07.09.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:
Nil Kural / Venedik
Bu yıl Venedik Film Festivali’ne Türkiye’den seçilen tek film, yönetmenliğini, yapımcı kimliğiyle tanınan Emre Yeksan’ın üstlendiği ‘Körfez’. Film Yeksan’ın ilk kez yönetmen koltuğuna oturduğu bir yapım ve festivalde ilk filmlere verilen Geleceğin Aslanı Ödülü’nün adayları arasında. Festivalin Eleştirmenler Haftası bölümünde izleyiciyle buluşan film, İzmir’e ailesinin yanına dönen 30’lu yaşlarında Selim’in (Ulaş Tuna Astepe) yaşanan bir çevre felaketinin ardından şehirdeki durumla baş etme çabalarına odaklanıyor. Emre Yeksan’la Venedik’te bir araya geldik ve ‘Körfez’i konuştuk...
Yapımcılıktan yönetmenliğe geçiş süreciniz nasıl oldu?
Aslında yönetmenlik hep aklımdaydı. Liseden sonra iki sene Mimar Sinan Üniversitesi’nde Sinema Televizyon Bölümü’nde, ardından Fransa’da sinema okudum. Yapımcılık sonradan çıktı. Yapımcılığa meyilim ve yeteneğim olduğunu keşfettim. Bir filmde kurgu asistanı olarak çalışırken yapımcı asistanlığı pozisyonunu önce geçici olarak doldurdum, sonra kalıcı oldum. Ben bu işi sevdim diye kaldım. Ama geri planda bir şeyler yazıp çizmeye devam ediyordum. “Yönetmenlik olursa olur” diye düşünüyordum. ‘Körfez’den önce yönetmeyi düşündüğüm ‘Dışarıdakiler’ diye bir proje vardı. Onu finanse edemedik. Hâlâ rafta duruyor. Sonra ‘Körfez’i yazmıştım, filmin yapımcılarından biri olacak Anna Maria Aslanoğlu konuşurken bu filmi çekelim diye düşündük ve oldu.
‘Körfez’de İzmir bir karakter gibi ön planda. Bundan bahsedebilir misiniz?
Hayatımın ilk 18 senesini orada geçirdim, şimdiden baktığımda yarısını... Beni ben yapan birçok şeyin olduğu, benim için çok önemli bir mekân. Filmin hikâyesi İzmir’le birlikte geldi. 2008-2009’da 3 ay annemlerin yanında İzmir’de kalmıştım. O dönemdeki ruh halimden, şehirden, çocukluğumdan hatırladığım o körfez kokusundan büyüyerek gelişen bir hikâye oldu, dolayısıyla tetikleyicisi İzmir. İnsan önce kendi geldiği yerle ilgili bir şey yapmaya, orayı deşmeye çalışıyor herhalde.
Filmin sürreal kısmı
Film bir eve dönüş hikâyesi olarak başlıyor, ardından normal gidişat kırılıyor. Buna nasıl karar verdiniz?
Oldum olası klasik anlamda gerçekçi şekilde başlayıp bir noktada hikâyeyi ve gerçekliği bazen abartılı, bazen sürreal veya absürd noktalara çekme eğilimim vardı. Bu, içinde yaşadığımız dünyadan sıkılmanın bir sonucu da olabilir, orada bir şey olsun istemenin... Filmi daha gerçekçi bir yaklaşımdan, eve dönen ve sıkılan adam izleğinden biraz kaydırarak başka bir gerçekliğin içine çekmek istedim. Sürreal kısmı beni daha cezbeden tarafıydı hikâyenin.
Başrolde Selim karakteri için Ulaş Tuna Astepe’yi seçme süreciniz nasıl gelişti?
Ulaş’ı ‘Zaiyat’ adlı bir orta metraj filmde izlemiştim. Dizide görmemiştim. ‘Zaiyat’ta çok sevmiştim. Benim tasarladığım karaktere göre gençti. Bir noktada Ulaş’a senaryoyu gönderdik, çok sevdi. Seçmelerde artık yaş sorun değildi çünkü istediğim yüz ve oyunculuktu, o duyguyu taşıyabileceğini düşündüm. Riskli bir karakterdi. Kendisini ifade etmeyen, bıyık altından gülen ama bunu çok az yapan birini oynuyor. Dolayısıyla bir oyuncu için kendi yeteneklerini sergilemesine çok imkân tanımayan bir rolde. Filmde çok doğru bir toplam çıkardığını düşünüyorum.
Yönetmen olarak festivale katılmak
Selim’in mensubu olduğu orta sınıf, filmde gerçekleşen olayla baş edemezken Selim’in uyum sağlayabilmesini neye bağlıyorsunuz?
Karakter filmde bizim görmediğimiz bir sonla başlıyor. İlişkisini, işini, kariyerini kaybetmiş, dolayısıyla başarısızlığı sonucunda çökmüş bir kişiyle karşı karşıyayız. Ama bu çökmüşlüğünü bir depresyon olarak yaşamıyor, bunu bir kabulleniş ve bir boş verme hali olarak yaşıyor. Bu duygunun ona bir açıklık getirdiği fikrinden yola çıktım.
‘Körfez’in Venedik’e seçilme süreci ve buradaki tepkiler hakkında ne demek istersiniz?
Heyecanlıydı. Venedik’e daha önce ‘Süt’le yapımcı olarak gelmiştim. O yıllardan beri gelmedim. Çok farklı. Yapımcı olarak Cannes, Berlin ve Venedik’e gittim ve buna alışkınım. Festivalde yapımcı olarak işin başında durma ve organizasyon sorumlulukları var. Yönetmen olarak içerikten sorumlu tutuluyorsunuz. Endişelerim vardı. “Nasıl karşılanacak, nasıl sorular gelecek” diye. O konuda çok mutluyum açıkçası. Filmin izleyiciye geçtiğini ve iyi anlaşıldığını hissettim.