Gündem‘Duvarların dili olsa derler ya’

‘Duvarların dili olsa derler ya’

12.08.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:

GalataPerform’un kurucusu Yeşim Özsoy, anneannesinin yaşadığı konaktan esinlenerek oluşturduğu “Yüz Yılın Evi” oyununu bu ay İngilizce olarak Edinburgh’daki Fringe Festivali’nde oynuyor. Milliyet Sanat Dergisi’nin ağustos sayısında Özsoy’la yapılmış bir söyleşi yer alıyor.

‘Duvarların dili olsa derler ya’

Edinburgh Fringe Festivali, dünyanın en büyük sanat festivallerinden biri. Her yıl, dünyanın dört bir yanından dans, tiyatro, komedi, performans, sirk, kabare, müzikal ve daha pek çok türde binlerce etkinliğin buluştuğu festival bu yüzden “Yaratıcı özgürlük için dünyanın en büyük platformu” olarak anılıyor. Bu yıl, 2-26 Ağustos tarihleri boyunca yaklaşık 4 bin etkinliğin gerçekleşeceği festivalin Türkiye’den de iki konuğu var. Bunlardan biri, GalataPerform’un kurucusu Yeşim Özsoy’un hem yönetip hem oynadığı “Yüz Yılın Evi” oyunu. The Guardian’ın da festival seçkisinde yer verdiği oyunun başrolünde, Osmanlı’yı yaşamış, Cumhuriyet’i görmüş ve 1959’da yıkıma uğramış bir konak var: İbrahim Ethem Efendi Konağı. Özsoy, bu konakta doğup büyüyen anneannesi üzerinden geçmişe bir yolculuğa çıkarıyor bizi. Hafızanın değerini, kimliğin inşasını, yok ettik zannettiklerimizin gerçekten de yok olup olmadığını sorgulatıyor. Yeşim Özsoy’la oyunu hakkında konuştuk.

Haberin Devamı

- “Yüz Yılın Evi” bu yıl Edinburgh Fringe Festivali’nin programına dahil oldu. Nasıl gelişti süreç?

Normalde festivallere katılım davet üzerine gerçekleşiyor tabii. Ama Edinburgh Fringe Festivali’nin özelliği, ana festivallerin dışında bir formatta olması. Zaten festivalin çıkış noktası da bu şekilde; 1940’larda yedi tiyatro tarafından ana festival sırasında görünür olmak üzere düzenleniyor Fringe, ki aynı zamanda saçak anlamına geliyor. Ana festivalin saçağında olmak gibi... Sonra tabii kartopu gibi büyüyor. Benim de üniversite yıllarımda gidip gördüğüm ve çok etkilendiğim bir festival. GalataPerform olarak festivalin ruhuna uygun bir tiyatro olduğumuzu da düşünüyorum. Bu yüzden “Yüz Yılın Evi” oyunumuzla başvurduk. Fringe’de programa alınmak için sahnelere başvuruyorsunuz. 300 civarı çok farklı türde sahne var, ona göre seçiyorsunuz. Ve o sahne sizi programına almak istiyorsa kabul ediyor.

Haberin Devamı

- “Yüz Yılın Evi”, zamanında anneannenizin yaşadığı İbrahim Ethem Efendi Konağı. Bu konağın sizde nasıl bir yeri vardı, oyuna taşımaya nasıl karar verdiniz?

Evet, 100 yaşında bir anneannem var. Herkesin anneannesinin böyle hikayeleri vardır muhakkak ve hepimiz de bence aynı hissiyatla yaklaşıyoruzdur. En azından ben öyle hissediyorum, çok değerli buluyorum anlattıklarını. Onların kaybolmaması için de hep ya sesini kaydediyordum, ya videoya çekiyordum, ya not alıyordum... Sonra Berlin’de Maksim Gorki Tiyatrosu’yla ortak bir proje geliştirmeye karar verdik. 1918’le 2018 arasındaki bağlantıyı kuran “War or Peace” diye bir festival düzenlendi. Şu anda biliyorsunuz tüm dünyada ulusal sağ yükselişte, tek liderler ortaya çıkıyor, milliyetçilik yükseliyor. 1918’de de benzer bir yapı söz konusu. Birinci Dünya Savaşı var, Osmanlı’nın parçalanması söz konusu. Dolayısıyla bu çerçevede nasıl bir oyun yapabiliriz diye düşünmeye başladığımızda, anneannemin anlattıklarını değerlendirmek için bir imkan olduğunu düşündüm.

‘Duvarların dili olsa derler ya’

- Oyun bir yandan belgesel unsurlarından da faydalanıyor. Anlatım biçimine çeşitli belgesel film ve videolar da dahil...

Haberin Devamı

Oyunda Melisa Önel’in video tasarımı, Kıvanç Sarıkuş’un müzik tasarımı ve Ferdi Çetin ile ortak yazarken ulaştığımız çok katmanlılık ve disiplinler arasılık farklı teknikleri bir arada kullanmamızı gerektirdi. Bu nedenle okuma, performatif duruş, belgesel, tiyatro, hikaye anlatımı, video gibi elementler bir arada kullanıldı. Tarihin ve hafızanın çok katmanlılığı gibi. Ama sonuç olarak ben tarihçi değilim, bu yüzden daha kişisel bir noktadan bakmak istedim. Bir süredir de ilgilendiğim bir konu, gerçekle kurgunun iç içeliği. O yüzden iki belgeselle başlıyor oyun; önce bir evi arayış, sonra anneannenin kendi geçmişini anlatması, ondan sonra da evin içindeki nesneler ve evin geçmişi hikayeler olarak seyirciye ulaşıyor. Ama bunların ne kadarı gerçek ne kadarı kurgu, onları soru işareti olarak seyirciye bırakıyoruz. 

- Oyuna meddahlığı taşımanız da belki bu yeniden yorumlamanın bir parçası?

Geleneğin modernizmle ilişkisiyle de bağlantılı tabii bu, tiyatro tarihimiz hep Cumhuriyet’le başlatılır ama beş yüz sene geriye gittiğinizde çok büyük gelenekler var. O yüzden de meddah geleneği üzerinden ilerlemek istedim. Meddah çünkü kişileri, hayvanları, nesneleri her şeyi dillendiren bir hikayeye dayanır, özünde budur yani. Bu oyunda bunu işlemek benim çok hoşuma gitti, çünkü bizde de hep denir ya, duvarların dili olsaydı da konuşsaydı, tam da öyle! Bir yandan ruhani bir yolculuk oldu, hem kendi anneannemin anlattığı hikayeleri dinlemek hem o nesneler üzerinden düşünmek hem de o nesne gibi düşünüp acaba ne görmüştür, neler geçmiştir başından diye düşünmek. Mesela bir halının üzerinden kaç kişi geçmiştir? Ya da bir vazonun geçmişi nasıldı? Nesnelerin geçmişi de çok farklı o anlamda. Onu ifade etmek için de güzel bir yöntem oldu.

Haberin Devamı

- Söyleşinin tamamını Milliyet Sanat’ın Ağustos sayısında okuyabilirsiniz.