27.08.2023 - 07:00 | Son Güncellenme:
Safa Tekeli - Vakit gelmiş, 26 Ağustos 1922 sabahı toplar saat 5.30’da ufku sarsacak bir gümbürtüyle Yunan mevzilerini dövmeye başlamıştı. Ancak bu vakte o kadar kolay gelinmemişti. Başkomutan Mustafa Kemal, Büyük Taarruz öncesinde içte ve dışta büyük zorluklarla karşı karşıyaydı. Sakarya Zaferi’nden sonra, 3-4 ay geçmemişti ki, Meclis’te Sakarya Zaferi’ni unutanlar, Mustafa Kemal ve onun gibi düşünenlere karşı olmak, ileri gitmek isteyenler, kendilerini göstermeye başlamıştı.
Atatürk’ün Nutuk’ta anlattığı uyarınca; muhaliflerin, Meclis’te orduya karşı açtıkları akım da sürüyordu. Durmadan ordunun saldırı yeteneği olmadığından ve artık sorunun politik önlemlerle çözümlenip sonuçlandırılmasının zorunlu olduğundan söz ediliyordu.
Millete moral vermek
Mustafa Kemal ise “Türkiye’yi, böyle yanlış yollarda dağılma ve yok olma uçurumuna sürükleyenlerin elinden kurtarmak” gerektiğini düşünüyordu: “Bunun için, bulunmuş bir gerçek vardır, ona uyacağız. O gerçek şudur: Türkiye’nin düşünen kafalarını, büsbütün yeni bir inançla donatmak. Bütün millete sağlam bir moral vermek…”
Düşmana saldırmak için kesin kararı uygulamaya başlamadan önce, üç savaş aracının yeterince hazır olduğunu görmek gereğini duyan Mustafa Kemal, bunları şöyle açıklıyordu: “Birincisi ve en önemlisi doğrudan doğruya milletin kendisidir. İkinci araç; Meclisin ulusal isteği belirtmekte ve bunun gereklerini inanarak uygulamakta göstereceği kararlılık ve yiğitliktir. Üçüncü araç; milletin silahlı çocuklarından oluşan ve düşman karşısına çıkarılmış bulunan ordumuzdur.”
Gerçekte ordu, gereksinim ve eksiklerini tamamlamak üzereydi. Mustafa Kemal, daha haziran ortalarında saldırmaya karar vermişti: “Bu kararımı, Cephe Komutanı ile Genelkurmay Başkanı ve Millî Savunma Bakanı, yalnız, bunlar biliyorlardı. Saldırı için hazırlıkların hızla tamamlanması ile ilgili kararlar aldık. Düşman ordusu, büyük ve kuvvetli bir grupla Afyon-Dumlupınar arasında bulunuyordu. Bir başka kuvvetli grubuyla da Eskişehir bölgesinde idi. Biz, Batı Cephesi’ndeki kuvvetlerimizi, iki ordu olarak örgütlemiş ve düzenlemiştik.”
Paşanın yersiz işleri
Bu arada içteki sıkıntılardan örnek veren Atatürk, Nutuk’ta şunları kaydeder: “Sırası gelmişken bir noktayı belirtmeliyim. Birinci Ordumuzun komutasını Malta’dan gelmiş olan İhsan Paşa’ya vermiş idik. İhsan Paşa’nın, kendisini Askerî Mahkemeye kadar götüren yersiz işleri ve davranışlarından dolayı Ordu Komutanlığından uzaklaştırılması gerekti. Gerçekte, Ali İhsan (Sabis) Paşa, ordunun düzenini ve genel yönetimini çıkmaza sokacak davranışlarda bulundu. Örneğin; ordusunda ast komutanları, üst komutanların emirlerini dinlememeye sürükleyecek durumlar yarattı.”
Mustafa Kemal, aylar süren hazırlıkları gizlemek için elden gelen bütün çabayı gösteriyordu. Bir yandan da görevlendirdiği Fethi (Okyar) Bey, Londra’da İngiltere Başbakanı Lloyd Georges’u, Yunanların kan dökülmeden Anadolu’yu terk etmeleri konusunda ikna etmek için çalışıyordu ve Mustafa Kemal de gerçekten bunu istiyordu. Fethi Bey’in Lloyd Georges’u ikna için gösterdiği çabanın beklenen sonucu vermeyeceği anlaşılınca herkes dikkat kesilmiş olayların gelişmesini bekliyordu.
Söylenti çıkarılır
ABD’nin Ankara Büyükelçisi General Charles H. Sherrill, o günleri şöyle değerlendiriyordu: “Bütün gözlerin dikkat kesilmesine ve kulakların kirişte bulunmasına rağmen, Türk Başkumandanı’nın taarruz saatini tespit etmesini, taarruz stratejisi ve teferruatı için generallerle görüşmesini, yine aynı maksatla bir büyük askerî toplantı yapmasını ne Ankara ne Yunanlar ve ne de bütün dünya anlayamayacak, bilemeyecekti.”
Bu sırada, Ankara’da hükümetin savaş planları konusunda kararsızlık içinde bulunduğuna dair söylentiler çıkarılır. Bu yoldaki haberlere gazetelerde yer verilir. Bu söylentiler Türk ordusunun daha bir süre herhangi bir harekette bulunamayacağı kanısını uyandırmaktadır. Özellikle Yunanlar böyle düşünmektedir. Dünya basınında da, “Kayıtsızlığa alışmış Türklerden ne beklenir ki!” yolunda yazılar çıkar.
Ve taarruz vakti
Ancak, durum hiç de böyle değildir. Eskişehir’de, güçlü Yunan ordusunun karşısında bulunan Türk kuvvetleri gizlice ve gecenin karanlığında, yaya olarak güneye iner ve Afyonkarahisar demir yolunun kavşak noktası ile çevresine ve şehrin güneyinde bulunan Dumlupınar tepelerinde mevzilenir. Türk birliklerinin buralarda bulunabileceğini kimse hatırından bile geçirmiyordu. Eskişehir’deki üç Yunan tümeninin karşısında sadece bir Türk alayı bırakılır. Fakat bu alay geceleri, burada Türk tümenleri varmış görüntüsünü vermek için bol bol ateş yakıyor, gündüzleri de çok sayıda tümenin yapabileceği kadar toz duman çıkarıyordu. Ve Büyük Taarruz’un vakti artık geliyordu.
YARIN: Kurtuluşa inançlı bir millet ve ordu