30.08.2023 - 09:56 | Son Güncellenme:
Oğuzcan Atış / Milliyet.com.tr - Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmasıyla başlayan Milli Mücadele, binlerce yıllık Türk tarihinde yeni bir sayfayı açtı ve bu yıl 100'üncü yılını kutlamaya hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti doğdu. Binlerce şehidin verildiği Milli Mücadele’nin en kritik dönemeci 26 Ağustos 1922’de başlayan ve 30 Ağustos 1922’de kesin Türk zaferiyle sonuçlanan Büyük Taarruz oldu. Büyük Taarruz'da cephenin kilit noktalarından biri de Albay Reşat Bey komutasındaki birliklerin kurtarmaya çalıştığı Çiğiltepe’ydi. Reşat Bey, Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'ya söz verdiği saatte Çiğitepe'yi alamadığı için yaşamına son verdi. Atatürk, bu onurlu komutanı hiç unutmadı ve Soyadı Kanunu düzenlemesinin ardından Reşat Bey’in ailesine Çiğiltepe soyadını verdi. Reşat Çiğiltepe’nin hikâyesini Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kemal Arı anlattı.
‘KENDİ KUŞAĞI GİBİ ASKERLİĞE MERAKI VARDI’
Reşat Bey’in ailesi hakkında çok fazla bilgiye sahip olunmadığını ifade eden Prof. Dr. Kemal Arı, “Birçok kaynakta onun, 1879 yılında İstanbul’da doğduğunu görüyoruz. Yine devlet adamı ve yazar Ziya Paşa’nın oğlu olduğuna dair bilgiler var. Ancak bu ne ölçüde doğrudur, bundan pek emin değiliz. Babasının mutasarrıflıktan emekli olduğu da söyleniyor. Annesi ise Şevkiye Hanım adında birisi” şeklinde konuşarak Reşat Çiğiltepe'nin ailesini anlattı. Reşat Çiğiltepe’nin çocukluk yaşlarından itibaren askerlik merakı olduğunu dile getiren Prof. Dr. Arı sözlerine şöyle devam etti:
"Yaşamında en çok dikkatimizi çeken, kendi kuşağında birçok çocukta olduğu gibi askerlik mesleğine olan ilgisi. Yani daha erken yaşlarda asker olmak istemiş ve bu nedenle askeri okullara gitmiş. O kuşağın çok özel bir yönü cepheden cepheye koşmasıdır. Çünkü Osmanlı Devleti biliyorsunuz ardı ardına savaşlara girmek durumunda kalmıştır. Bir asker olarak Reşat Bey de birçok cephede savaşmış ve başarılarından dolayı kendi üstlerinin takdirlerini kazanmıştır. Aynı şey, Mustafa Kemal Paşa için de geçerlidir, o da Reşat Bey’i cephede tanımış, takdir etmiştir. Önce Çanakkale cephesinde birliktedirler; ardından da Muş ve Bitlis’in 1917’de Ruslardan geri alınışında Mustafa Kemal Paşa’nın yanındadır. Bu nedenle Büyük Taarruzda Gazi Mustafa Kemal Paşa, Çiğiltepe’yi Yunan askerinden almak için birliğiyle tepeye saldıran Reşat Bey’den, onun cesareti, yurtseverliği ve özverili kişiliğinden son derece emindir."
1 YILDAN FAZLA TUTSAK KALDI
Reşat Bey’in Birinci Dünya Savaşı sırasında birçok cephede savaştığını hatırlatan Prof. Dr. Kemal Arı, “Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda, yani 1918 yılında İngilizlere tutsak düştü. O zaman Suriye cephesindeydi; Filistin’den çekilen orduda görev yapıyordu. Artık savaşın sonu belli olmuştu ve bu aşamada Reşat Bey İngilizlere tutsak oldu. Bir yıldan fazla bir zaman tutsaklık kampında kaldı. Savaş bittikten sonra tutsaklığına son verildi ve İstanbul’a döndü. Ancak biliyorsunuz bu sırada Mustafa Kemal Paşa ulusal savaşı başlatmıştı. Reşat Bey deniz yoluyla İnebolu’ya geldi, oradan da Ankara’ya geçti. Artık Anadolu’da, milli mücadeleyi verenlerin içindeydi. Değişik görevlere getirildi ve Yunan işgaline karşı savaştı" bilgisini paylaştı.
2 KEZ SÖZ VERDİ, ÜÇÜNCÜSÜ OLMADI
Büyük Taarruz’un 26 Ağustos sabahı Afyon’da düşman hatlarına karşı ilk top ateşi başlamıştı. Bir süre topçu ateşiyle düşman mevzileri dövülünce, ardından Türk piyadeleri saldırıya geçti. Göğüs göğüse süngü hücumları yapılıyordu. Reşat Bey’e de kuvvetleriyle düşman elinde olan Çiğiltepe’yi ele geçirme görevi verilmişti. O da büyük bir özveri ve cesaretle düşmana saldırdı. O gün Kocatepe’nin karşısında, sağında solunda olan tepeler adeta kan gölüne dönmüştü. Bu tepeler alınmalı ve düşman tutunduğu yerlerden sökülüp atılmalıydı. Aynı anda Türk süvarileri de düşmanın çekiliş yollarını kesmek görevini üstlenmişlerdi. "Başlarında Fahrettin Paşa var. Fahrettin Altay yani… Hasta, sıtma nöbetleri geçiriyor; tir tir titriyor paşa. Ama iki atın arasına çekilmiş sırıklar üzerine bir sedye yapılmış, o halde dağları aşmaya çalışıyor. Böylesine zor ve özveri gerektiren günler" diyen Prof. Dr. Kemal Arı şunları da ekledi:
"İşte Reşat Bey de Çiğiltepe’yi almak için saldırıyor düşman hatlarına. Ancak gelin görün ki düşman da fena direniyor; inat ediyor, karşı saldırılara geçiyor. Ve tepenin alınması gecikiyor. Mustafa Kemal Paşa bunu Kocatepe’den kendisine gelen raporlardan izliyor. O da sabırsızlanıyor çünkü gecikme, savaş planını, saldırıda kurulan stratejiyi bozacak ölçüde olumsuz sonuçlar doğurabilir. Reşat Bey’i telefonla arıyor. Neden tepenin alınamadığını soruyor, Reşat Bey çok yakında alınacağını söylüyor ama yine alınamıyor. Gazi yine telefon başında ve ısrarla soruyor: 'Neden gecikildi?' Yine Reşat Bey kısa süre sonra alınacağı sözünü veriyor ama olmuyor. En sonunda Gazi yine telefonda ve bu kez karşısında Reşat Bey değil, onun yardımcısı olan subay Reşat Bey’in sözünü yerine getirememiş olmanın onurunu kırdığını ve intihar ettiğini söylüyor."
“Size verdiğim söz itibarıyla yarım saat itibarıyla tepeyi ele geçiremedim. Hedefime ulaşamadığım için yaşayamam.” - Albay Reşat Bey’in intihar etmeden önce Mustafa Kemal Paşa’ya bıraktığı not
'ATATÜRK HİÇBİR ZAMAN UNUTMADI'
Peki bu olay Mustafa Kemal Atatürk’ü nasıl etkiledi? Atatürk'ün Reşat Çiğiltepe’nin intiharını hiçbir zaman unutmadığını ifade eden Prof. Dr. Arı, bu olayı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde de anlattığını belirterek, “Gazi Mustafa Kemal bu olayı Türk subayının gururuna, namusuna, verdiği söze bir örnek olarak anlattı. Her subay, gerektiği zaman yurdu için ölmek üzere eğitim görür. Hem düşüncede, hem duyguda hem de bedensel olarak bunun için eğitilir. Bir de her ulusun kendi kültür yapısından gelen eğilimler vardır. Türk ulusunun çocukları, yurdu için ölmeye hazırdır her zaman. Bu yurtseverlik duygusu eğer bir de yurdunuzun işgal edilmekte olduğu bir döneme denk gelmişse, en yüksek derecesine ulaşır. Dolayısıyla Reşat Bey’in durumu da bu açıdan değerlendirilmeli yani o psikolojiyi anlamak gerekir. Askerin gururu vardır; asker verdiği sözü tutar, verilen bir emri ölümüne yerine getirir. Askerlik mesleğinin doğasında bu var. Bir de memleketiniz için ölüm kalım anı ve sizin bir yanlışınız, koskoca bir ulusun yok oluşuna zemin hazırlayabilir. Bunun tarihsel sorumluluk yönünden ağırlığını düşünebiliyor musunuz? Reşat Bey’i bence intihara sürükleyen duyguların temelinde bu vardı. Ancak intihar bir çözüm mü? Bana göre kesinlikle hayır. İntihar akli melekelerin devre dışında kaldığı zaman insanın yöneldiği bir eylem. Öyleyse diyebiliriz ki, böylesine bir duygusal ağırlık altında intihara yöneldi Reşat Bey. Bir anlık bir şey zaten, tetiğe basıyorsunuz ve iş bitiyor” ifadelerini kullandı.
Mustafa Kemal Paşa’nın intihar haberini öğrendiğinde nasıl bir tepki verdiğini de anlatan Prof. Dr. Kemal Arı, “Yalnızca üzülmüyor, aynı zamanda kızıyor da. Bunu açıkça belli ediyor. Üzüntüsünü belirtirken zaten ‘İyi de intihara ne gerek vardı?’ diye söylüyor. Bir insan olarak, tepeyi alma buyruğunu doğrudan veren komutan kendisi olduğu için, elbette o da üzülmüştür, doğaldır. Ancak bu eylem aynı zamanda intihara yönelen kişinin ne denli gururlu, sözünün eri, yurtsever olduğunu da gösterir. Bana göre Atatürk bu olaya çok üzülmesinin yanında Reşat Bey gibi subayların olduğu bir ordunun komutanı olmaktan da sanırım büyük bir gurur duymuştur. Bize düşen ulus olarak bu olayı duyumsamak ve anlamaktır. Sonra da yurdumuzun o günkü duruma yeniden düşmemesi için birlik ve bütünlük duygusuyla birbirimize kenetlenmektir” diyerek sözlerini noktaladı.