya başlamadım. Temelleri 2005’lere kadar giden bir albüm esasında. “Geceden Sabaha” adını da benim gece çalışıp şarkıların sabaha karşı ortaya çıkması nedeniyle aldı. Şarkılarım o arafta doğdu. Şarkıları oturdum içimden geldiği gibi yaptım. İlk çalışmalarımın ardından epeyce zaman geçtikten sonra eşim “Bunları albüm yapmak zorundasın” dedi. Bu beni teşvik etti. Bu ilk solo albümüm, ama bundan sonra başka bir albüm daha gelecek diyemiyorum. Tabii ki üretmeye devam edeceğim, albüm beni bu konuda kamçıladı. Ama bu eseri bir albüm olarak değil, ürettiğim pek çok parçanın bir araya geldiği bir belge olarak değerlendiriyorum.
- Müzisyen olarak nelerden beslendiniz bu albümde?
Gece benim için her şeyin çok tavan yaptığı zaman dilimi. Düşünce olarak birçok yere gitme fırsatı verir gece. Altyapıları tüm detayları gece bitmiş, ertesi güne bir şey kalmamış parçalar bunlar. “Pink Floyd’un şöyle bir parçası vardı, bizim melodilere uyan şöyle bölüm vardı” diye düşünüyordum ve bu bana bir yol açıyordu. Adnan Saygun’un bir melodisi bana ilham veriyordu mesela...
- Albümde 10 şarkı var, şarkıların tamamı size mi ait?
Albümde de “Bu adam hiçbir şey çalmıyor ne yapıyor ki?” gibi ilginç sorular var. Bu öyle bir albüm ki ben bütün şarkılardaki altyapıları, davuldan piyanoya kadar hangi sesi kullanacağımı birebir çaldım. Nereye hangi enstrümanlar gelecek onları saptadık. Ve o enstrümanların sesleri birebir orada zaten yer alıyordu, sadece enstrümanların kendileri yoktu, yerlerine konulmuş oldu. Sonuçta ben o şarkıları çoğunluğu akustik enstrümanlarla müzisyenlere çaldırmış oldum.
- Albümde adıyla dikkat çeken bir parça var, “Palmira”. Antik kentten doğdu, değil mi?
Aslında hiçbir şarkının adı olmadı. Sonradan isim bulundu parçalara. “Palmira” da öyle. O zaman diliminde Suriye’de DAEŞ bütün Palmira’yı yerle bir etmişti. İnsanlığın yok edilişi ne demekse onun küçük bir yaşanmışlığıydı. O şarkı ben de bir anda onu çağrıştırdı ve şarkının adı da öyle kondu. Beni etkileyen müzisyenlerin resmigeçidi diyebilirim bu albüm için.
- Bir süredir İzmir’desiniz, İzmir’de yaşadığınız dönemde ortaya çıkan şarkılarınızdan biri de “Distopya”…
Yazı yazarken o esnada bir şey dinliyorum o anda bir şey geliyor. “Distopya” da bu şekilde ortaya çıktı. Çağdaş klasik müzik bestecilerinin birikimi varmış bende oralardan beslendim. Hiçbir şarkı piyanoda çalınıp, bir aranjöre “Sen şimdi bunları entstrüman çalanlara dağıt” şeklinde oluşmadı. Birebir ne hissettiysem onu çaldım ki müzisyenlere anlatabileyim.
‘Uzun ara vermem’
- Yıllardır Bulutsuzluk Özlemi ile birliktesiniz. Onlar nasıl tepki verdi albüme?
Arkadaşlar albümü sevdi. Bir de hep sorulurdu “Sen ne yapıyorsun?” diye. Pek çok önemli belgeselin müziğini yaptım, ama grubun her üyesinin birtakım çalışmaları olmuştu. Benim de bu şekilde bir albüme imza atmam Bulutsuzluk Özlemi’nden bir üretim diye de değerlendirilebilir.
- Konserler olacak mı?
Hiç böyle bir şey düşünmemiştim, ama şimdi bu soruyu herkes soruyor. Bunlar olmak zorunda, yapacağız. Albüm bir belgeydi. Çok uzun bir birikimin sonunda bu belgeye imza attım. Bundan sonra bu kadar uzun ara vermeyi de düşünmüyorum. Daha kısa sürede ürettiklerimi dijital ortamlarda paylaşacağım.