30.08.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
Metin Ayışığı’nın Selçuk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi yayını olan ATA Dergisi’nde 1992 yılında yayımlanan Milli Mücadele’de İstanbul’dan Anadolu’ya Yapılan Silah sevkiyatı ve İstihbarat Meselesi başlıklı çalışmasında yer verilen bilgi, değerlendirme ve tespitler şöyle:
Mondros Mütarekesi’ne göre Teşkilât-ı Mahsusa”nın da lâğvedilmesi gerekiyordu. Fakat sadrâzam müşir Ahmed İzzet Paşa, “Felah Grubu” olarak Millî Mücadelede de büyük hizmetleri görülen bu teşkilatın gizli olarak çalışmasına yardımcı olmuştur. Gerçekten Enver Paşa memleketi terk etmeden önce, “Teşkilât-ı Mahsusa” başkanı Miralay Hüsamettin (Ertürk) Bey’e son talimatını vermiş bulunuyordu. Buna göre teşkilât resmen lâğv edilecek, fakat hakikatte çalışmalarına devam edecekti. İtilaf Devletleri’ne karşı böyle olması gerekiyordu. Bu hususta Ahmed İzzed Paşa ile konuşularak mutabık kalındı. Böylece teşkilata lâzım gelen bütün yardım yapılacak, hatta “mesture”den para da verilecekti. Nitekim Miralay Hüsamettin Bey, gizli teşkilattakilerle anlaşarak, Teşkilat-ı Mahsusa emrindeki depolarda bulunan silah ve cephaneyi ani baskınlarla boşaltarak Anadolu’ya sevk etmiştir. Bu durumdan Sadrâzam ve Harbiye Nazırı Ahmed İzzet Paşa’nın da haberi vardı.
Saraya sızmışlardı
Nitekim, o zamanki Beyoğlu İnzibat Karakol kumandanı yüzbaşı Kalkandelenli Hasan Tahsin Bey, yüzbaşı Razi (Yalçın) Bey’i Beyoğlu inzibat karakoluna tâyin ettirmişti. İngilizler de İstanbul Hükümeti’ne sâdık bir subay sandıkları bu zâta kendi istihbarat teşkilatlarında görev vermişlerdi. Bu çok değerli vatansever, İngilizlerden elde ettiği bilgileri gidip Ahmed İzzet Paşa’nın kardeşi ve o tarihte süvari binicilik mektebi müdürü olan miralay Esad Bey’e haber veriyordu. Esad Bey de bu malûmatları teşkilata bildiriyordu. Miralay Esad Bey ve yardımcısı binbaşı Ferhad Bey, İngilizlerden elde ettikleri bilgileri teşkilata bildirdikleri gibi, Anadolu’ya mülâzım-ı evvel Burhan Bey’i de gizli kurye olarak göndermişlerdi. Aynı zaman da yaverân-ı hazret-i şehriyâriden olan Esad Bey, Ferhat Bey’le birlikte Anadolu’ya teşkilat tarafından tezkiyeleri yapılmış subaylar ile, silah, cephane de kaçırmışlardır. Bu nakliyat için ihtiyaç görülen kara ve deniz vasıtalarım temin etmişler ve Anadolu Hükümeti’nin birer mümessili gibi vazife almışlar, âdeta İstanbul Hükümeti’nin onlara verdiği vazifeyi suistimal etmişlerdir. Son Osmanlı hükümetinde Harbiye Nazırı olan Ziya Paşa’nın yaveri yüzbaşı Kâmil Bey, İstanbul Polis Müdüriyet-i Umûmiyesi şube müdürlerinden Sadi Bey, İstanbul Hükümeti Maliye Nezareti’nde memur Seyfi Bey, Harbiye Nezareti Harekât-ı Harbiye Dairesi reisi mirliva İhsan Paşa, Topçu şubesi müdürü kaymakam Salih Bey, Ömer Lütfi Bey, topçu kaymakamı Eyüp Bey ve daha niceleri Millî Müdafaa teşkilatı içinde idiler. Daha önce zikredilen gruplarla çalışanlardan biri de, o tarihte rütbesi yüzbaşı olan Neşet Bey’dir. Bu zat aynı zamanda Sultan Vahdeddin’in damadı ve sadrâzamlardan Tevfik Paşa’nın küçük oğlu binbaşı İsmail Hakkı Bey’le birlikte saray dahilinde Erkân-ı Harbiye’de görevli olduğundan, sadrâzam Tevfik Paşa tarafından Ankara’ya kurye olarak gönderilmiş, O da, İsmail Hakkı Bey’den öğrendiklerini muntazaman Ankara’ya bildirmiştir.
Silahlar taarruzda kullanıldı
Bu bakımdan Sakarya ve Başkumandanlık Meydan Muharebelerinde kullanılan silah ve cephanenin büyük bir bölümünün İstanbul’dan Anadolu’ya kaçırılan silahlar olduğu bir gerçektir. Hakikaten Büyük Taarruz öncesi İstanbul’daki Zeytinburnu silah deposundan çeşitli harp malzemesi, 130 bin 149 adet topçu mermisi ile 917 sandık piyade cephanesi, 11 Nisan - 17 Mayıs 1922 tarihleri arasında düzenlenen altı seferle Ereğli, Akçaşehir, İnebolu ve Mersin limanlarına çıkarılmıştır. Zeytinburnu depolarından yapılan bu silah sevki yatının başarıya ulaşması o derece önemlidir ki, Anadolu’da Dumlupınar Muharebesi’nin başlama ve devam etme kararını verdirmiş olduğu gibi, nihaî zaferi de temin etmiştir. Bu meyanda, “Eğer Zeytinburnu depolarında ki cephane bize ulaşmamış olsaydı, biz ne taarruza karar verebilirdik ve ne de devam ettirebilirdik” diyen İsmet Paşa (İnönü), bu hususu doğrulamaktadır.