02.03.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:
Birine Ötekinin Hakkını Sormak! - 7 / Belma Akçura
Türkiye son birkaç yıldır dengesini kaybetmiş, uykusunu yitirmiş gibi... Siyasetteki çatışma ve kutuplaşma giderek tırmanıyor.
Öyle ki; Meclisi çatısı altında birbirlerine küfrediyorlar. Savrulan yumruklarla, atılan tokatlarla; kaşlar yarılıyor, gözlükler kırılıyor, telefonlar fırlatılıyor. Sokakta da durum farklı değil. Küçük küçük gruplar, farklı talepleri protestolarla dile getirirken gazlananlar, yaralananlar, gözaltına alınanlar daha da kötüsü ölümler oluyor. Türkiye’nin demokrasi tanımını, bu tanım içerisinde ötekileri ve sivil örgütlenmelerin demokrasiye katkısı olup olmadığını insan hakları alanında uzman, hukukçu akademisyenlerle konuştuk.
Prof. Dr. Öykü Didem Aydın (Ankara Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi)
‘Ayrışma Batı’da böyle dramatik değil’
Düşünce özgürlükleri konusunu işlediğim bu dönemin son dersinde Orhan Pamuk, Ahmet Kaya, Fazıl Say, Hrant Dink vb. isimleri tahtaya yazıp hepsinin düşünce özgürlüğü olduğuna inananlarla, bunlardan sadece birine düşünce özgürlüğü tanıyanlar arasında bir tartışma yürüttük. O ders çok ilginçti. Bu durum, batıda sanırım bu kadar dramatik değil. Derse girer girmez bu isimleri tahtaya yazarsak, sonra Milli Mücadele kahramanları bir tarafa Şeyh Sait ve Said-i Nursî bir tarafa onları da boyut olarak eklersek, kim kimin kahramanı ve nasıl oluyor da bunlar bu derece keskin bir şekilde birbirlerine yan bakıyorlar, tabii yan bakacaklar. Bu derece keskin bir yan bakma batıda yoktur, herkesin kahramanları, köprülerinin isimleri vs. üzerinde uzlaştığı bir yaklaşım vardır. Fakat ilginçtir öğrencilerimde ilk anda bu isimleri yan yana görmek bir ürküntü yarattı gibi algıladım. Birinin “katili”, ötekinin “kahramanı” neticede... Orhan Pamuk’un ‘şu kadar Ermeni, bu kadar Kürt öldürüldü’ sözleriyle Fazıl Say in ‘Hayyam güzellemelerini’ bir tutmayanlar da çok. Oysa “demokratik” bir kültür bunların eş tutulmasını gerektirir, neden, çünkü bir fikir duymak aslında “farklı” bir fikir duymaktır ve ancak farklı fikir kendimizi geliştirmemizi, gerçeği bulabilmemizi, bilim yapabilmemizi, sanat yapabilmemizi, en başta siyasal seçim yapabilmemizi sağlar. Farklılıklar zenginliğimiz olmalı. Başkasını saymamak tehlikelidir aynı zamanda çünkü. Bununla beraber “medeniyet” iki otomobilin birbirinden korkup geri durması demek değildir, otomobilin bisikletliye, yayaya hayat hakkı vermesidir. “Buyurun, hayır siz önden buyurun, hayır lütfen siz buyurun” gibi bir konuşma düzenidir karşılıklı. Herkes aynı anda kapıdan geçmeye kalkarsa sonu kötü olur çünkü ve bu nedenle bir ucundan da faydacılığa bağlanır bu temel “tanıma” felsefesi. “Hak tanıma” denir, “hakkını teslim etme” denir, “hakkını ver” denir...
Prof. Dr Ahmet İnsel: (Sorbonne Üniversitesi):
‘İç düşman toplum olmama halidir’
Sınıfsal çatışmaların üzerinin kimlik çatışmaları tarafından örtüldüğü bir dönemdeyiz. Gerçek anlamda toplum olamama halinin de bir tezahürü. Dikkat edilirse, toplumun hemen hemen tüm kesimleri kendilerini bir şekilde mağdur olarak tanınmalarını, kabul edilmelerini talep ediyor. Askerler, Müslümanlar, laikler, Kürtler, Aleviler, solcular, 12 yıldır iktidarda olan AKP, muhalefet partileri, solcular... Diğer taraftan, farklı kimliklerin birlikte yaşaması talebini, bir toplumsal ortaklık zemininde ifade edecek kurumsal yapılara karşı toplumun çoğunluğunda tepki var. Demokrasi tam da böyle bir ortaklığın hayata geçirildiği alandır. Onun için hâlâ otoriter bir yönetim anlayışından demokrasiye doğru geçişin sancılarını yaşıyoruz. ‘Öteki’si bol bir toplumuz. Müslümanların ötekisi Müslüman olmayanlar, “ecnebi yurttaşlar” ve Hıristiyan-Yahudi dünyası. Sünnilerin ötekisi Aleviler. Laiklerin ötekisi Müslüman olduğunu kamu alanında gizlemeyenler. Türklerin ötekisi Kürtler ve daha geniş ele alırsak Türk olmayanlar. Bunlar etnik, dini kimlikler üzerinden oluşan mutlaklaşmış öteki figürleri. Hâlbuki siyasa alanda sol-sağ, muhafazakâr-sosyal demokrat, liberal-sosyalist türü kutuplaşmalar, toplum tasavvurları, siyasal tercihleri üzerinden ifade edilen ve birbirini boğazlamadan birlikte yaşama yollarını bulmaya zorlayan siyasal kutuplaşmalardır. Bugün karşı karşıya olduğumuz egemen kutuplaşmalar bizde demokrasi-öncesinin kutuplaşmalarıdır. Devletin ötekisi de devletin koyduğu ideolojik, kültürel, dini normlara uymayan herkestir. Toplum olmak demek, farklılıkları içinde bir “biz”i yaratma demektir. Toplumun içinde hep düşmanlar, “iç düşmanlar” olduğu inancıyla hareket etmek toplum olamama halini tarif eder.”
Prof. Dr. Ahmet İnam
(ODTÜ - Felsefe Bölüm Başkanı)
‘Hep haklı olmak tehlikelidir’
“İnsanların ‘benim dilim, benim dinim, benim etnik kimliğim’ demesi çok büyük bir tehlikedir. Demokrasi bir terbiye işidir, Edepsizden, saygısızdan demokrat olmaz. Benim ben olmam, benden farklı olanların da kendi olması ile mümkün olabilir. Yani benim hakkımı aramam diğerlerini görmezden gelerek elde edilecek bir şey değildir. Farklı düşündüğü, farklı yaşadığı için hakkı yenenler de var. Yani bir işçi kendi hakkını ararken etnik ayrımcılığın, cinsel ayrımcılığın da kötü bir şey olduğunu onlara karşı da mücadele etmek gerektiğini anlayacak. Nietzsche ‘mağdurlardan korkun’ der. Çünkü mağdur insan her şeyi yapabilir. Kendini haklı gördüğü için her türlü haksızlığı yapmaya hakkı olduğunu düşünür. ‘Beni ezdiler, o halde ben de herkesi ezebilirim’ gibi. Ezik insan, başkasını arkadan vurabilir onun için insanlardaki ezikliği ortadan kaldırmak gerekir. Yani ötekiydik vaktinde ama şimdi insan olmamız, bu ‘öteki’ edebiyatından beslenmeyi ortadan kaldırmak lazım; kötü bir edebiyat, çünkü kendinizi hep haklı görüyorsunuz.”
Prof. Yasin Ceylan: (ODTÜ Felsefe Bölümü)
‘Öteki insanlığın tarifini daraltır’
“Bu kaotik manzaranın müsebbibi, devletin kendisidir. Tüm halk devlet tarafından ötekileştirilmiştir. Devlet bunların hepsini kendisine karşı tutmamak için onları da parçalamış birbirinden. Mesela Alevi Kürt ile Sünni Kürdü birbirinden ayırmış. Kürtlerle Arabın arasını açmış mesela. Dolayısıyla devlet hepsini mağdur ediyor, hepsi de birbirini mağdur ediyor, dışlıyor. Anadolu’daki halklarda pek ırkçılık olmazdı, ırkçılık eğitim yoluyla, milliyetçilik adına yeni nesillere dayatıldı. Doğru olan senden farklı olana, herkese eşit mesafede olmaktır ki bu devlet içinde öyle, vatandaş içinde öyle olmalı. Ötekileştiren de eksik bir insan tarifi veya algısından hareket ediyor. O tarifin içerisine beni sokmuyor. Beni de Kürtlükten ibaret bir kimse olarak tarif ediyor, ikinci haksızlığı bana yapıyor. Kendini ırkı ile hatta milli kültürü ile özdeşleştirerek insanlığın tarifini daraltıyor. İnsanlar değişiyor, İnsanlar erdemleri arttıkça birbirlerine saygıları arttıkça demokrasinin tarifi de daha mükemmelleşiyor. “
Sami Selçuk: (Yargıtay eski Başkanı
Bilkent Üniversitesi)
‘Karşı karşıya duran iki Türkiye’
“Üzülerek belirteyim ki, şu anda artık kendisini ve birlikte olduğu insanları eleştirenleri düşman olarak duyuran siyasetçilerin elinde artık sırt sırta değil, karşı karşıya duran, bölük pörçük, asıl hedefinden sapmış ya da saptırılmış bir toplum karşısındayız. Bu toplum, karşı karşıya duran bizleri ortak tarih, ortak dil, ortak yurt bilincinde, özetle geleceğimizin ortak paydasında birleştirip bütünleştirecek Atatürk gibi bir önder beklemektedir. Demokraside, devlet kutsal ve dokunulmaz bir varlık değil, bu hak ve özgürlükleri hukuksal temelde sağlayan bir araçtır, aygıttır. Hukuk karşısında devlet de devletin kıydığı köprü altındaki çocuk da eşit düzeydedir.”
Prof. Dr. İoanna Kuçuradi: (Dünya Felsefe Federasyonu eski Başkanı -Yeditepe Üniv.)
‘İnsanlık onurunu korumalıyız’
“Demokrasi bir yönetim biçimidir. Oysa bugün bir amaç haline getirildi. ‘Demokratikleşme’ kelimesi de bunu gösteriyor. Demokrasinin, insanların nesnel yararına işleyebilmesi, aydınlanmış yurttaşlar gerektiriyor. Aksi takdirde, ‘Demokratik’ yollardan insan haklarına aykırı yasalar çıkarılabiliyor, parmak sayısıyla insan haklarına aykırı kararlar alınabiliyor. Sağlam bir felsefe ve insan bilimleri eğitimi yapılmadığı yerlerde “ifade özgürlüğü” saçmalama özgürlüğüne dönüşüyor.Bütün derslerimde ve her fırsatta, insan haklarının sadece muamele görme ilkeleri olmadığını, aynı zamanda muamele etme ilkeleri olduğunu vurguluyorum. Bu muamele, kişilerin insansal olanaklarını gerçekleştirmesini ve geliştirmesini sağlayan muameledir. Ancak, insan onurunu korumuş oluruz. Ama koruduğumuz onların değil, bizim insan onurumuzdur. Peki demokrasiyi gerçekten istiyor muyuz?”
Prof. Dr. Turgut Tarhanlı: (Bilgi Üniversitesi)
‘Farklı kimlik ayrıcalık değildir’
“ Kimlikler bakımından, farklı kimliklere mensubiyet bir ayrıcalık olamayacağı gibi aynı zamanda bir mağduriyetin de nedeni olmamak zorundadır. Bu kalkış hattıdır. Yani ne o kimliğe sahip olduğunuz mağdur ne de bundan ötürü imtiyazlı olamazsınız. Türkiye’deki ulus devletin inşası bir kimlik tanımıdır ve dışta bırakılan kimlikler vardır. Türkiye siyasetinin de toplumsal gündeminde asıl karşılığı olmak zorunda. Örneğin Gezi’de böyle bir harmoni çıkmadı ama büyük bir senfoni tınısı çıktı; herkese dokunan, yani farklı sesler var ama o farklı seslerin çıkardığı bir uyum da var. Şimdi devlette o orkestrada yer almak zorundadır ya da devlet o orkestranın şefliğini yapmaya soyunuyorsa, bir birikiminin olması lazım. Değilse o zaman yönetemez o orkestrayı, o kakofoni olur yönetemez ya da şiddete yönelmek zorunda kalır istediği ses çıksın diye. Ama mesele şefin istediği sesi çıkarmak değil, o bütünün sesidir önemli olan bundan sonra bu üslup meselesi gündeme gelecek. Umarım çok sert bir üslupla karşılaşmayız.”
Prof. Dr Baskın Oran (Siyaset Bilimi)
Çoğunluk iradesi demokrasi midir?
“Demokrasi kavramı 20. yüzyılın en azından ilk yarısına kadar ‘çoğunluğun iradesi’ anlamına geliyordu. Bugün demokrasi kavramının insan hakları kavramı olmaksızın hiçbir anlam ifade etmemekte veya ‘çoğunluğun diktatörlüğü’ gibi kötü bir anlam ifade etmektedir. Ki, çoğunluğun diktatörlüğü, azınlığın diktatörlüğünden berbattır. Sivil toplum örgütlenmelerinin bu anlamda önemi büyüktür. Şimdi hakiki STÖ’ler dönemi başladı. En eskiden, vurgu din, sonra millet gibi kolektif bir kavram oturdu. Bugün ‘Bireyi odak alan, devlet dışı örgüt’. Irmağın gidiş yönünde. Tabii ki böyle küçük, dağınık kalmayacaklar; bu bir aşama sadece. Değişik kalıplara girecekler zamanla. Ama odakları hep ‘birey’ olacak. İnsan, yani.”
BİTTİ