12.10.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
Pınar Ersoy
Birinci Dünya Savaşı yeni bitmiş. Pera Palas Oteli sonradan ismi Meşrutiyet Caddesi olarak değiştirilecek Kabristan ve Çapulcular sokaklarının kesiştiği yerde yükseliyor. Lobisi Avrupalı zenginler, İstanbullu elitler, işgal kuvvetlerinin komutanları ve casuslarla dolu. Öyle ki barın kapısında casusların masaları para ödeyen müşterilere bırakmasını rica eden bir tabela asılmış... Beyoğlu’nda İngiliz, İtalyan, Fransız askerleri dolaşıyor. Şehrin Müslüman, Ermeni, Yahudi, Rum sakinlerinin yanı sıra cübbeli mollalar, hamallar, dilenciler sokakları süslüyor. Birçok yabancı dilin konuşulduğu sokaklarda artık tabelalar bile Fransızca.
Osmanlı İmparatorluğu’nu yavaş yavaş kemiren savaşlardan kaçan Müslümanlar, Doğu Anadolu’daki saldırılardan kaçan Ermeniler buraya sığınmış. Bu iki grup, Bolşevik devriminden kaçan Beyaz Ruslarla İstanbul’u dünyanın en büyük mülteci kenti haline getirmiş. Amerikalıların açtığı yardım çadırlarında her gün 165 bin kişiye yemek dağıtılıyor. Tuzla’ya kadar yayılan mülteci kamplarda ölenlerin cansız bedenleri günler sonra fark edilip temizleniyor.
Canlı bir dünya kenti
Dünyanın dört bir yanından İstanbul’a gelen bu kalabalıklar şehre kaosla birlikte değişim de getiriyor. Pera’da Rus prenslerin açtığı barlarda Moskova’nın en ünlü müzisyenleri sarhoşlara konser veriyor. Amerika’da iki kölenin oğlu olarak dünyaya gelen ve uzun bir maceradan sonra yerleştiği Moskova’dan kaçarak İstanbul’a sığınan Frederick Bruce Thomas’ın (Fyodor Fyodorovich Tomas) açtığı gece kulübü Maxim, İstanbul’a cazı getiriyor. Çarliston dansı o kadar popüler oluyor ki belediye her gece ayağını burkarak hastanelik olan kitleleri korumak için dansı yasaklıyor. Tabii kimse bu yasağı dinlemiyor.
Pera’daki sıra sıra bar ve restoranda sadece içki ve dans yok. Fuhuş sektörü her türlü zevki tatmin edecek kadar gelişmiş. Başta kokain olmak üzere her çeşit uyuşturucu da kolaylıkla bulunuyor. Gazeteler kadınların kokaini topuklu ayakkabılarında sakladığını yazıyor. İstanbul 1918’den 1920’lerin sonuna uzanan dönemde yaşlanmış bir imparatorluğun başkentinden modern, canlı bir dünya kentine dönüşüyor. İşte Amerika’nın en saygın öğretim kurumlarından Georgetown Üniversitesi’nde uluslararası ilişkiler profesörü olan Charles King’in 15 Eylül’de yayımlanan “Pera Palas’ta Gece Yarısı / Midnight at the Pera Palace” kitabı bu renkli değişim öyküsünü, kendi deyişiyle “İstanbul’un caz ve sürgün dönemini” anlatıyor.
Sokak sokak dolaşıp yazdı
Profesör Charles King aslen ulusalcılık, etnik politikalar, otoriterlik çalışıyor. Yüksek lisans ve doktorasını Oxford Üniversitesi’nde tamamlamış. Uzmanlık alanı Doğu Avrupa ve Rusya... İstanbul’a bir kez gelip şehri bir daha hayatından çıkaramayanlardan. İlk kez 1987 yılında geldiği şehre 1998’de Boğaziçi Üniversitesi’nde misafir hoca olarak döndüğünde İstanbul’la ilgili bir kitap yazmayı düşünmeye başlamış.
Telefonda sohbet ederken “Türkiye ve İstanbul’un çok az insan tarafından bilinen bu versiyonunu anlatmak istedim” diyor. Şehrin imparatorluğun yıkıldığı günlerden cumhuriyetin kurulmasına kadar geçen dönemdeki bu hikâyelerden izler taşıdığını söylüyor. Kitabı yazarken de daha önce kaleme alınmış anılar, günlükler, mektuplar, biyografiler kadar şehrin mimari tarihinden de yararlanmış. Kitabın üç yıl süren yazım aşamasında elinde 1934 yılından kalma bir rehber kitapla tüm şehri sokak sokak dolaşmış.
En çok Halis’i beğendi
Kitap için seçtiği “Pera Palas’ta Geceyarısı” isminin kaynağını tahmin etmek güç değil. Cumhuriyetle virlikte ardı ardına gelen devrimlerden biri de miladi takvime geçilmesiydi. Pera Palas’ta 31 Aralık 1925 gecesi düzenlenen partide sadece yılbaşı değil, ilk kez tüm ülkenin aynı saat ve tarihi kullanması da kutlanıyordu. İstanbul’un modernleşmesini Pera Palas ve çevresindeki değişim üzerinden anlatan bir kitap için herhalde bundan daha sembolik bir başlık seçilemezdi.
King kitapta döneme tanıklık eden birçok kişinin hayat hikayesini okuyucuyla paylaşıyor. İçlerinden en çok hangisini beğendiğini sorduğumuzda “Keriman Halis” diyor. Türkiye’nin ilk güzellik kraliçelerinden biri olarak 1932’de Belçika’da katıldığı yarışmada Kâinat Güzeli seçilen Halis için “Bir politik sistemde büyüyüp bir başka politik sistemin temsilcisi oldu. Onun uluslararası bir güzellik yarışmasına katılması bir anlamda Türkiye’nin dünya sahnesine çıkmasının sembolüydü” diyor.
İki dünya savaşının en ünlü silah kaçakçıları İstanbul’dan çıktı
“Pera Palas’ta Gece Yarısı” kitabı İstanbul’daki değişimi, dönemin tanığı olan farklı karakterlerle anlatıyor. Bunlar arasında Mustafa Kemal, Keriman Halis, Nâzım Hikmet, Lev Troçki gibi ünlü isimlerin yanı sıra Osmanlı’nın çöküşünden Cumhuriyet’in kurulmasına geçen dönemin renkli portreleri de var. Bunlardan bazıları şöyle...
n Prodromos Bodosakis-Athanasiadis (1890-1979): Rum bir ailenin çocuğuydu. Mersin’de ticaret yaparak iş hayatına atıldıktan sonra İstanbul’a geldi. Otto Liman von Sanders’in yakını bir Avusturyalı mühendisin kızıyla evlendi. Von Sanders, Osmanlı ordusuna danışmanlık yaparken askeriyenin depolarını Bodosakis’in sattığı ürünler dolduruyordu. 1919 yılında Pera Palas’ı satın aldı. 1920’lerin başında Atina’ya kaçarak Yunanistan’ın en ünlü sanayicilerinden biri oldu. Yunanistan’ın en büyük silah üreticisi olduktan sonra hem İspanya İç Savaşı’nda hem de İkinci Dünya Savaşı sırasında iki tarafı da silahlandırdı.
n Basil Zaharoff (1849-1936): Muğla’da doğmuş, İstanbul’un Tatavla (Kurtuluş) semtinde büyümüş bir Rum’du. Gençliğinde tulumbacıların daha çok para kazanmasını sağlamak için komisyon karşılığında kundakçılık yaptığı iddia edilmişti. Avrupa’da İsveçli bir silah tüccarıyla tanıştıktan sonra asıl kariyerine başladı. Birinci Dünya Savaşı’ndan itibaren Avrupa’nın en ünlü silah tüccarı oldu. Makineli tüfek teknolojisini kullanıma soktu. Yunanistan’ı savaşa çekerek neredeyse tek başına silahlandırdı. Daha sonra sanayi, medya ve enerji alanında da yatırımlar yapan “ölüm taciri” lakaplı Zaharoff 87 yaşında Monte Carlo’da öldü.
‘Cazın sultanı’ olarak tanındı
* FrederIck Bruce Thomas (1872-1928): Amerika’nın Mississippi eyaletinde iki kölenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Şikago, Londra ve Paris’te garsonluk yaptıktan sonra o dönemde siyahların nadiren gittiği Rusya’ya taşındı. Burada Rus bir kadınla evlendi ve adını Fyodor Fyodorovich Tomas olarak değiştirdi. Moskova’nın en ünlü restoranlarından birini işletiyordu. Ancak devrimden sonra önce Rusya’nın güneyine, oradan da İstanbul’a kaçtı. Pera Palas yakınlarında bir barın İngiliz sahibesiyle evlendi. İkilinin 1921’de Sıraselviler’de açtığı Maxim gece kulübü gece hayatının vazgeçilmezi oldu. Burada alkol, sigara, caz ve her çeşit dans vardı. “Cazın Sultanı” olarak tanınan Tomas, borçlarının altından kalkamayınca
Maxim’i 1927 yılında kapattı, ertesi yıl da
İstanbul’da öldü.
* Dimitri Shalikashvili (1897-1978): Soylu bir Gürcü ailenin oğluydu. Rusya’nın en iyi askeri akademilerinde eğitim gördü. Ancak Gürcistan bağımsızlığını ilan edince anavatanı için savaştı. Görev için İstanbul’da bulunduğu sırada Bolşevikler Gürcistan’ı ele geçirince burada kaldı. 1921 yılında iki prensin Florya sahilinde açtığı plajda iş buldu. Geceleri burada yatıp kalkıyordu. Kış gelip plaj kapanınca bu kez Pera’da bir şarap evinde çalışmaya başladı. Polonya kurulduğunda paralı asker olarak buraya taşındı. Daha sonra Almanya ve Amerika’da yaşadı. Oğlu John Shalikashvili, Başkan Bill Clinton döneminde Amerika’nın
yabancı bir ülkede doğan ilk genelkurmay başkanı oldu.
Maslak’ta av partileri
İngiliz askerleri İstanbul’da evlerini aratmayacak bir düzen kurmuştu. Sabaha kadar süren partiler sırasında bazen Boğaz’daki gemilerden top atışı yapılıyordu. Hafta sonları rugby, polo, kriket maçları rutindi. Boğaz’da yelken yapıyor, balık tutuyorlardı. Maslak’ta av partileri düzenliyorlardı. Ormandan kurtardıkları ve Mishu adını verdikleri küçük bir ayıyı akrobatik şovlar yapması için eğitmişlerdi. Mishu bir gün Boğaz kıyısında dengesini kaybedip suya düştüğünde akıntıya kapılmış, şaşkın balıkçılar tarafından güçlükle kurtarılmıştı.
Rus prensleri barmen oldu
20. yüzyılın başında İstanbul’un değişimine en büyük katkıyı sağlayan gruplardan biri de Beyaz Ruslardı. 1917 Bolşevik Devrimi’nden sonra 126 gemi dolusu Rus ellerindeki son eşyalarla İstanbul’a geldi. İlk gemiler Moda’ya demirlediğinde Pera Palas dahil büyük otellerin temsilcileri zengin müşteriler için sahilde hazır bekliyordu. Rusya’dan İstanbul’a gelen 185 bin kişiden çok azının Pera Palas’ta kalacak durumu vardı. Eski prensler barmen, eski sanatçılar Beyoğlu’nda sokak şarkıcısı olmuştu. Bir zamanların zenginleri sokaklarda yapma çiçekler,
nane aromalı kürdanlar satıyordu. King’in kitabına göre aralarında morgda çalışarak,
hatta deniz kıyısında fare kovalayıp derisini satarak para kazananlar vardı.
Gayrimüslim nüfus azaldı
İstanbul’un nüfusu I. Dünya Savaşı öncesi tahmini 977 bindi. 560 bini Müslüman, 206 bini Rum, 84 bini Ermeni idi.
1922 yılına gelindiğinde halen gayrimüslimler şehrin ekonomik ve sosyal hayatının lokomotifiydi. İstanbul’daki restoranların 1619’u Rumlara, 97’si Müslüman Türklere, 57’si Ermenilere ve 44’ü Ruslara aitti. Şehirde 11 Osmanlıca, 7 Rumca,
6 Fransızca, 5 Ermenice, 4 Ladino ve bir İngilizce gazete çıkıyordu.
1922 sonunda 50 bin gayrimüslim şehri terk etti. Kaçış 1923 yılında da devam etti.
Herkesin birbirinin kuyusunu kazdığı şehir
Charles King’in kitapta en detaylı
anlattığı bölümlerden biri işgal altındaki İstanbul. İşgal kuvvetlerinin İstanbul’da
olduğu yıllar sadece Osmanlılar için değil buraya gelen askerler için de kaos içinde geçti. İşgal kuvvetleri komutanı Mareşal Edmund Allenby’nin İstanbul’a beyaz
atıyla girmesinden hemen sonra Fransız general Louis Franchet d’Esperey de
İngiliz meslektaşından habersiz
aynı şovu yapmıştı.
İşgal kuvvetleri İstanbul’a geldiğinde buradaki tek yabancı onlar değildi. İngiliz general George Milne, Tarabya’da bir yalıya taşınana kadar Pera Palas’a yerleşince savaş boyunca Osmanlı İmparatorluğu’na danışmanlık yapan Alman general Liman von Sanders İngilizlerle karşı karşıya gelmemek için Büyük Londra Oteli’ne taşındı. İki otele de ev sahipliği yapan Kabristan Sokağı her milletten asker ve casusla kaynıyordu. Şehri parça parça ve sürekli çekişme halinde yöneten İngiliz, Fransız ve İtalyan askerleri birbirlerinin kurallarını görmezden geldikleri gibi casuslar da müttefiklerinin sırlarını satmaktan çekinmiyordu.