Türk Solu ve 68 kuşağı için, 4 Mart 1971 tarihi dönüm noktasının yaşandığı tarihti. 12 Mart öncesinde üniversiteler büyük gösteri alanlarına dönüşürken, karşıt görüşlü öğrenciler arasında çatışmalar artmaya başlamıştı. Takvimler 4 Mart 1971’i gösterdiğinde Ankara’da görevli 4 Amerikan askeri Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın içinde bulunduğu Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) tarafından kaçırıldı. Gece 01.30 sıralarında gerçekleştirilen eylemin ardından Deniz Gezmiş ve arkadaşları, ABD askerleri için 400 bin dolar fidye talep ediyordu.
Yaşanan gelişmeler üzerine dönemin MİT Müsteşarı Fuat Doğu, Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay’a acil koduyla bir bilgi notu gönderdi. Doğu, ODTÜ’nün adeta Dev-Genç militanlarının merkezi haline geldiğini kaleme alırken, Amerikalı askerlerin nereye götürdüğüne dair hiçbir ize rastlamadıklarını aktarıyordu. Fuat Doğu, Sunay’a gönderdiği bilgi notunda, ODTÜ’nün kapatılması, solcu öğretim üyelerinin tasfiye edilmesi gerektiğini, olayların devam etmesi durumunda askerlerin yönetime el koyabileceğini de belirtiyordu. Yaşanan gelişmeler üzerine 5 Mart sabahı tam donanımlı binlerce asker ve polis ODTÜ’yü sardı. Askerler üniversiteye girip odaları aramak istediğinde karşılarında Rektör Erdal İnönü’yü buldu. Öğrenciler ise sadece askerlerin arama yapmasına engel olmayacaklarını söylüyordu. Ancak bu pazarlık kabul edilmeyince çatışmalar başladı. Öğrenciler stadyumda toplanırken, askerler yurt binalarına girip arama yaptılar. Çıkan olaylarda bir öğrenci yaşamını yitirirken, 20 kişi yaralandı. 50 öğrenci de tutuklanmıştı. Amerikalı askerler kaçırıldıktan 4 gün sonra THKO’cular tarafından 8 Mart 1971 günü serbest bırakıldı.
Haklarında arama kararı çıkartılan Gezmiş ve arkadaşları Ankara’nın birkaç kilometre dışında buluşup Sivas yolu üzerinden Malatya’ya gitmek amacıyla yola koyuldu. İki motosikletin birinde Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan, diğerinde Tayfur Cinemre ve Sinan Cemgil vardı. Yoldaki kontrol noktasını fark eden Gezmiş ve Aslan Şarkışla’ya doğru saptıklarında motosikletlerinin benzini bitmişti. Bir süre sonra ikilinin kaçan THKO’lular olduğu anlaşıldı. Olay yerine sevk edilen güvenlik güçleri ile yaşanan çatışmada Yusuf Aslan kasığından vuruldu. Bir astsubayı otomobiliyle rehin alıp Gemerek’e doğru kaçan Deniz Gezmiş ise çembere alınırken, 01.10’da teslim olmuştu. 17 Mart günü Kayseri’den Ankara’ya getirilen Gezmiş, İçişleri Bakanlığı ve ardından Emniyet Müdürlüğü’ne götürülüp sorgulandı. 8 Mart’ta Adliye’ye sevk edilen Gezmiş Ankara Merkez Cezaevi’ne konulurken, Hüseyin İnan ve arkadaşı Mehmet Nakipoğlu, Kayseri Pınarbaşı’nda saklandıkları evde ihbar sonucu yakalandı. Yargılamaların ardından Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan hakkında idam kararı verildi. Mahir Çayan ve arkadaşları ise Gezmiş, İnan ve Aslan’ın idamına engel olmak için 26 Mart 1972’de Ünye’deki NATO’ya ait radar istasyonunda iki Kanadalı ve bir İngiliz teknisyeni kaçırdılar. Amaçları idamların durdurulmasıydı ancak olmadı. 28 Mart’ta rehinelerle birlikte Niksar’ın Kızıldere köyünde kalan arkadaşlarının yanına giden Çayan, 30 Mart günü çıkan çatışmada öldürüldü. Gezmiş, Aslan ve İnan ise 6 Mayıs 1972 gece 01:00-03:00 saatleri arasında, Ulucanlar Cezaevi’nde asılarak idam edildi.
4 Mart 1971’de kaçırılan ABD’li askerlerin durumuna ilişkin bilgiler yıllar sonra ABD Dışişleri’nin arşivlerinde gün yüzüne çıktı. Belgelerde ABD’li yetkililer, askerlerin serbest bırakılması için fidye ödemeyi kabul ettikleri, fidye tutarını öncelikle Atina’ya gönderdikleri ancak rehinelerin serbest bırakılmasından sonra fidye vermeye gerek kalmadığı belirtiliyordu. 10 Mart 1971 tarihinde Genelkurmay Karargâhı’ndaki 8 saatlik toplantıya ait bilgiler de yıllar sonra arşiv belgelerinden gün yüzüne çıktı. Korgeneral Hayati Savaşçı’nın toplantıda gündeme getirdiği öneri ve konuşmalar ABD’lilere ulaşmıştı. Toplantıda askeri müdahale veya muhtıra verilmesi gündeme geliyordu. Ancak gizli toplantının ABD’lilere nasıl ulaştırıldığı hiçbir zaman açıklığa kavuşturulamadı.
Moral’ın şehit edilmesi
Türkiye’nin Paris Büyükelçiliği Çalışma Ataşesi Reşat Moralı ile din görevlisi Tecelli Arı, çalışma ataşeliğinden çıkıp arabaya binecekleri sırada 2 teröristin saldırısına uğradı. Moralı ve Arı’nın öldüğü saldırıyı ASALA üstlendi. Moralı ve Arı ile birlikte olan Anadolu Bankası Paris temsilcisi İlkay Karakoç ise yara almadan olay bölgesinden kaçmayı başarmıştı. Hain saldırıdan sonra, AFP’yi arayan kimliği belirsiz kişiler, Türkiye’deki sözde Ermeni toprakları Ermenilere verilene kadar saldırılara devam edeceklerini bildirdi.
Kıbrıs’a BM Barış Gücü / 4 Mart 1964Kıbrıs’ta Yunanistan destekli Rum çetelerin saldırıları sonrasında BM Güvenlik Konseyi tarafından adaya Barış Gücü yerleştirilmesine karar verildi. Güvenlik Konseyi’nin 5 geçici üyesi tarafından hazırlanan karar sureti ise 3 çekimser oya karşın 8 kabul oy ile kabul edilirken, dönemin Başbakanı İsmet İnönü, “Hayırlı bir karar alınmıştır” açıklamasında bulundu. BM Güvenlik Konseyi’nin 4 Mart 1964 tarihli 186 sayılı kararıyla kurulan Barış Gücü, Kıbrıslı Türkler ile Rumlar arasındaki çatışmaları önleme, hukukun sağlanması ve normal düzene dönmeyi sağlamak amacıyla görev yapması kararlaştırıldı.
Kürtçe isim yasağı kalktıYargıtay Hukuk Genel Kurulu, 4 Mart 2000 tarihinde Kürtçe isim yasağını kaldırırken, bu kararla birlikte ilk kez Kürtçe kökenli isimlere vize verilmiş oldu. Nezir Durak isimli vatandaş, kızının nüfusta Hatice olan ismi Mızgin şeklinde düzelttirmek istemesiyle başlayan hukuki süreçte ilginç tartışmalar yaşanmıştı. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, isim düzeltmek için yapılan başvuruyu olumlu bulurken, Güroymak Asliye Hukuk Mahkemesi’ne gönderilen karar sonrası, ‘Müjde, konuk’ anlamına gelen Mızgin ismi davacı Durak tarafından kızına verilmişti. Kararın gerekçesi Medeni Kanun’a göre herkesin ismini seçme özgürlüğüne sahip olmasına dayandırılırken, ilerleyen günlerde dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu imzasıyla 81 il valiliğine bir genelge yayınlandı. Genelgede, “Genel ahlak kurallarına aykırı olmamak, kamuoyunu incitici yanı bulunmamak ve Türk alfabesine uygun olma koşuluyla her ad konulabilir” denildi. Yargıtay, 2004 yılında verdiği bir karar da ise Hakkâri Asliye Hukuk Mahkemesi’nin ‘q, x, w’ harflerini içeren Kürtçe isim konulamayacağı kararını onadı. İçişleri Bakanlığı da yayımladığı genelgeyle karara atıfta bulunarak, bu harflerden oluşan isimlerin nüfus cüzdanlarına yazılamayacağını kayıtlara geçirmişti.
İsmet Paşa, Takrir-i Sükûn’la döndü
Türkiye’nin çok partili hayata geçmeye çalıştığı 1924 yılında patlak veren Şeyh Said isyanı, hükümeti sert tedbirler almaya itti. 1924 yılında başbakanlıktan istifa eden İsmet Paşa, Mart 1925’te Takrir-i Sükun kanunu ile birlikte geri döndü.
17 Kasım 1924’te genç Türkiye Cumhuriyeti demokrasi yolunda önemli bir adım attı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulması ile ilk kez bir muhalefet partisi ortaya çıktı. Meclis’te yeni mücadeleler başladı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucusu olan askerler, zaten parti kurulmadan önce de özellikle Başbakan İsmet Paşa’nın icraatları karşısında muhalefette bulunuyorlardı. Partinin kurulmasından ve etkili olmaya başlamasından sonra İsmet Paşa, bunun rejim içn tehlikeli olduğunu düşünüp sert tedbirler almak istedi. Ancak bu talebi karşılık görmedi. Bunun üzerine İsmet Paşa, 22 Kasım 1924’te başbakanlıktan istifa etti. Ilımlı görüşleri ile bilinen Fethi Bey, yeni hükümeti kurdu.
Şeyh Said isyanı
Meclis’te bu siyasi çalkantıların etkileri sürerken 13 Şubat 1925’te Şeyh Said isyanı başladı. Fethi Bey hükümeti, isyana karşı bazı tedbirleri hayata geçirmeye başladı. Ancak Cumhuriyet Halk Fırkası içinde bir grup, alınan tedbirleri yeterli görmüyor, daha sert tedbirler alınması gerektiğini savunuyordu. İsyanın bastırılamaması ve “şahin kanat”ın parti içinde baskın hale gelmesi nedeniyle Fethi Bey istifa ederek başbakanlık görevini bıraktı.
İsmet Paşa geri döndü
İsmet Paşa, 3 Mart’ta yeniden başbakanlığa getirildi. Yalnızca bir gün sonra Meclis’te isyanın bastırılması için İstiklal Mahkemeleri’nin kurulması ve Takrîr-i Sükûn Kanunu’nun çıkarılması teklif edildi. Teklif, 22 ret oyuna karşılık 122 oyla kabul edildi. Bu yasaya göre hükümet, ayaklanmanın bastırılması için uygun gördüğü tüm önlemleri alabilecekti. Kanuna göre irtica, isyan gibi memleketin toplumsal düzenini, huzurunu, sükûnunu, güvenlik ve asayişini bozmaya yönelik örgütlenmelerin, kışkırtmaların, teşviklerin engellenmesi için hükümet Cumhurbaşkanı’nın onayı ile kendi başına yasaklama yetkisine sahipti. Bu eylemleri gerçekleştirenler de İstiklal Mahkemesi’ne sevk edilebilecekti.
Bu süreçte sert tedbirler alındı. Tevhid-i Efkâr,
Son Telgraf, Aydınlık, Sebilürreşat, Tanin, Vatan gibi birçok gazete kapatıldı. Doğu illerinde sıkıyönetim ilan edildi. İsyan bastırılarak Şeyh Said ve arkadaşları yakalandı. Ayaklanmayı kışkırttığı gerekçesiyle Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası da kapatıldı. Kanun iki yıl yürürlükte kalacaktı. Ancak 1927 yılında kanunun yürürlük süresi yeniden uzatıldı. 4 Mart 1929’da yürürlükten kaldırıldı.