17.04.2019 - 23:02 | Son Güncellenme:
Buket Aydın'ın sunduğu "40", Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'u ağırladı. Türkiye'de eğitim sisteminin en büyük eksiği nedir? Okullarda yabancı dil zorunluluk olmaktan çıktı mı? Üniversite sınavlarının tarihe karıştığı bir Türkiye mümkün mü? Türkiye yapay zekaya ne kadar hazır? Eğitimde kalıcı düzenlemeler yapmak mümkün mü? Buket Aydın 40 soru sordu, Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk yanıtladı. İşte Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un sorulara verdiği cevaplar:
Zorunlu yabancı dil eğitimi kalkacak mı?
Bu tür bir genel ifadeyi ben kullanmam. Zorunlu yabancı dil meselesinde, ihtiyaçları dikkate alarak gözetilen yaklaşım başka bir şey, kalkacak ya da kalkmayacak biçimde sıfır-bir yaklaşımı başka bir şey. Burada anlatılmak istenen şey; bir hazırlık sınıfı olan bir okul varsa oradaki yaklaşımımız değişik. Meslek liselerinde yabancı dille ilgili yaklaşımımız değişik. Bazen 4 sene verebiliriz, bazen 1 sene verebiliriz. Yani bu kalkacak ya da kalkmayacak şekilde değil de hangi çocukların neye ihtiyacı var bunu saptamak önemli. Bunu saptarken neye göre saptayacağız? Şu anda model çalışmalarımız, denemelerimiz var. Ve bunu aceleye getirip sadece müfredatı değiştirerek İngilizce öğretemeyeceğimizi biliyoruz. Bunun yanı sıra öğretmen eğitimi, araç-gereç yönetimi çok önemli. İngilizce öğrenmeyi etkileyen birçok faktör var. Bunu bir ekosistem gibi düşünün. Bu ekosistemin paydaşlarını ve unsurlarını eğer birlikte dönüştürebilirsek bir yol alacağız ve bu yolu alacağımızdan da eminim. Bizim yaptığımız pilot çalışmalar şunu gösteriyor. Eğer bir gruba, okula özgü çalışmalar söz konusuysa o zaman orada yapılan uygulamaların kişiselleşmesi ya da gruba dönük olması mümkün olabiliyor ve verim artmaya başlıyor. Ama biz şunu yaparsak; herkes ilkokul 2’nci sınıfta 2 saat alır. Sonra bir hafta bekler, 2 saat daha alır. Bir hafta daha bekler, 2 saat daha alır. Peki, o hafta içinde o 2 saat ne olur? Unutulur. Dolayısı ile ortalama 1000 saat aldığımız eğitimin bir işe yaramamasının bu 1000 saati yönetmekle ilgili olduğu da fikrini akla getirir. Bundan dolayı biz optimizasyondan söz ediyoruz.
Yeni Aziz Sancar’lar yetiştirmek için neler yapmalı? Şimdi de eğitim eşit ve ulaşılır mı?
Şimdi aslında daha eşit ve daha ulaşılır. Çünkü o döneme baktığımızda bir mukayese problemi de var. Mukayeseden kastım şu; mesela rahmetli Hasan Ali Yücel döneminde Türkiye’de 60-70 civarında lise var. Bugün 10 binin üzerinde okulumuz var. Bütün Türkiye’de 10 binin altında öğrenci var. Binin altında 800 küsur öğretmen var. Ve çocuklar kaymağın kaymağı çocuklar yani zihinsel beceri açısından. Hocalar Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nurettin Topçu, Enver Behnan Şapolyo, Halide Edip Adıvar vs. Öğretmenler bu tür insanlar. Ve taş binalarda liselerimiz var. Ve çok özel bir durum var. Şimdi o günkü gençlere, lise okuyamayanlara baktığımızda okuma-yazma oranında bile bir problem var lise çağındaki çocuklarda. Bugünün Türkiye’sini bu denli küçümsememek lazım. Bugün eğitimde her şey kötü demek çok yanlış ve biz çok mesafe aldık. Böyle baktığımızda elbette yetiştiririz. Sadece bu sınav sistemi bizim çocuklarımızın enerjisini olmaması gereken yöne akıtıyor. Ve çocuklar anlam üzerinden değil de işlem üzerinden bir eğitim görüyorlar. Bunun önüne geçilebilir mi? Tabii ki geçilebilir. Nasıl geçilebilir? Okullarımız arasında imkân ve öğrenme bakımından çok fark var. Biz bu farkları azaltabiliriz ama bu bir zaman istiyor. Eğer okullar arasında fark azalırsa çocuk, ‘İlla ben şu okula gitmek istiyorum.’ demekten vaz geçip, okulların birbirine yakın olduğu bir Türkiye’de sınav baskısını az hisseder. Ve sonuçta da bilimin çok daha öne çıktığı güzel bir Türkiye ile karşılaşırız.
Ders çeşitleri, saatleri ve teneffüslerde nasıl değişiklikler yapmak istiyorsunuz?
Bu konuyu konuşurken dünyadan örnekler veriyorum. Neden bütün belli başlı ülkelerde bu kadar az ders varken bu kadar başarılı oluyorlar? Bizde bu kadar çok ders olması bizim çocuklarımızın hepsinin yüzeysel almasına yol açıyor. Aşırı yüklenmelerine ve ergenliklerinin yaşanamamasına, çocukluklarının kaybolmasına yol açıyor. Bunun için bir şey yapmak lazım. Şikâyet makamı değiliz. Biz çözüm makamıyız. Bunu çözmek için de Türkiye’nin eğitim sisteminin bir doğası var. Yani birden bire yurt dışında olan bir şeyi alın, nasıl olsa onlar yapmışlar. Biz de burada yapalım diyemiyoruz. Türkiye’deki norm kadro sistemi, öğretmen sayısı, atama bekleyen öğretmenlerle ilgili sayısal durum, mezunlarla ilgili durum, bütün hepsini birlikte düşündüğümüzde gördüğümüz şey şu; bu anlamda bizim başka bir bakış açısına ihtiyacımız var. ‘Şu kadar ders saatini azaltacağız, bunu da indireceğiz, çıkartacağız.’ meselesi değil. Bu eğitime ilişkin algımızı dödönüştürmekle ilgili bir proje ve bunun fazları var. Türkiye şunu beklemesin. Hemen birkaç ayda bütün dünyadaki sistem Türkiye’ye gelecek. Hayır, öğretmen eğitimi yapılmadan okulu dönüştürebilir misiniz? Müfredatı öğretmen eğitimine bağlamadan bunu yapabilir misiniz? Hayır. Bütün bunları birlikte dönüştürmekten ve fazları ayırmaktan söz ediyoruz. Birinci faz eylülde başlayacak ve derslerin sayısında bir azalma olacak. Ama bu şundan aşağı olmaz ya da şundan yukarı olmaz biçiminde değil, tamamen Türkiye’nin kendi tabiatı, çocuklarımızın, öğretmenlerimizin özellikleri, mevcut kaynaklarımızın yönetim stratejisi, bunlara bakarak yapılabilecek bir şey. Böyle baktığımızda şunu söyleyebilirim; eylülde birinci faz, bir sonraki sene ikinci faz ve artık belli bir aya oturması söz konusu olacak.
Gelecek hedefiniz nedir? Eğitimde kalıcı düzenlemeler yapabilmek mümkün mü?
Biz bu konuda gerçekten çok olumlu bir bakışa sahibiz ekip olarak. Şundan dolayı, şimdi 50'den fazla ülkenin eğitim sistemini inceleme, gidip oralarda aylarca kalma ya da haftalarca araştırma yapma imkânımız oldu. Bunu akademik olarak gerçekten iyi incelemiş bir ekibimiz var. Bu işin ben özel sektör tarafında da bulundum. Yani finansman yönetimi, şirket yönetimi, dünya ile rekabet vs. Bu işin bürokrasisinde de bulundum. Yani Talim Terbiye Kurulu Başkanı olarak ve başka süreçlerle, üniversitede akademisyen olarak. Gördüğüm şey şu; biz eğer bir proje yapacaksak bunu gerçekten proje gibi yapmalıyız. Yani güncel olarak, popüler olarak, bazı şeylerden etkilenip ani kararlar alıp, işte parlak olsun, daha popüler olsun diye bir takım şeyler yapmak doğru değil. Her şeyin bir zamanı var. Biz bir bilimsel araştırmaya yönetiyormuş gibi basamak basamak, aşama aşama buna bakmak zorundayız. Böyle bakıyoruz. Bazen çok eleştiriyorlar işte ‘Kaç ay oldu geleli hala eğitim sistemi değişmedi.’ Eğer biz kâğıt üretiyor olsaydık, kalem üretiyor olsaydık, bunu oturur tartışırdım ben. Biz nesil yetiştiriyoruz ve eğitim sistemi birkaç ayda değişmiyor. Birkaç ayda değişim söz konusu olursa, o zaman başka problemlerimiz olacak demektir. Bizim sabırla hiç dışarıdan gelen bu eleştirileri dikkate almadan, neyi ne zaman yapacağımız… Elbette Türkiye'nin koşulları da var. Ekonomik imkânlar söz konusu, öğretmen eğitimi ile ilgili süreç söz konusu. Birçok altyapı hazırlıkları söz konusu. Her şeyi kontrol ediyor değiliz. Elbette Türkiye'nin imkânları var ve ondan etkileniyoruz. Ama sonuç olarak baktığımızda bu proje yürüdüğünde adım adım biz uluslararası standartlar çerçevesinde, Türk eğitim sisteminin önce mekaniğini sonra kültürünü dönüştürürüz.
Okulların tatil programıyla ilgili değişiklikler yapılacak mı?
Şu anki mevzuatta da mümkün bölgelere göre tatil. Bizim kaçırdığımız bir şey var bence. Dünyada sürekli kış yaşanan ya da kış mevsiminin uzun süre yaşandığı ülkeler var. Ya da doğuda birçok şehrimizde hani batıda olsa o kar ortamı buz ortamı, belki 1 ay tatil gerekir. Şimdi o çocuklar da okula gidiyorlar. Biz bu tek tip anlayışınızdan kaynaklanan neden dolayısıyla bölgesel tedbir almakta biraz zorlanıyoruz. Aslında sayın valilerin denetiminde bu konu. Fakat önümüzdeki süreçte bu konu ile ilgili kısa zamanda bir açıklama da yapacağız. Bunu turizm bakanlığımızda da görüştük, başka kurumlarla da görüştük. Ve tatillerin düzenlenmesi ile ilgili, araya küçük tatiller koymakla ilgili bir açıklamamız olacak. Bunu daha önce de ifade etmiştim. Fakat şöyle bir şey var; Türkiye birdenbire hemen 200-220 gün olsun gibi bir hazırlığa henüz sahip değil. O zaman içerisinde dikkate alınabilecek bir şey. Şu anda biz mevcudu ne kadar iyi yapabiliriz? Onun peşinde olmalıyız. Bu amaçla da bölgelere göre tatil olabilir, bunun önüne açılabilir. Ve biz konu ile ilgili takvimi ilan ettiğimizde aslında sayın valilerin zaten yetkisinde olan bazı hususların çok daha işlevsel biçimde bölgesi olarak yapılması söz konusu olacak. Ama asıl olan tatil kavramının da anlamını dönüştürmek. Yani öğretmen için, öğrenci için tatilne demek? Bütün bunların anlamı ve algısı ile ilgili de çalışmalar yapıyoruz. Öğretmenlerimizle beraber yapıyoruz. Bunları da kamuoyu ile paylaşacağız.
Öğretmenlerin şartları düzeltilebilir mi? Buna yönelik çalışmalarınız var mı?
Bunun tabii birçok boyutu var. Bir tanesi finansmanla ilgili boyutu, ekonomik koşullarla ilgili. Farklı bölgelerde çalışan öğretmenlerin farklı ücretlendirmeleri ya da ücretli öğretmenlik ya da sözleşmeli öğretmenliğin mali koşullarının daha iyi hale getirilmesi vs. Ya da okul yöneticilerinin özlük haklarının maliye olarak ya da başka açılardan iyileştirilmesi. Bunların hepsi meslek kanunu ile de bağlantılı. Ve ülkemizin ekonomik durumunun rasyonalitesi içerisinde de değerlendirilebilecek konular. Yani temel amaç bunu iyileştirmek ve oraya doğru gidiyoruz. Fakat bir taraftan da yani şunu düşünmek lazım. Biz öğretmenliği çocuğun hakkını peşin olarak veren bir meslek olarak görürüz. Yani bize verilen maaş ya da tatil, özlük hakları vs. Bunlar bizim devletle ya da çalıştığınız kurumla vesaire olan ilişkimizdir. Bunu biz hallederiz, tartışırız, konuşuruz, paylaşırız, bir şekilde hallederiz. Ama her şeyden bağımsız olarak öğretmen çocuğun hakkını peşin veren kişidir. Ve bu yüzden de öğretmenlik aslında dünyanın en zor işidir. Ama siz öğretmenliği otomatik pilota bağlarsanız, yani sıradan bir işe geçim vasıtasına dönüştürürseniz öğretmenlik kolay bir meslektir. Çocuğa dokunmanın ne demek olduğunu, bir çocuğun hayatına dokunmanın nasıl bir vebali olduğunu ve ‘Acaba benden daha iyi bir öğretmen var mı bunu öğretecek?’ ya da ‘Bu çocuk başka bir öğretmene sahip olsaydı daha iyi eğitim alır mıydı?’ gibi. Acaba kaygısı ile sürekli kendini geliştiren bir öğretmen için, öğretmenlik çok zor bir iş. Evde de çalışmasını gerektiren bir iş. Ama yok bir an önce okuldan çıkmayı isteyen, bir an önce başka işlere bakma isteyen bir öğretmenlikse, o öğretmenlik zor bir öğretmenlik değil. Bizim öğretmenliği cesaretlendirmemiz, desteklememiz. Ve onların özlük hakları iyileştirmemiz lazım.
Atama bekleyen öğretmenlerin sorunları çözülecek mi? Yeni atamalar yapılacak mı?
Şubat ayında bir 20 bin atama yaptık. Önümüzdeki süreçte bir 20 bin daha yapıyoruz. Bunu kamuoyu biliyor zaten, ilan ettik. Mülakatların yerine kadar ilan ettik. Bu bir finans konusu, biz Milli Eğitim Bakanlığı olarak kendi kafamıza göre davranamayız. Hükümetin bir ekonomi politikası var. Bazı öncelikleri var hükümetimizin. Sayın Cumhurbaşkanımızın liderliğinde hangi konular nasıl önceliklendirmeli diye, oturup bir tartışma konusu yapılıyor. Bu bağlamda ‘Neden bu sene 100 bin öğretmen atanmadı?’ gibi bir soru elbette gençlerin arzusu ile ilgili. Geçtiğimiz yıllara baktığımızda da ortalama kaç öğretmen atanmış? Son 16 senede, 20 senede kaç öğretmen atamışız? Bunun sayısı rakamsal olarak belirli. Biz yine belli bir çerçevede atama yapmaya devam edeceğiz. Nitekim yapıyoruz. Yine yapacağız bu 20 bin kişiyi, yine atayacağız. Ama ‘İşte şu kadar, 100 bin öğretmen bekliyor. Bunların tamamını atayalım.’ gibi beklenti var. Eğitim sisteminin böyle bir ihtiyacı yok. Diyelim ki 600 bin tane ortalama konuşulan bir rakam var, bekleyen öğretmenimiz var. Türkiye'nin bu kadar büyük miktarda bir açığı yok. Yıllar içerisinde bu açığı giderip, ücretli öğretmen sayımızı azaltıp, kadrolu-sözleşmeli öğretmen sayımızın artması ile ilgili bir süreç de yaşıyoruz. Yani sonuç olarak elimizden geldiği kadar, imkânlar elverdiği kadar bu çalışmalar devam edecek.
Sözleşmeli öğretmenlerin durumu ile ilgili bir düzenleme yapılacak mı?
Öğretmenlik meslek kanunundaki düzenlemeler, onlar içinde iyileştirmeyi içeriyor. Mevcut durumun daha da iyileşmesi lazım. Bunun içinde elimizden geleni yapacağız. Elbette son karara sahip olan söz sahibi olan Meclis. Biz bakanlık olarak belirli hazırlıkları yapmak ve arz etmek durumundayız. Bu anlamda öğretmenlik meslek kanununu beklemeden şu anda 4+2 olan zorunlu hizmet ile ilgili sürenin 3+1'e indirilmesi ile ilgili zaten bir beyanımız olmuştu. '2023 Eğitim Vizyonu'nda da bu yazıyordu. Bunu her şekilde hayata geçireceğiz. Bununla ilgili herhangi bir sıkıntı yok. Sadece seçim ve benzeri durumlardan dolayı belirli bir takvim söz konusu. Bunun ötesinde sahipsiz hissetmeleri beni üzer. Çünkü onların hepsi bizim meslektaşlarımız, hepsi bizim birlikte çalıştığımız arkadaşlarımız. O anlamda ne yapmamız gerekiyorsa, biz ödevimizi yaparız. Sadece eş durumu ile ilgili bir konuda ciddi şikâyetler var. Bir ailenin bütünlük içinde olmayı istemesi çok doğaldır. Bu elbette çok insani bir durum bu, eleştirilecek bir durum değil. Sözleşmeli öğretmenliğin çıkmasının temel nedeni şu. Benim yaklaşık 2 milyon kadar öğrencimin bulunduğu bir bölgede, öğretmenlere atama yaptığımızda geri gelme olanları çok yüksek ve biz orada öğretmen tutamıyoruz. Bir, bir buçuk sene ortalama kalma süresi. Dolayısıyla çocukların eğitimi kesintiye uğruyor. Polisler için zorunlu hizmet var, sağlık hizmetlerinde var, asker, ordu mensubu insanlarımız için zorunlu hizmet var. Yıllarca var. Çok uzun süre zorunlu hizmetler var. Nasıl diğer meslekler için söz konusuysa Milli Eğitim Bakanlığı içinde, bizim için de söz konusu ve ben şu anda acil bir ihtiyaca sahibim. Bu ihtiyacımı gidermek için de böyle bir kanun çıktı. Bu kanuna göre başvurmak isteyenler başvursunlar ve biz atamasını yapacağız. Kanun ortada, başvuru koşulları ortada, her şey ortada. Fakat 6 sene gerçekten uzun bir zaman. Yani bir insanın hayatında önemli kesit. Bunu azaltabilir miyiz? Evet, 3+1'e indirebiliriz. Diğer durumla ilgili zaten yasa açık olduğu için, şu anda bir şey yapamıyoruz. Yasanın değişmesi halinde belli değişikliklerde olabilir.
Hayatınız minibüs şoförlüğünden, profesörlüğe ve bakanlığa nasıl uzandı?
Bu kader çizgisi ile elbette ilgili. Ama ben kendi hayatımdan söz ettiğimde, ‘Bunu çok anlatmayın, kötü örnek oluyorsunuz.’ diyenler var. Fakat hayat bir bütün, onu parçalamak lazım. Benim okul dışındaki hayatımdaki deneyimimin fazla olması ve hafta sonu kurslara gitmeyip, birçok tecrübe yaşamam, çok sayıda işi görmem, çalışmam, bana çok büyük zenginlik kattı. Geçmişe baktığımda eğitime bu kadar tepkili olan birisinin, okula bu kadar tepkili olan birisinin eğitim ile ilgilenmesi; aslında eğitimi ne kadar sevdiğimi, fakat kendimi bulamadığımı göstermek için bir ifade diye düşünüyorum. O kadar sene kitap okumadım ama sonrasında bir kitap okumaya başladım, benim bir okumam geldi, anlatamam. Uzun yıllar boyunca gerçekten çok uzun süreli okumalar yaptım. Sonuçta gördüğüm şey şu; hayattaki bütün deneyimlerim bir aradayken benim yolum açık. Ama sadece okulda başarımla benim yolum çizilmiyor. Sadece çalıştığım bir işle benim yolum açılmıyor. Yaz tatillerinde çalışmak, hafta sonları çalışmak, birçok insan ile etkileşime girmek, almak, satmak, vermek, paylaşmak, işbirliği oluşturmak. Bütün bunların aslında bir hayat tecrübesi sağladığını ve bunlar birlikteyken bir işe yaradığını söylemem mümkün. Elbette ilkokuldayken TIR şoförü olmak vs. gibi hayallerim oldu. Bunlar her çocuğun hayalinde olan meslekler vardır. Benimki de öyle bir hayaldi. Şu anda bizim TIR, eğitimin sorunlarını taşıyor.