22.01.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Kore Yarımadası bugün olduğu gibi 20'nci yüzyılın başında da dönemin büyük güçlerinin gözlerini çevirdiği bir coğrafyaydı. 1905 yılında yaşanan Rus-Japon Savaşı, Kore’nin bugünkü haline gelmesinde önemli bir rol oynadı. Savaştan galip ayrılan Japonya, elindeki kısıtlı kaynakları tüketmiş ve bu kaynakları tekrar yerine koyabilmek için kendine yakın coğrafyaları gözüne kestirmişti. Okuma yazma oranı düşük, salgınlarla boğuşan ve sanayileşme trenini kaçıran Kore, Japonya’nın tam da aradığı bir ülkeydi. 1910 yılında Japonya, Kore’yi işgal etti ve günümüze kadar uzanan hikayenin temelleri atıldı.
15 Ağustos 1945 tüm dünya gibi Kore için de milat oldu. Japon İmparatoru, “Güneşin oğlu” Hirohito, tüm dünyaya Japonya’nın teslim olduğunu ilan ediyor ve bu teslimiyet aynı zamanda Kore başta olmak üzere Asya anakarasında Japon işgali altında olan yerler için özgürlük anlamına geliyordu. Dünya İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesini, Kore ise Japon işgalinin sona erişini kutluyordu. Ancak hikâye daha bitmemişti.
'SOĞUK SAVAŞ'IN İLK SICAK ÇATIŞMASI'
İkinci Dünya Savaşı'nın ardından Kore Yarımadası 1945 yılında düzenlenen Moskova Konferansı'nda alınan kararla ülkenin ortasından geçen 38'inci paralelden çekilen çizgiyle iki parçaya bölündü. 'Ülke kendi ayakları üzerinde durana kadar' Kore’nin kuzeyini Sovyetler Birliği (SSCB), güneyi ise ABD tarafından Birleşmiş Milletler adına yönetilecekti. Dünya büyük bir savaşı geride bırakmış ama kucağında farklı bir savaş bulmuştu. Devir Soğuk Savaş devriydi ve bu savaşın iki büyük aktörü Kore’de karşı karşıyaydı.
Kısa süre içinde Kore’nin kuzeyinde Sovyet destekli bir komünist sistemle yönetilen bir ülke kuruldu. Bu sırada ülkenin güneyinde de ABD destekli demokratik bir Kore Cumhuriyeti ortaya çıktı. Ülke iki parçaya bölünmüş, bir milletten iki farklı devlet çıkmıştı. 1948 yılında Paris’te toplanan Birleşmiş Milletler Genel Kurulu ABD ve SSCB’nin Kore’de bulunan birliklerini çıkarmasını istedi. 1949 yılında her iki Kore’de de bulunan yabancı birlikler bölgeden ayrılmış olsa da, Kore, dünyanın gündeminde kalmaya devam edecekti.
Takvimler 25 Haziran 1950’yi gösterirken dünya kendini yeni bir savaşın ortasında buldu. Kuzey Kore binlerce asker ve SSCB desteğiyle sağlanan ekipmanlarla sınır kabul edilen 38. paraleli geçerek Güney Kore’ye geniş kapsamlı bir saldırı başlattı. Bu soğuk savaşın ilk sıcak çatışmasıydı. Dünya başkentleri nefesini tutmuş, savaşın olası sonuçlarını hesaplamaya başlamıştı. Hararetin yüksek olduğu başkentlerden birisi de Kore’den binlerce kilometre uzakta olan Ankara’ydı.
"Ben Türk" adlı kitabıyla Türk, Amerikan ve İngiliz arşivlerini inceleyen, elde ettiği verilerle Kore’deki 244 Türk esirin kimler oldukları ve onların esaret hayatları hakkındaki gerçekleri anlatan, Indiana Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yapmış askerî antropolog Dr. Ece Aynur Onur Işıldar, Kore Savaşı'nın Soğuk Savaş'ın ilk sıcak çatışması olduğunun altını çizerek Türkiye’ye olan yansımalarından bahsetti. Işıldar, “Cumhuriyet tarihimizde Türk Silahlı Kuvvetleri’mizin katıldığı ilk sınır ötesi ve çok uluslu askerî operasyondur. Kore Savaşı Türkiye’de tek parti düzeninden çok partili sisteme geçiş dönemine denk gelmiş ve Adnan Menderes liderliğinde iktidara gelen Demokrat Parti (DP) Kore Savaşı'na asker göndererek ABD’nin Marshall Planı ve Truman Doktrini kapsamında Türkiye’ye yaptığı ekonomik ve askerî yardımların devamlılığını garanti altına almayı amaçlamıştı. ABD Başkanı Harry Truman’ın uluslararası barışı koruma ve güvenliği sağlama amaçlı 'asayiş harekâtı' veya 'kolluk kuvveti harekâtı' olarak tanımladığı müşterek askerî operasyona yaptığı katılım çağrısına ilk destek Türkiye Cumhuriyeti’nden gelmişti. Bu da Türkiye’nin Soğuk Savaş’ta Batılı demokratik devletler yanında yer almayı hedeflediğini açıkça ortaya koyan bir hamle olmuştu” dedi.
Sanılanın aksine Türkiye Cumhuriyeti NATO’ya Kore’ye asker göndermesi sonucunda katılmadığını dile getiren Ece Aynur Onur Işıldar, “NATO üyeliği görüşmelerimiz Kore Savaşı’nın öncesine dayanır. Fakat Türkiye’nin Kore Savaşı’na 5 bin 90 personelden oluşan bir tugay ile katılmasının NATO üyeliği için bir hızlandırıcı olduğunu söylemek yanlış olmaz. Görev süresi bir yıl olarak planlanan Türk Tugayı kademeli olarak değiştirildi ve savaşın bittiği 27 Temmuz 1953 gününe kadar toplamda üç farklı tugay muharip olarak Kore Savaşı'nda görev aldı. Türkiye’nin ABD güdümündeki BM’nin çağrısı üzerine uzak Kore coğrafyasındaki savaşa asker gönderme kararı ve savaşta verilen insan zayiatı yıllardır ülkemizde tartışılan bir konu oldu. Türk Genelkurmayı’nın paylaştığı verilere göre Kore’de muharip Türk tugaylarının zayiatı 725 şehit, 2180 yaralı, 168 kayıp ve 244 esirdi” ifadelerini kullandı.
'ASKERİ TARİHTE ÖZEL BİR YERİ VAR'
Kore Savaşı’nın dünya askerî tarihinde çok özel bir yeri olduğunu vurgulayan Dr. Işıldar, “Soğuk Savaş’ın bu ilk sıcak çatışmasında binlerce asker muharebe alanında kan dökerken bir yandan da uluslararası düzeyde yürütülen ideolojik savaş esir kamplarına kadar uzanarak tutsak askerleri hedef alıyordu" deyip sözlerine şöyle devam etti:
"Savaş boyunca her iki taraf da ellerindeki esirlerin ideolojik görüşlerini değiştirmek için onları zorunlu siyasi eğitimden yani propaganda eğitiminden geçirdi. ABD kontrolündeki esir kamplarında Kuzey Koreli ve Çinli askerlere Batı demokrasisinin ve Batılı yaşam tarzının propagandası yapılırken, Halk Gönüllü Ordusu (ÇHGO) yönetimindeki kamplarda ise Birleşmiş Milletler esirlerine zorunlu komünizm dersleri verildi ve komünist hayatın propagandası yapıldı. Kore Savaşı esirlerine yönelik yürütülen bu ideolojik endoktrinasyona popüler kültürde 'beyin yıkama' adı verildi. ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti ellerindeki esirleri propaganda malzemesi olarak kullanarak uluslararası arenada kendilerine destek aradıkları için, ateşkes görüşmeleri 2 yıl ve 17 gün uzadı. Bu da hem muharebe alanında hem de esir kamplarında binlerce canın kaybedilmesine neden oldu."
'TÜRK ESİRLER ÜÇÜNCÜ SIRADAYDI'
Kore Savaşı süresince Kore Halk Ordusu ve Çin Halk Gönüllü Ordusu’nun esir aldıkları 15 binden fazla Birleşmiş Milletler askerini Yalu Nehri kıyılarında kurdukları esir kamplarında tutsak ettiği bilgisini paylaşan Işıldar, “Bu kamplarda 14 milletten asker arasında Güney Koreli askerler en kalabalık grubu oluşturuyorlardı. Kore coğrafyasına yabancı olan BM esirleri arasında 7190 Amerikalı askerden oluşan Amerikalı esirler en büyük birinci grubu oluştururken, 1,148 İngiliz askerden oluşan İngilizler esirler grubu ikinci ve 244 Türk askerden Türk esirler grubu üçüncü sırada yer alıyorlardı” diyerek 'Ben Türk' kitabını yazdığı süreçte elde ettiği bilgileri paylaştı.
ABD, İngiliz ve Türk askerî istihbarat belgelerinden elde edilen bilgiler ışığında 244 Türk esirden kamplarda ölen tek kişi dahi olmadığının altını çizen Işıldar, “Buna karşın ABD ordusu ve ABD hükümeti tarafından açıklanan resmî verilere göre Kore Savaşı süresince 7 bin 190 Amerikalı esirin yüzde 38’i bu kamplarda hayatını kaybetti. Kore’deki Amerikalı esirlerin yüzde 93’ünü Amerikan Kara Kuvvetleri askerleri oluşturuyordu ve bunların yarısı esir kamplarında hayatını kaybetti. Amerikalı esirlerle aynı kamplarda ve koşullarda yaşayan İngiliz esirler Amerikalılara kıyasla daha az sayıda kayıp verdi. Esir düşen bin 148 İngiliz askerinin yüzde 15’i esir kamplarında hayatını kaybetti” dedi.
DÜŞMANLA İŞ BİRLİĞİ CEZASIZ KALMADI
"Türk esirlerden teki dahi hayatını kaybetmezken Amerikalı ve İngiliz esirlerin ölüm oranlarının oldukça yüksek oluşu Batılı askerî ve siyasi yetkililer üzerinde, özellikle de Amerikalı askerî ve siyasi yetkililer üzerinde şok etkisi yaratmıştı" şeklinde konuşan Ece Aynur Onur Işıldar ABD'nin çok daha kaygı verici bulduğu bir başka kritik konu daha olduğuna şöyle dikkat çekti:
"Amerikan Kara Kuvvetleri esirlerinin yüzde 15’inin kamplarda kaldıkları süre boyunca düşmanla iş birliği yaptığı tespit edilmişti. Bunlar arasında önemli sayıda subay ve astsubay da vardı. Alt rütbeli İngiliz astsubaylar ile er ve erbaşın 3’te 1’i ise esaret hayatları sonunda 'komünizm sempatizanı' olmuşlardı. Türk esirler arasından ise yalnızca bir er ve bir çavuş düşman ile iş birliği yapmış ve bu iki esir kamptaki silah arkadaşları tarafından önce ağır şekilde darp edilmiş, ardından da esaretlerinin sonuna kadar göz hapsinde tutulmuşlardı."
HumRRO Kore Savaşı’nın ilk yılında Amerikan Kara Kuvvetleri’nin desteğiyle kurulduğunu ekleyen Dr. Işıldar, "HumRRO’nun Amerikan Kara Kuvvetleri esirleri ve Türk esirler hakkında yaptığı bilimsel çalışma 1955’te yayınlanan ve ABD Ordusu’nun bugün halen kullandığı 'Muharip Kuvvetleri İçin Davranış İlkeleri Rehberi' nin (The Code of the U.S. Fighting Force) temelini oluşturdu ve sonraki yıllarda ABD Ordusu’nun 'Hayatı İdame, Sorguya Mukavemet, Kaçma ve Kurtulma' (SERE, Survival, Evasion, Resistance and Escape) eğitiminin oluşturulmasında rol oynadı. ABD Ordusu’nun Kuzey Kore’deki Türk esirlerin üstün başarılarını örnek alarak hazırladığı bu eğitimler bugün Türk Silahlı Kuvvetleri’miz dahil tüm NATO orduları tarafından kullanılıyor” bilgisini paylaştı.
TÜRK ESİRLERLE İLGİLİ ÇARPICI DETAYLAR
--- Kore’deki Türk personelin büyük çoğunluğu İngilizce bilmiyordu. ABD'li bir doktorun ameliyat edeceği Türk askerine kendini nasıl hissettiğini sorduğunda verdiği cevap “Ben Türk” olmuştu. Yüzbaşı Hamit Yüksel’in anılarında dile getirdiğine göre “millî şerefe halel getirmemek” Türk esirler için savaşta olduğu gibi esir kamplarında da önemliydi.
--- Kitapta yer alan bir başka anekdot ise Türk esirlerden Sıhhiye Onbaşı Veli Atasoy'un esir kamplarında yüzlerce esirin sağlığını gözetecek şekilde yaptığı düzenlemelerdi. Öyle ki hastaları grup grup ayırarak karantina sistemi uygulayan Atasay bit salgının önüne bu şekilde geçmişti. Belgelere göre esir takaslarındaki sorgularında farklı milletten pek çok esir hayatlarını Sıhhiye Onbaşı Atasoy’a borçlu olduklarını ifade etmişlerdi. Nitekim Atasoy, Kore’deki Türk er ve erbaş arasında Üstün Hizmet Madalyası (Legion of Merit) ile ödüllendirilen tek kişi oldu.
--- ABD ordusunun raporlarında Türk esirlerin esaret altındayken bile disipline, emir-komuta zinciri ve birlik ruhuna bağlı olduğu yer alıyordu. Türk esirler hastalarıyla büyük bir titizlikle ilgileniyor ve bunu yaparken de kendi içlerindekki ast-üst ilişkisini büyük bir bağlılıkla sürdürüyorlardı.