05.06.2021 - 07:00 | Son Güncellenme:
Gökhan Karakaş - Suküre dünyada tek ülkeye ait tek deniz Marmara Denizi’nin üstünü adeta halı gibi kaplayan müsilajın su altındaki canlılara verdiği zararı görüntülemek için derinlere inmeyi planlarken hayli tedirgindim. 3 aydır müsilaj sorununun sürekli gündemde tuttuğumuz için gelişmelerin hiç iç açıcı olmadığını biliyordum. Müsilaj sorununun henüz kaos yaratmadığı ama büyük bir çevre felaketinin habercisi olduğu Mart ayından itibaren yaptığım dalışlardaki (Eskihisar ve Kınalıada) tecrübe, Akdeniz ekoksisteminin nadide deniz canlısı sarı mercanlar hep aklımdaydı.
Sarı mercanların üstünü örteceğini düşündüğümüz kirliliği tespit etmek için Adalar’a doğru yol alırken kılavuzumuz Deniz Yaşamını Koruma Derneği, deniz aracımız Marmara Dalış Merkezi’nin Argos Berhan adlı emektar teknesiydi.
Bakanlık tarafından tam koruma alanı ilan edilen Neandros Adası’na gitmeyi planlarken Marmara Denizi’nin korunması için kendini adayan dalgıçlar ve sivil toplum kuruluşları temsilcilerinin tek konuştuğu konu mercanlardı. Yassıada ve Sivriada’da açıklarındaki doğal yaşam alanlarındaki kirlenme nedeniyle zorunlu göç ettirilen mercanları görmek için Neandros’a gitme planımız, rüzgarın şiddetini arttırmasıyla bizi Sivriada’ya yöneldi.
Sular çok karanlık
Sivriada’da dalış ekipmanlarımızı hazırlanarak bindiğimiz bot ile dalış noktasına giderken yüzeyde müsilajın ilk belirtilerini gördük. Su altında karşılaşacağımız yıkıcı etki hakkında fikir sahibiydik ama daha ilk metrelerden itibaren beyaz bir örtünün kâbus yaşatacağını düşünmemiştim. Azot ve fosfor yükünü kaldıramayan Marmara Denizi’nin derinlerine inerken tabakalar halinde kamerama doğru gelen müsilajın balık ve mercanlara verdiği zararı düşünmeye başladım. 6 metreden sonra tabakanın halıya dönüştüğünü görmek beni resmen ürküttü. Suyun altında seyyar bir kara parçasıyla ilk kez dalıyordum.
Güneşin en tepede olduğu öğle saatinde dalış yapmamıza rağmen ışığın tamamen kaybolması gece dalışında olduğumuz hissini verdi bana. Sivriada’nın derinlerine henüz güneş doğmadığı için 2 sualtı fenerinin verdiği ışıkla birbirimizi bulduğumuz dalış arkadaşım Dr. Ahmet Ayhan ile sualtı işaret dilini kullandık. İkimizin de şaşkınlığı işaret diline gerek vermeyecek kadar belirgindi. Dr. Ayhan ile dalış ekibinin diğer 4 üyesini bulmamız görüşün 10-20 cm’e kadar düşmesi nedeniyle mümkün olmadı. İkimizin de elinden düşürmediği fenerler, henüz 10 metreden sonra tek yol göstericimiz olmaktan öteye geçmiş, birbirimizin hava kabarcıklarını bile göremeyecek kadar karanlık ortamda tek dayanağımızdı. Dr. Ahmet Ayhan’ın feneri ilk sarı mercanı işaret ettiğinde müsilaj tabakasının dallarını örtüğünü görmek zor olmadı. Denizin akciğeri olan bu canlının güçlükle tutunduğu yaşam ortamını etrafındaki tabakayı dağıtarak görüntüledim.
Dalışa eşlik etti
Deniz salyası su altında hatta denizin ortasında bir kara parçasına dokunacağım hissini yüklüyordu bana. Kamerama doğru adeta saldırıya geçen deniz salyasının yoğunluğu balıkların çoktan bölgeyi terk ettiğini anlatıyordu. Bizleri başka bir boyutta hatta uzay boşluğunda olduğumuz hissini veren derinliklerde üzerime gelen müsilaj tabakası dalış boyunca bir an bile mola vermedi. Orta su olarak adlandırılan 10 metrelerde bile kameramın önünden geçen yığınlar hoyratça yok ettiğimiz Marmara Denizi’nin ne kadar değerli olduğunu hatırlatıyordu. Dr. Ayhan ile balık görme umudumuz sadece bir asker balığıyla gerçekleşti.
Asker balığı ortama yabancı dalgıçların çıkardığı gürültüden çok solungaçlarını tıkayarak nefes almasını zorlaştıran deniz salyasından rahatsızdı. Bu askerden başka balık görmemek balıkların Sivriada’yı terk ettiği düşüncesiyle umutsuz şekilde yüzeye çıkarttı beni. İnsanoğlunun doğaya ne zor bir sınav vermeye zorladığı kimyasal ve evsel atıkların denizde ne denli bir tahribata yol açtığına şahit olmanın verdiği hüzünle satha çıktım.