24.06.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:
Milliyet Ramazan - Hazırlayan: Yrd. Doç. Dr. Kâmil Yaşaroğlu
İnsanlar arasındaki dostluğu, sevgiyi, merhameti, tehdit eden manevi hastalıklardan biri de gıybettir. İslâm dininde insan haklarının en önemlilerinden olan kişiliğin dokunulmazlığı ilkesine büyük değer verilmiştir. Buna göre bir kimsenin gıyabında gerek onun şahsıyla ilgili maddî, bedenî, dünyevî veya manevî, ruhî, ahlâkî ve dinî kusurlarından söz edilmesi gerekse çocukları, ebeveyni ve diğer yakınlarının kusurlarının anlatılması gıybet sayılmıştır. Gıybet sözle olduğu gibi yazı, ima, işaretle ve taklit gibi davranışlarla da olabilir. Bu tür söz ve hareketlerin gerçeği ifade etmesi onun gıybet olma niteliğini değiştirmez.
Gıybet ve iftira
Kur’an-ı Kerim’de gıybet, ölmüş bir din kardeşinin etini yemeğe benzetilmektedir (el-Hucurât 49/12). Gıybetin tarifini bizzat Sevgili Peygamberimiz’den dinleyelim: Ebu Hüreyre anlatıyor: “Resûlullah buyurdular ki: ‘Gıybetin ne olduğunu biliyor musunuz?’ Yanındakiler: ‘Allah ve Resûlü daha iyi bilir!’ dediler. Bunun üzerine Allah’ın Elçisi şu açıklamayı yaptı: ‘Birinizin, kardeşini hoşlanmayacağı şekilde anmasıdır!’. Orada bulunan bir kişi: ‘Ya benim söylediğim o kişide varsa, (Bu da mı gıybettir?)’ diye sordu. Efendimiz şu cevabı verdi: ‘Eğer söylediğin onda varsa gıybetini yapmış olursun. Eğer söylediğin onda yoksa iftirada bulundun demektir.’ (Müslim, “Bir”, 70)
Gıybetin ne kadar sinsice ve zaman zaman masum bir görünüşle karşımıza çıktığı, Peygamberimiz’in Hz. Aişe Validemiz’i ikazından anlaşılmaktadır: Hz. Âişe anlatıyor: “Ey Allah’ın Resûlü, sana Safiyye’deki şu şu kusurlar yeter!” demiştim. Resul-i Ekrem bundan memnun kalmadı ve: “Öyle bir söz sarfettin ki, eğer denize karıştırılsaydı denizin suyunu tamamen bozardı” buyurdu (Tirmizî, “Sıfatü’l-kıyâme”, 51).
Gıybet sadece bir kimseyi ayıplamak ve onurunu zedelemek şeklinde iki tarafla sınırlı kalmaz. Laf taşımaya elverişli bir davranış olarak üçüncü kişiler arasında da yayılarak genişleyebilir. Gıybete zemin hazırlayan bir diğer günah ise, tecessüs, yani başkalarının ayıp ve kusurlarını araştırmaktır. Hucurat sûresinin 12. ayetinde önce sû-i zan sonra tecessüs sonra da gıybet haram kılınmıştır. Gıybet kimi durumlarda iftiraya ve yalana dönüşebilir. Abartılar, eklemeler de dedikoduyu besler.
Hz. Peygamber kıyamet gününde gıybet edenlerin sevaplarından dedikodusunu yaptıkları kimselere verileceğini, şâyet bunu karşılayacak kadar sevapları kalmamışsa, gıybetini yaptıkları kimselerin günahlarını yükleneceklerini haber vermektedir. Bu yüzden Hasan-ı Basrî’nin: “ Eğer illâ dedikodu yapacaksan, anne-babanın dedikodusunu yap. Âhirette en azından sevabın onlara gitmiş olur ve onların günahını yüklenirsin” dediği nakledilir.
Gıybete engel olun
İslâm âlimleri gıybetin haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Gıybetin yapılması gibi dinlenmesi de haramdır. Bir zarar doğurma ihtimali yoksa sözle veya fiilî olarak gıybet edene engel olunmalı, bu mümkün olmazsa gıybet edilen ortam terkedilmeli, bu da mümkün değilse gıybete karşı bir hoşnutsuzluk duygusu içinde başka şeylerle uğraşılmalıdır.
Gıybet esas itibariyle haram olmakla birlikte bazı şartlar onun bu vasfını ortadan kaldırır. Haksızlık yapan kişiyi ilgili mercilere şikâyet etmek, kötülüğe engel olma çabasında destek aramak, fetva sormak, insanları kötülüklerden ve zararlardan korumak, zulüm, haksızlık, fesatçılık, ahlâksızlık gibi tutum ve davranışları hayat tarzı haline getirmiş kimseleri kınamak maksadıyla bunların aleyhinde konuşmanın meşru olduğu belirtilmiştir. Gıybet eden kimse öncelikle tövbe etmeli ve Allah’tan mağfiret dilemelidir. Akabinde ise, gıybetini ettiği kişiyle, haksızlık ve zulüm ettiğinden dolayı, ayrıca helalleşmesi gerekir.
Hz. Peygamber’den bir dua
?
Peygamber Efendimiz kabir ziyaretinde şu duayı okurdu: “Selam size ey müminler ve müslümanlar diyarının halkı! Allah bizden önce ölenlerle daha sonra öleceklere rahmet eylesin. İnşallah biz de sizlere katılacağız” (Müslim, “Cenâiz”, 103).
?
Bir ayet
İnananlar ancak o kimselerdir ki, her ne zaman Allah’tan söz edilse kalpleri korkuyla titrer, kendilerine her ne zaman Allah’ın âyetleri okunsa imanları kuvvetlenir ve rablerine güven beslerler
(el-Enfâl 8/2).
Oruç fidyesi ne demektir?
İhtiyarlık ve iyileşme ümidi olmayan bir hastalık sebebiyle oruç tutamayan ve daha sonra da kaza etmesi mümkün olmayan kimse, oruç tutamadığı her güne karşılık bir fidye öder. Kur’an-ı Kerîm’de, “Oruç tutmaya güç yetiremeyenler, bir fakir doyumu kadar fidye öder.” (el-Bakara, 2/184) buyurulmaktadır. Bir fidye miktarı, bir kişiyi bir gün için doyuracak yiyecek veya bunun para olarak karşılığıdır. Günler uzun olduğu için oruç tutamayan hasta ya da yaşlılar, sağlıkları elveriyorsa tutamadıkları orucu kısa günlerde kaza etmeleri gerekir. Bu durumda olan kimselerin vermiş oldukları fidyeler sadaka sayılır. Oruç fidyeleri, ramazan ayının sonunda topluca verilebileceği gibi, ramazan içinde günlük olarak veya ramazan ayı başında da verilebilir.
Hangi durumlarda orucunuz bozulur?
Yolculuk, hastalık, ileri derecede yaşlılık gibi meşru bir mazerete dayalı olarak bozulan orucun, sadece kaza edilmesi gerekir. Ayrıca, kasıt olmaksızın yemek-içmek; beslenme amacı ve anlamı taşımayan, şeylerin yenilip içilmesi orucu bozar ve sadece kazasını gerektirir. Ramazanda bir mazeret olmaksızın tutulmayan oruçlar, gününe gün kaza edilir. Ancak mazeretsiz olarak Ramazan orucunu tutmamak büyük günah olup, ayrıca bundan dolayı tövbe etmek gerekir. Ramazan ayı günahların affı için bir fırsattır. Diğer günlerde tutulan oruç, kıymet itibariyle ramazanda tutulan orucun yerini tutamaz.
Unutarak yemek orucu bozar mı?
Unutarak yemek, içmek orucu bozmaz. Peygamber Efendimiz, “Bir kimse oruçlu olduğunu unutarak yer, içerse orucunu tamamlasın, bozmasın. Çünkü onu, Allâh yedirmiş, içirmiştir” buyurmuştur (Buhari, “Savm”, 26). Unutarak yiyen içen kişi, oruçlu olduğunu hatırlarsa hemen ağzındakileri çıkarıp ağzını yıkar ve orucuna da devam eder.
BİR HADİS
Kim bir Müslümanın dünya sıkıntılarından bir sıkıntıyı giderirse Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim darda kalan bir kimsenin işini kolaylaştırırsa Allah da dünya ve ahrette onun işlerini kolaylaştırır. Kim bir Müslüman’ın ayıbını örterse Allah da dünya ve ahrette onun ayıplarını örter. Kul, kardeşinin yardımında olduğu sürece Allah da onun yardımcısı olur
Âyetü’l-kürsî
Bakara sûresinin 255. âyeti âyetü’l-kürsî olarak isimlendirilir. Âyetü’l-kürsî’de Allah’ın birliği, O’nun daima diri ve zâtı ile kaim olduğu, uyuklama ve dalgınlık gibi beşerî sıfatlardan uzak olup kâinatı kendi tasarrufunda bulundurduğu, O’nun izni olmadan kimsenin şefaat edemeyeceği, bilgisinin ezel ve ebedi kuşattığı, kudretinin arz ve semaları kapladığı ve zâtının çok yüce olduğu bildirilerek tevhid inancının esasları açık bir şekilde ifade edilmiştir.
Âyetü’l-kürsî’nin fazileti hakkındaki bazı hadislerde Hz. Peygamber Kur’an’da en büyük âyetin Âyetü’l-kürsî olduğunu yatağına girerken onu okuyan kimseyi Allah’ın koruyacağını ve şeytanın ona yaklaşamayacağını haber vermiştir (Müslim, “Müsâfirîn”, 258 Buhârî, “Vekâlet”, 10). Fazileti sebebiyle Âyetü’l-kürsî hem namazların sonunda hem de namaz dışında sık sık okunan âyetler arasında yer alır.
(Ebû Dâvûd, Edeb, 60).