30.08.2022 - 07:00 | Son Güncellenme:
AYDIN HASAN
AYDIN HASAN- Milli mücadelenin lider kadrosu, yürekli olduğu kadar zeki ve mantıklıydı da. Zaferin çeteler ile değil düzenli ordu ile kazanılacağını biliyorlardı. Meclis Ankara’da toplanınca yeni bir ordu kuruldu. İzmir›i merkez seçen Yunan yönetimi, Küçük Asya olarak tabir ettikleri Ege bölgesinde bir Rum Devleti kurma hayali içindeydi.
Yunan Büyük Taarruzu, 23 Ağustos’ta 1921’de başlatıldı. Sakarya’nın gerisinde tertiplenen Türk ordusu, üstün düşman güçlerine karşı efsanevi bir direniş gösterdi. Sakarya Savaşı ile Yunan Büyük Taarruzu geri püskürtüldü. Yunan kolorduları, Afyon - Eskişehir çizgisinde savunma hattı oluşturdu. Afyon çevresindeki savunma hatlarını teftiş eden İngiliz generali, “Türkler, bu savunma hattını 6 ayda ele geçirirlerse, 6 günde aldık diye övünebilirler” diyecekti. Sakarya Savaşı’nın ardından Mustafa Kemal’e Mareşallik rütbesiyle Gazilik unvanı Meclis tarafından verildi. Meclis’te özgüven yerine gelmiş ve taarruz için sesler yükseliyordu. Ancak Mustafa Kemal, gerçekçi ve sabırlıydı. Yaklaşık bir yıl süreyle orduyu güçlendirmek için çalıştı. Sovyetlerden silah yardımı sağlandı. İstanbul’daki gizli örgütlerin kahramanları tarafından kaçırılan silah ve mühimmat, deniz yoluyla İnebolu’ya oradan da Ankara’ya getirildi. İnebolu - Ankara arasındaki dağ yollarında, düzlüklerde günlerce kağnı gıcırtıları duyuldu. Erkekler cephede, kadınlar cephe gerisinde kağnıların başındaydı. Taarruz için gerekli ordu oluşturuldu; top, silah ve cephane mümkün olduğunca sağlandı. 13 Ekim 1921’de Sovyetler Birliği başta olmak üzere Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan ile Kars Antlaşması imzalanarak doğudaki bugünkü sınırlar belirlendi. 20 Ekim 1921’de Fransa ile Ankara Antlaşması imzalandı.
Başka seçenek yoktu
1922 yılına gelindiğinde artık seçenek kalmamıştı. Ya büyük bir taarruz ile Yunan ordusu imha edilecek ya da vatan kaybedilecekti. Büyük Taarruz, 26 Ağustos 1922 sabahı, Gemlik ile Söke arasındaki 650 kilometrelik cephenin tümünde başladı. Cephe genişti ancak savaşın odak noktası, Afyon ovası oldu. Atatürk, 1 Eylül 1922’de yayımladığı bildiride, savaşın geçtiği alanı, “Afyonkarahisar, Altıntaş ve Dumlupınar arasındaki meydan savaşı” olarak belirtecekti.
Cephane kağnılarla taşındı
Savunmaya dayalı sınırlı bir savaşın verilmesi kurtuluş için yeterli değildi. Çünkü bu kez İzmir ve Trakya bölgesinin işgal altında olduğu şartlarda, barış masasına oturmak yeterli olmayacaktı. Yunanistan’ın gözü bir yandan da İstanbul’da idi. Meclis’te taarruz için sesler yükseliyordu. Ancak Mustafa Kemal, gerçekçi ve sabırlıydı. Taarruz için uygun zamanı bekliyordu. Meclis’ten yükselen bazı olumsuz sesler “Türkler taarruza geçemez” algısına neden oluyordu. Bu ağır ve haksız eleştirilerin, taarruz hazırlıklarının göze batmamasında ve gizlenmesinde dolaylı faydası oldu.
Futbol turnuvası düzenlendi
20 Temmuz 1922’de Atatürk’ün başkomutanlık görev süresi, 4 Ağustos 1922 tarihinden geçerli olmak üzere 3 ay uzatıldı. Mustafa Kemal, 23 Temmuz’da Batı Cephesi karargâhının bulunduğu Akşehir’e gitti. 24 Temmuz 1922’de Konya’ya geçerek Arabistan’dan gelen İngiliz Generali Townshend ile görüştü. Townshend’e, “Evet, karşımızdaki düşmanın çok kuvvetli olduğunu biliyorum. Fakat insanlığı savunanlar ölümle tehdit edilmelerine rağmen ölmezler, sonsuza dek yaşarlar” dedi. 27 Temmuz’da Akşehir’e dönerek ordu komutanlarını Akşehir’deki Batı Cephesi karargâhına çağırdı. Komutanlar, görünüşe göre futbol maçı izlemek için Akşehir’de toplanmışlardı.
‘Cebimde anamın hayır duası var’
Nezihe Araz’ın Dünya Yayıncılık tarafından yayınlanan “Mustafa Kemal’le 1000 Gün” Kitabı’nda, Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’la ilgili şu ifadeler yer alır:
“Mustafa Kemal’in emir eri Ali Çavuş içeri girdi:
*Beni emretmişsin anne?
Uğlum nerde Ali? Mustafam nereye gider?
*Ali başını önüne eğmişti:
Çaya gitti anne. Çay davetine. Sana da öyle dedi ya.
*Adi! A be ben bilmezmiyim nereye gitmiştir uğlum. Anayım ben! Cepheye gitti. Yüreğim öyle der. Ama o istemez hiç kimse bilsin nereye gittiğini. İşte yazdığım bir mektup bunun için Mustafama.
Ali şaşkın şaşkın:
*Yazdın mı, diye sorarken, Zübeyde Hanım gözlüğünü düzeltti ve yazdıklarını okumaya başladı:
Mustafam bilirim gelmeyeceksin. Çay davetine gidiyorum dedin. Ama molla annen nereye gittiğini bilir. Sen cepheye gidersin. Benim yüreğim bunu bilir. Senin için dua ediyorum bilesin. Bil! Ve de Mustafam, zaferi ele almadan dönme. Ben, seni beklemeyi bilirim. Ali al bu mektubu yetiştir una. Neredeyse bul. Bul uni anladın mı? (...)
*Mustafa Kemal kalpağı elinde Ali Çavuş’un ona ulaştırabildiği anasının mektubunu bir kez daha okuyup cebine yerleştirdi, sonra kalpağını başına giydi. İki elini yanındaki genç yaveri Salih’in omuzlarına koyarak:
Ne oldu dedi sus pus oldunuz? Merak etmeyin çocuklar, cebimde anamın hayır duası var. Artık size sırrımı açabilirim. Şimdi buradan doğru cepheye gidiyoruz. Taarruzu başlatacağız! Önce Tuz Gölü üzerinden Konya’ya, oradan da doğru cepheye!
Kocatepe’de gün doğuyor. Sonsuz bir sessizlik ve bekleyiş. Mustafa Kemal, bir taşın üstünde oturuyor. Arkasında ayakta Kolordu Kumandanı Bekir Sami, Fevzi ve İsmet Paşalar. Mustafa Kemal konuşmuyor düşünüyor. Birden gökleri yaran, sessizliği paramparça eden topçu barajı ateşi başladı. Sanki yer yerinden oynuyor. Kocatepe arasıra ışığa boğuluyor bir amfiteatr gibi görünüyordu. Mustafa Kemal, ayağa kalktı. Dediklerini hiç kimse işitmiyormuş gibi seslendi:
*Rabbim! Yunanlıların kazandığını gösterme bana! Onlar kazanacaksa gökkube başıma yıkılsın, daha iyi. Anam! Bize dua et!”
Cepheye gittiğini annesinden gizledi
Mustafa Kemal, 17 Ağustos 1922’de Ankara’dan gizlice ayrıldı. Hayır duasını aldığı annesi Zübeyde Hanım’a bile cepheye gittiğini söylemeyecekti. Çankaya’daki bağ evinde, Mustafa Kemal’in annesinden sonra vedalaştığı bir kadın daha vardı. İri siyah gözlü, 22 yaşlarında dal gibi narin boylu, güzel bir kadın. Fikriye Hanım, Mustafa Kemal hakkında padişahın onayladığı idam kararını gazeteden okuduktan sonra 1920 yılının Haziran ayında her tehlikeyi göze alarak Ankara’ya idama mahkum edilmiş büyük aşkının yanına koşmuştu. Başkomutanın Ankara’dan ayrıldığı anlaşılmasın diye Anadolu Ajansı’nda 21 Ağustos 1922’de Çankaya’da bir çay daveti vereceği haberi yapıldı. Önce Konya’ya buradan da Akşehir’e geçti. Konya’da telgrafhane kontrol altına alındı. Son hazırlıkları yaptıktan sonra Şuhut üzerinden gece yarısı Kocatepe’ye geldi.